Bu yıl 94’üncü defa yapılan Oscar ödül töreni, bizce yine bazı
‘kesinleşmiş’ ödüllerin, ‘boş dönmeyecek’ yapımların ve özellikle
teknik dallarda ‘ağır favori’ adayların eksik olmadığı bir ortamda
gerçekleşti… Ancak bütün bunlara rağmen bazı önemli dallarda
sürprizler yaşanmadı da değil. Gerçi belki iki sene önce ‘Parasite’
filminin yarattığı gibi küçük çaplı bir ‘devrim’ olmadı ama yine
herkesi şaşırtan sonuçlarla karşılaştık. Bu arada benim ödül töreni
öncesi tahminlerimin büyük ölçüde tutmadığını ve bazı teknik dallar
dışında nerdeyse ‘sıfır’ çektiğimi ve zayıf bulduğum hatta ‘kâale’
bile almadığım bazı yapımların bolca ödülle döndüğünü itiraf etmem
gerekir! Belki de uzun zamandır tahminlerimin bu derece boşa
çıktığı bir gece yaşamamıştım.
Bunları değerlendirmeden önce bu seneki törenin, pandemi
yüzünden oldukça sönük ve daha çok ‘online’ gerçekleşen geçen
seneki törenden daha canlı, renkli ve heyecanlı geçtiğini kabul
edelim!
Bu durum tabii ki dünyada yaşanan göreceli ‘normalleşme’ ile
bağlantılıydı ve bu sene törenin daha renkli geçmesine üç kadın
oyuncunun hareketli sunumu ciddi bir katkı sağlıyordu. Sanırız biz
de herkes gibi ünlü isimlerin (biraz mesafeli de olsa) törenin ana
merkezi olan salonu doldurmasını özlemiştik. Sonuç olarak Oscar
ödül töreni, tabii ki ödülleri kadar sahne şovları, performansları
ve birbirinden tanınmış simaların aynı yerde buluşmasıyla da
ilgimizi çeker.
Oscar ödül gecesinde doğal olarak herkesi şaşırtan ve bazı
kişilere göre törenin de önüne geçen Will Smith’in ‘tokat’ olayını
bir kenara koyacak ve ödüllere veya beklemediğimiz sonuçlara
bakacak olursak:
Öncelikle ilk beklenmedik olay belki de bu sene hiçbir zaman
olmadığı kadar çok sayıda büyük bütçeli yani ‘blockbuster’ filmin
Oscar yarışında olmasıydı. Kuşkusuz zaman zaman bu ölçekte
yapımların birkaç tanesi ödül töreninde kendilerine yer buluyor
hatta bazılarının büyük ödüllerde ‘tulum’ çıkardığı da oluyordu ama
bu sene 10 aday filmin çoğu (‘Dune’, ‘West Side Story’, ‘Nightmare
Alley’ veya ‘Don’t look up’…) kadrosunda yıldız oyuncular
barındıran, yönetmen koltuğunda çok ünlü veya daha önce Oscar
kazanmış isimlerin oturduğu ve oldukça yüksek bütçelere sahip
yapımlardı.
Biz kendi tahminlerimizde ‘Dune’ün bir ‘üçlemenin ilk ayağı
olması, Spielberg’in daha önce birkaç defa Oscar’ı kucaklaması ve
‘Don’t look…’un fazla parodi şeklinde akmasının şanslarını
azalttığını düşünüyor, çok daha mütevazı gözüken ‘Belfast’ veya
‘Coda’ gibi filmlere de pek şans tanımıyorduk… Del Toro’nun
görkemli yeni filmi ‘Nightmare Alley’ veya uzunca bir aradan sonra
formunun zirvesine çıkan Jane Campion’nun ‘The Power of the Dog’
filmlerini ise favori görüyorduk. Hatta bizi, Akademinin diğer
ödüllerde es geçip en büyük ödülünü ‘altın çocuğu’ Spielberg’in
filmine vermesi de şaşırtmayacaktı. Ancak Akademi geçen sene olduğu
gibi çok daha ‘kişisel’, mütevazı ve evrensel bir konuyu işleyen
‘Coda’ filmini seçti ve belki de en zayıf (film değeri açısından
değil Oscar ‘alışkınlıkları’ açısından söylüyorum!) adayı
ödüllendirdi.
En iyi yönetmen seçiminde ise tam anlamıyla yanıldık diyemeyiz
çünkü Jane Campion güçlü bir adaydı ve biz de ona ciddi ölçüde şans
vermiştik. Ancak bizce asıl şaşırtıcı olan ‘The Power of the dog’ın
birçok dalda adaylığına rağmen törenden sadece bu ödülle
ayrılmasıydı. Sanki Akademi Campion’a nazikçe ‘bu kadar yeter!’
diyordu. Bütün diğer adaylıklar teker teker kaybedildi ve film
geceden sadece tek (ama yine de büyük) bir ödülle ayrıldı.
En iyi erkek oyuncu ödülünde yine fena halde yanıldık: Andrew
Garfield’e biz de fazla şans vermedik ama ‘The Power….’da bir kez
daha ‘döktüren’ Benedict Cumberbatch ağır favoriydi. Hatta son
senelerde sürekli aday olan büyük oyuncu Denzel Washington’ın bile
üçüncü defa (biri yardımcı erkek oyuncu) bu ödülü alması ihtimal
dahilindeydi. Ama Will Smith tabiri caizse bizi ‘ters köşeye
yatırdı’ ve hiç fena olmasa da diğer adaylardan çok daha vasat bir
filmle ödülü kucakladı. Tabii ki bu durum, uzun süre aksiyon
filmleriyle ‘oyalandıktan’ sonra giderek daha ağır rollerle
kariyerini zenginleştiren ve bu filmde de çok etkileyici bir
performans çıkaran Smith’in başarısını gölgelemez.
