“Oyun bozmak” ya da “çomak sokmak” kayışları koparıp dişlileri dağıtmış dış politikanın “gurur veren” yeni enstrümanları.
27 Kasım’da yeni bir “Fatihan sayfası” açıldı; Türkiye ile Libya münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlarını belirleyen bir anlaşmaya imza attı. Resmi ve yarı resmi anlatıya göre;
- “Türkiye, bu anlaşmayla Doğu Akdeniz’deki oyunu bozdu.”
- “Türkiye'yi Akdeniz'de 41 bin kilometrekarelik bir deniz alanına hapseden Sevr niteliğindeki Seville Haritası çöpe atıldı.”
- “Türkiye, Mavi Vatan topraklarının dörtte biri büyüklüğünde bir alanda hakimiyetini ilan etti.”
- “Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır'la MEB anlaşması yapmasının önüne geçildi... Anlaşma bunların arasına adeta kama gibi girdi.”
- “Libya da Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarını esas alarak MEB sınırlarını ilan eden Yunanistan'ın gasp ettiği 39 bin kilometrekarelik bölgede hakimiyetini geri almış oldu.”
- Yani “Türkiye şer ittifaklarına karşı sahada üstünlük kazandı.”
Yunanistan feryat figan. Türkiye’yi Girit'i haritada yok sayarak MEB anlaşması imzalamakla suçluyor.
Yine resmi ve yarı resmi anlatıya göre Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail'e ait 4 bin 600 kilometrekare, Lübnan'a ait 3 bin 957 kilometrekare ve Mısır'a ait 21 bin 500 kilometrekare büyüklüğünde bir deniz yetki alanını sahiplenmişti. Mısır, Rumlarla değil de Türkiye ile anlaşsaydı 11 bin, hatta 15 bin kilometrekare daha fazla alana sahip olacaktı. Fakat vatansever olmadığından mıdır, artık ne hikmetse Mısır yönetimi Türkiye-Libya anlaşmasını geçersiz ilan ediyor! Ankara, Kahire’nin tepkisini 2013’teki Müslüman Kardeşler’e darbeye karşı duruşuna ve Libya’da Halife Hafter’in düşman bellediği tarafı destekliyor olmasına bağlıyor. Ancak Rumlar Doğu Akdeniz’de yol alırken Ankara’nın kıyıdaş ülkelerle ilişkileri normal seyrindeydi.
Rumlar 2002’de başlattıkları müzakerelerin neticesinde 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail’le MEB anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaları petrol ve doğalgaz araması için 13 blokun ilan edilmesi izledi. Bu parsellerde Noble Energy, Eni/Kogas, Eni/Total, ExxonMobil/Qatar Petroleum ve Shell ile yapılan anlaşmalarla hidrokarbon aramaları başladı. Son yıllarda Doğu Akdeniz’deki bütün ülkelerle kavgalı hale gelen Türkiye tamamen masanın dışında kaldı. Türkiye’nin kalkan olduğu Katar bile arama işine ortak olarak tercihini Rumlardan yana yaptı. Filistin Yönetimi de Rumların açtığı koridorda yürüyor.
Yumurta kapıya dayanıncaya kadar politika geliştiremeyen, KKTC’nin hakları konusunda Rumların uzlaşmaz tutumunu kendi başarısızlıklarına maske yapan ve fiyaskolar zincirinin tartışılmasına izin vermeyen hükümet iş işten geçtikten sonra dengeleri etkilemek üzere ‘zor oyunu bozar’ kuralını işletmeye çalışıyor. Ayrıca Suriye’den sonra Doğu Akdeniz’deki yüksek gerilim de iç siyasetin çevrilmesinde muhteşem bir yakıt.
Malum Türkiye’nin yanıtı önce firkateynlerle gözdağı vermek, sonra KKTC’nin ruhsatıyla Fatih ve Yavuz gemilerinin sondaja başlaması oldu. Türkiye’nin haritası, Rumların ilan ettiği parsellerden dördüyle kesişiyor, biriyle de çakışıyor. Geçen ocakta Kıbrıs ‘Rum’ Cumhuriyeti, Yunanistan, İsrail, İtalya, Ürdün, Filistin ve Mısır arasında Kahire’de Doğu Akdeniz Gaz Forumu'nun kurulmasıyla Türkiye daha da yalnızlaştı. AB, birliğin üyesi Rumlardan yana tutumunu Ankara'ya yaptırım kararıyla ileri bir noktaya taşıdı. Türkiye’nin Libya ile anlaşması da bütün bunların üzerine geldi.
***
Libya ile anlaşmanın satış tarzına bakılırsa hükümet herkesin elini ayağını bağlamış havası estiriyor. Hakikaten öyle mi? Anlaşma Doğu Akdeniz Gaz Forumu çerçevesindeki süreci bertaraf edebilecek mi? Belki kısmen oyun bozucu etkisi olacaktır. Fakat evvela sormak lazım; Libya ile yapılan anlaşmanın ederi nedir? Atlanan çok basit bir nokta var: Libya iç savaştan geçiyor ve bu anlaşma çatışan taraflardan biriyle yani Trablus hükümetiyle yapılıyor. Türkiye, Trablus ve Mısrata merkezli İslamcı güçlerden yana savaşa müdahil durumda. Zaten anlaşmayı mümkün kılan da bu.
Rakip cephede Tobruk merkezli hükümet ile Temsilciler Meclisi anlaşmayı geçersiz sayıyor. Onlara göre Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz el Serrac’ın uluslararası anlaşma yapma yetkisi yok. Buna yanıt otomatik geliyor: “Anlaşmaya imza atan BM’nin Libya’nın temsilcisi olarak kabul ettiği hükümettir. Haliyle meşruiyet sorunu yoktur.”
