Bu hafta yaz mevsimi resmen başladı. Yaz dönemi daha az dizi izlediğim bir dönem olduğu için her hafta yazı konusu bulabilir miyim diye endişelenmiştim. Sonra Türkiye’de yaşadığımı hatırladım.
TRT, Ak Parti’nin 21 yıllık bir iktidar döneminde en çok konuşulan kamu kurumlarından biri oldu. Yeniden yapılanması, çalışan sayısı, ana dilde yayın talebine epey yıllar sonra AB uyum programları kapsamında cevap vermesi, TRT2 sürprizi, reklamı, reytingi, vergisi derken iktidarın aparatı olarak şimdi de dijital platformu ‘Tabii’ ile gündemde. ‘Tabii’ ile gündemde diyorum ama bu yeni platform bir heyecan yarattığı için gündemde değil. Akıllı televizyon uygulaması yok, ücretsiz (sanırım şimdilik), ve niye kamu kuruluşunun bir dijital platforma para harcadığının cevabını bilmiyoruz. “Türkiye hayranı” izleyiciler için, yeniden Osmanlı, modern-muhafazakar Türkiye hayranları için kuruldu diyebiliriz, ancak şimdilik içerikler de bu doğrultuda değil.
Yıllar önce Muhteşem Yüzyıl’ın yarattığı fenomen, dizideki Sultan Süleyman’ın ve sarayın/haremin gösterilme şekli komşu ülkeleri çokça rahatsız etmişti. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde başlattığı “komşularla sıfır sorun” politikası, sıfır komşuya dönüşmeden hemen önce popüler kültür ürünlerinin bir iktidar aracı olarak kullanılmak istendiğini biliyorduk. “Kültürel iktidarı” ele geçirme isteklerini açıkça (ve ne cesaret) belirtmişti iktidar partisi mensupları. Bu dönemde Muhteşem Yüzyıl, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir Mısır gezisi dönüşünde ülkeye ayak basar basmaz “ecdadımızı nasıl böyle gösteriyorlar” çıkışıyla birkaç hafta dikkate alınan uyarı almıştı. Derken TRT karşı bir hamleyle Diriliş Ertuğrul dizisini yayınlamaya başladı.
Diriliş Ertuğrul, tarihi yeniden yazmanın, Türkiye’nin “güçlü geçmişi”nin yeniden keşfi gibiydi. Hem “Türkiye hayranı” ülkelerde hem de ülke içinde çok izlendi. Hatta bu dizi öyle çok izlendi ki yayınlandığı akşamlar televizyon izleyen her dört evden biri Diriliş izliyordu. Diziyi birlikte izleyen insanlar (genellikle erkekler), yurtlardan, Osmanlı Ocakları’ndan Twitter’da görseller paylaşıyordu. TRT dizilerinin sosyal medya yansımasını pek görmeyiz; ya dizide şiddet sahnesi veya manipülatif bir içerik varsa ya da Diriliş gibi az sayıda dizinin sadık izleyicileri Twitter’da konuşurlar. TRT yayınlarının arasında Masumlar Apartmanı dizisini ayrı bir yere koyalım. Masumlar Apartmanı, TRT’nin uzun zaman sonra yeniden AB grubu izleyiciyi ekranına çektiği diziydi.