Bir büyük sürpriz de ‘en iyi kadın oyuncu’ Oscar ödülünde
yaşandı. Özellikle Akademinin gerçekten yaşamış, tarihi
karakterlere karşı ‘zaafını’ düşündüğümüzde ‘Spencer’ filminde
Prenses Diana’yı canlandıran Kristen Stewart açık ara favori gibi
gözüküyordu. Biz kendi adımıza filmi çok beğenmesek de Stewart’ın
performansı gerçekten takdire şayandı. Diğer adaylardan Nicole
Kidman biraz geride kalsa da, ikinci büyük aday yine bir Almadovar
filmiyle ‘ışıldayan’ Penelope Cruz’du. Ancak bu dalda da ödülü
kucaklayan biraz geride kalan Jessica Chastan (The Eyes of Tammy
Faye) oldu. İnanılmaz bir makyajın da katkısıyla bu ödülü alan
Chastan bizce törenin en beklenmedik sonuçlarından biriydi.
‘En iyi yardımcı erkek oyuncu’ dalında yine kendi adımıza ‘boşa
çıktık’! Bu ödülde deneyimli oyuncu JK. Simmons’ı bir adım önde
görüyorduk ama ‘Coda’nın işitme ve konuşma engelli oyuncusu Troy
Kotsur ödülü alan isim oldu. Kuşkusuz Kotsur’ın performansı üst
düzeydi ve filmin başarısına büyük bir katkıda bulunuyordu ancak
bence bu adayın hem Simmons’u hem de ‘The Power of the dog’un güçlü
iki adayını geride bırakarak kazanması sürpriz sayılabilirdi.
Yanılmadığımız ender ödüllerden biri ‘en iyi yardımcı kadın
oyuncu’ dalında yaşandı. ‘West Side Story’ filminde adeta ‘coşan’
Ariana DeBose en güçlü adaydı ve nitekim de ödülü o kazandı.
DeBose’u belki ‘Belfast’ta bir kez daha ustalığını konuşturan Judi
Dench’in zorlayacağını düşünüyorduk ama şansı kazanan isme göre
düşüktü. Etkileyici performanslar çıkarmalarına rağmen Kirsten
Dunst’ın ve Aunjanue Lewis’in şansları ise bizce yok denecek kadar
azdı.
DeBose ismi dışında bu kadar ‘ıskaladığımız’ tahminlerde bazı
ufak ‘teselli’ ödülleri bulduk! ‘En iyi görsel efekt’, ‘en iyi ses’
gibi teknik dallarda ‘Dune’ filminin rakipsiz göründüğünü
söylemiştik. Bizce bu dalların dışında ‘en iyi görüntü yönetmeni
dalında ‘Dune’ü ‘Nightmare Alley’ zorlayabilirdi ama Villeneuve’ün
bilimkurgu filmi tam altı teknik dalda nerdeyse Oscarları ‘sildi
süpürdü’ ve gecenin bir diğer ‘kazananı’ oldu!
‘En iyi uyarlama senaryo’ dalında biz Murakami’nin bir eserine
dayandığı için ‘Drive my car’ filmini daha şanslı görmüştük ama bu
dalda kazanan yine ‘Coda’ oldu. Bizce bu seçimde adaptasyonun
başarısı kadar hikayenin rahatça ‘kavranabilir’ olması da rol
oynadı. ‘Belfast’ın ‘en iyi özgün senaryo’ ödülünü kazanması da
hakkaniyetli oldu.
Yeni adıyla ‘en iyi uluslararası film’ dalında ise bizce ‘Drive
my car’ rakipsizdi ve ödülü kolayca aldı.
Bizi şaşırtan ve biraz rahatsız eden iki nokta ile bitirelim:
Geceden ‘eli boş’ dönen ‘Nightmare Alley’ ve ‘Licorice Pizza’nın
biraz hakları yendi. Çünkü bu filmlerden ilki bizce Del Toro’nun
formunun zirvesinde olduğu, görkemli bir fantastik hikaye, ikincisi
ise Paul Thomas Anderson’un sunduğu uslu ve naif gözüken ama
ilerledikçe katmanlarını gösteren belki de senenin en iyi
yapımlarından biriydi.
Bir de pandeminin ciddi darbe vurduğu bir sinema yılında, hem de
‘blockbuster’ların bolca olduğu bir Oscar töreninde, özellikle
yakaladıkları büyük ticari başarılarla sinema sektörünü ‘şaha
kaldırdıkları halde ‘kâale alınmayan’ son James Bond filmi ‘No time
to die’ya (sadece bir ödül) ve ‘Spiderman: No way to home’a (sıfır
adaylık ve ödül!) ‘sırt dönülmesi’ biraz acımasız oldu. Bu
filmlerin sinematografik başarısı tartışmaya açık bir konu ama en
azından birkaç teknik dalda adaylık verilebilirdi diye
düşündük….
Daha az yanıldığım ve daha heyecanlı Oscar törenleri izlemek
umuduyla….