“Uluslararası tanınmış hükümet” ifadesi her lafın başına anında yerleşiyor. Bu üç boyutlu gerçeğin sadece bir yüzü. Libya aynasında ‘meşruiyet’ hayli tartışmalı bir mesele. Meşruiyete dayanak yapılan şey Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kurulmasını da öngören 17 Aralık 2005 tarihli Suheyrat Anlaşması. Fas’ın Suheyrat kentinde imzalanan bu anlaşma, beş gün sonra Britanya’nın sunduğu tasarıyla BM Güvenlik Konseyi’nden destek aldı. Bir ay içinde kurulması gereken hükümet henüz yasal süreçlerden geçmeden tanınmış oldu. Bu durum bugüne kadar değişmiş değil. İngilizler de İtalyanlar ve Türkler gibi Libya’da İslamcı kanada yatırım yapıyor.
Gerçeğin eksik kalan boyutlarında iki soru var: Birincisi Suheyrat Anlaşması’na göre Serrac hükümeti meşruiyetini koruyor mu? İkincisi meşru olduğu farz edilirse Serrac’ın attığı imza anlaşmanın geçerliliği için yeterli mi?
Suheyrat Anlaşması uluslararası anlaşmaları yürütme görevini hükümete verirken Temsilciler Meclisi’nin onayını da şart koşuyor. Trablus kanadıyla kanlı bıçaklı olan Temsilciler Meclisi ise Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne güvenoyu vermediği gibi Türkiye ile anlaşma yapma yetkisinin olmadığını belirtiyor. Trablus-Tobruk arasında yasal süreçlerle ilgili işleyen bir mekanizma yok zaten.
Meşruiyet tartışmasındaki asıl tuhaflığa gelince; Suheyrat Anlaşması aslında hiç onaylanmadı, yürürlüğe de girmedi. Şöyle ki anlaşmaya imza atan Milli Genel Kongre Başkanı Nuri Busehmin ve Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih İsa bunu meclisler değil kendi adlarına yaptıklarını belirtip anlaşmayı ortada bıraktı. Hatta Milli Genel Kongre Sözcüsü Ömer Hamidan meclisin imza için kimseyi görevlendirmediğini söyledi. Yani BM kararına dayanak yapılan anlaşma kadük kaldı. 67 temel madde ve 6 ekten oluşan anlaşma çatışmayı bitirmek için BM’nin hâlâ esas aldığı bir yol haritası ama sahipsiz. Şu garabeti de hatırlatalım: İslamcılar fitneci dedikleri Hafter’i meşrulaştıracağı gerekçesiyle anlaşmayı ihanet sayıyordu. Anlaşma sadece argüman malzemesi. Tobruk tarafı anlaşmanın uygulanmaması nedeniyle Serrac hükümetinin hiçbir zaman meşruiyet kazanmadığını savunuyor. Anlaşmayı geçerli sayanların bir kısmı da 17 Aralık 2016 itibariyle hükümetin bir yıllık görev süresini doldurduğunu belirtiyor. Bu tartışmalar üzerine BM Özel Temsilcisi Martin Kobler parlamentodan güven oyu almak dahil ilgili yasal süreçler işletilmediği için Başkanlık Konseyi’nin görev süresinin henüz başlamadığını savunmuştu. Karşı taraf, “Hükümetin görev süresi başlamadığına göre elçi atamaları dahil aldığı hiçbir karar geçerli değildir” yanıtını vermişti. Bu tartışma hiç bitmedi.
Kaddafi sonrası kurucu meclis olarak iki yıllığına seçilen Milli Genel Kongre’deki İslamcı güçler, ciddi bir hezimet yaşadıkları ilk seçimle oluşan Temsilciler Meclisi’ni reddetmişti. İslamcılar süreci dolmuş Milli Genel Kongre’yi açık tutarak Libya’daki ilk darbeye imza atmıştı. Haliyle ‘meşruiyet’ meselesi kullanışlı olduğu sürece umurlarında. Elbette Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın desteğine yaslanan Tobruk cephesinin de çok matah olduğunu söylemiyoruz. Ama bu nizada ilk ters vuruş, Müslüman Kardeşler’in Libya ayağı Adalet ve İnşa Partisi’nden geldi.
***
Muhtemelen Ankara ivedilikle anlaşmayı meclisten geçirip BM’ye gönderecek. 18 Mart’ta Akdeniz’deki kıta sahanlığı sınırlarını bir mektupla bildirdiği gibi. Bu şekilde pozisyon kazanacak ve argümanlarını güçlendirecek. Fakat Libya ayağında yasal süreç işlemeyecek. Onay makamı Temsilciler Meclisi zaten peşinen reddediyor. Bu tablo karşısında bir kez daha sormak lazım; Doğu Akdeniz’de oyunu bozan anlaşmanın ederi nedir?
Türkiye, Libya savaşına önce eğit-donat programı ve silah sevkiyatıyla, sonra insansız hava araçlarıyla doğrudan müdahil olurken gelen eleştiriler karşısında “Kapa çeneni” dercesine meşru hükümetle çalıştığını savunuyor. Ne var ki meşruiyet Libya gerçeğinde pek biçimsiz ve süfli kalıyor. Libya’da tutulan taraf savaşı kaybederse anlaşma da gider. Yani şans yarı yarıya. Bir nevi kumar.
Doğu Akdeniz’deki paylaşım kavgası çok daha farklı bir oyun kuruculuğunu gerektiriyor. Bu, oyunu kaybedenin kavga çıkararak üste çıkabileceği bir denklem değil.
27 Kasım’da ayrıca TSK’ye bu ülkede konuşlanma imkânı sunan “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması” imzalandı. İç savaşın tarafı olmak için can atan bir savrulmanın bir diğer vesikası.