Son yıllarda hem ülke gündemi hem de dünyadaki gündem sanki normalden daha hızlı değişmeye başladı. Dilimize yeni kelimeler eklendi. Aslında yeni kelimeler yeni icatlarla gelir diye öğrenmiştik. Bu kez yeni kelimeler yeni durumları açıklamak için yetersiz kalınınca ortaya çıktı. Bunlardan biri “post-truth – hakikat ötesi”. İnsan denen varlığın bir tek hakikate borcu vardı. Ama şimdi hangi hakikat diye sormaya başladık. 2016 yılının kelimesi olarak belirlenen “post-truth”, ‘nesnel olan bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duygular ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunu etkilemesi olarak tanımlanır’ (Evrim Ağacı). Hakikatin eğilip bükülmesi, çarpıtılması, dezenformasyona dönüşmesi bitmeyen seçim gündemi içinde de hep karşımıza çıktı. Bizler izleyici olarak olgularla medya aracılığıyla karşılaşıyoruz, medya aracılığıyla anlamaya çalışıyoruz. Medyadan karşımıza sistematik olarak eğilip bükülen mesajlar çıktıkça gerçekle ilişkimizi sorguluyoruz, bir süre sonra da akıntıya kapılabiliyoruz. TRT, devlet televizyonu olarak, kamu hizmeti yayıncılığı yapan kurum olarak ülkedeki tüm sesleri ekrana getirme sorumluluğunun yanında ister devlet televizyonu olsun ister ticari kanal olsun tüm televizyon kanalları gibi kamuya karşı objektif, tarafsız yayıncılık yapmak zorundadır. Bu zorunluluk yayıncılığın doğası gereği, hakikate olan borcunu ödemek üzere yapılır. Bir yayıncılık değerlendirmesi olarak: 'Tabii' bir platform olarak TRT'nin arşivinden bazı işleri, belgesel, kültür programları vb. gözlerden ırak kalmış yapımları yeniden değerlendirseydi... TRT dizilerinin "reklam için uzatılmış" hallerini yeniden kurgulayıp 50 dakikalık standart sürelerde sunsaydı... İlginç bir deneme, bir tür "benchmarking" olabilirdi. Anlaşılan ‘Tabii’nin işlevi aşırılıkları deneme platformu olmak olacak, “bizi birleştiren hikayeler” sloganıyla derin bir çelişki göstererek.
Geçtiğimiz hafta içinde önce sabah haberlerinde görüp tanıtımını izlediğim, sonra bu yazıyı yazmak için ilk bölümünü izlemek zorunda kaldığım Metamorfoz dizisi, herhangi bir kurgusal hikaye anlatımıyla açıklanamayacak kadar hakikate yüzünü ters çevirmiş bir hikaye anlatıyor. Devletin koskoca yayıncısı, dijital platformu yememiş içmemiş, yargı süreci devam eden Osman Kavala’nın itibarına suikast yapalım, böyle bir hikaye anlatalım demiş. Bu dizi kara propagandanın geldiği son nokta, hakikat ötesinin en uç örneği olabilir. Dizinin başında gerçek kişi ve karakterle bir ilgisi yoktur ibaresi görmüyoruz. Ana karakter fiziksel olarak Osman Kavala’ya benzetilmiş, bir tek ismi verilmemiş. İlk bölümü sıradan bir dizi gibi değerlendirdiğimizde mekanın, dilin kötü kullanımını, sanat yönetiminin, görüntü yönetiminin yetersiz olduğunu anlıyorsunuz. Ancak bunu ağızda kötü bir tat bırakan bir dizi diyerek geçiştiremeyeceğiz, devletin kaynaklarıyla yeni bir hakikat kurma çabasının artık kültürel iktidarı ele geçirme isteğinin çok ötesinde bir amaca hizmet ettiği aşikar. Mesela hakikate olan borcunu unutanlar bu dizide oyuncu olarak karşımıza çıkıyorlar. Her karakteri oynamak, her hikayede yer almak oyunculuğun doğası gereğidir diye açıklanamaz.
Komplo teorilerini kurgusal bir hikaye olarak görmeye alışkınız. Kurtlar Vadisi, Teşkilat gibi dizilerde ya da Söz, Savaşçı gibi asker dizilerinde düşman olarak çizilen karakterlerin bir temsil problemi olduğu üzerine nice makaleler, tezler yazıldı. Temsiliyet ekranlarda sınıfta kaldığımız bir konu olabilir. Ancak Metamorfoz dizisinin bir kötü temsiliyet problemi yarattığını söylemek yarattığı bilinçli itibar suikastını hafife almak olur. Bu dizi bir kara propaganda dizisidir.
Osman Kavala 2062 gündür tutuklu. Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mücella Yapıcı bir yıldan uzun zamandır cezaevinde. Kaç bayram, kaç doğum, kaç ölüm böyle geçiyor, geçecek bilinmez. Ama tüm haksızlıkların bir gün son bulacağına dair inancımızı yitirmeden yaşamaya, çalışmaya devam edeceğiz. Ve tekrarlamaktan utanmayacağımız bir son söz: Gezi’de hepimiz oradaydık.