Avrupa’nın güneyine ve doğusuna doğru gidildikçe üzüm asması İslam’ın inatçı engeliyle karşılaşır. İslam’ın denetimi altındaki topraklarda bağların yerli yerinde durduğu doğrudur ve şarap buralarda yorulmak bilmez bir kaçak yolcu olarak varlık gösterir.
Fernand Braudel
Fatih Sultan Mehmet’in divan katiplerinden Tokatlı Melihi içkicilerin piri olarak bilinir. Ferman yazma mahareti sebebiyle yer bulduğu sarayda, günlerden bir gün sultanın karşısında zorla içkiye tövbe ettirilmiş. İşin ucunda kellesi olunca mecbur ağzına içki süremez olmuş. Çok önemli bir fermanın yazımı için aradıklarında günlerdir saraya ve evine uğramadığı fark edilince, araştırma genişletilmiş ve Tahtakale’deki bir meyhanede yerde yuvarlanırken bulunup sultanın huzuruna çıkarılmış. Koskoca Fatih bu, emirlerine karşı çıkılmasını affedecek hali yok ya. Cellada talimatı vermiş ve cesedin de denize atılmasını emretmiş. Aklı başına gelen Melihi yemin billah ağzına içki koymadığını haykırmış. Gerçekten de içki kokmaması üzerine verilen cevap hakkıyla konuşmaya başlamış; ‘’Sultanım haşa huzurunda verdiğim yeminden dönmedim. Boza içtim olmadı, beng (afyon) yuttum yine olmadı, yeminim var ağzıma katre içki koyamam. Tuttum hukneden döktüm padişahım. Ondandır, aferinler şarab-ı gül renge, lanet olsun bozaya, benge demem.’’ Reşat Ekrem Koçu’nun Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri kitabında naklettiği bu anektottaki huknenin, lavaj aleti olduğunu belirteyim ki hikaye kıvamını tuttursun.
Yeni lümpen milliyetçilere ve ecdad sevdalılarına kötü bir haber olacak belki ama Osmanlıda içki de içiliyordu, boza da, beng de. Sarhoş Selim arkadaşlar arasında takılmış bir lakap değildi neticede ve içki içmeyi seven başka padişahlar da vardı elbet. Sembollerle ve siyah beyaz ikiliğiyle düşünmenin kolaylığına kapılmış kitleler için sterilize bir Osmanlı imajına duyulan ihtiyaç anlaşılabilir. Lakin hemen her konuda olduğu gibi içki konusunda da hayat zannedildiği gibi akmıyordu Osmanlıda. Hatta Bitinya üçgeninde zuhur etmiş bu küçücük beyliğin atalarının kurdukları devletlerde içki törensel ve yaşamsal bir işleve sahipti. İslamiyeti kabul etmelerinden önce Türklerin içkiyle olan iltisakını merak edenlerin, Fuat Bozkurt hocanın Türk İçki Geleneği kitabına göz gezdirmesini tavsiye ederim. Şaşırtıcı şekilde içkinin ne kadar politik ve diplomatik bir alanı kapsadığını görecekler.
Geçtiğimiz günlerde İletişim’den çıkan Rakının Ülkesinde isimli kitap da Osmanlıyı tüm veçheleriyle anlamaya çalışanlara tavsiye edebileceğim başka bir kaynak olarak raflardaki yerini aldı. François Georgeon imzalı kitap Osmanlı İmparatorluğu’ndan Erdoğan Türkiyesi’ne Şarap ve Alkol (14.-21. Yüzyıllar) alt başlığını taşıyor. Georgeon halen Fransa’daki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi (CNRS) bünyesindeki Türk ve Osmanlı Araştırmaları bölümünü yönetiyor. Türkçeye çevrilmiş Türk Milliyetçiliğinin Kökenleri: Yusuf Akçura; Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri; Doğu’da Kahve ve Kahvehaneler; Osmanlı İmparatorluğu’nda Yaşamak; Osmanlı Türk Modernleşmesi gibi kitapları ve başka pek çok çalışması olan bir isim. Bizden biri diyebileceğimiz kadar bu toprakların tarihine, kültürüne aşina. Dolayısıyla oryantalist bakış açısının tuzaklarına kapılmayan bir metin ortaya çıkarmış kanımca.
Osmanlı ve Türkler düşünüldüğünde akla gelen ilk içeceğin kahve olduğu yadsınamazsa da Georgeon, Osmanlının kuruluşundan Cumhuriyet Türkiyesi’nin iki binli yıllarına odağı içki olan çok geniş bir mercekten bakıyor meseleye. Yedi asırlık bir tarihi içki üzerinden ele alan kitap, her şeyden önce bu seçimiyle cılız literatürümüzde istisnai bir yer kaplayacak. İletişim’in Osmanlı günlük yaşamı, eğlence hayatı, alt kültürleri gibi temaları ele alan külliyatının da tamamlayıcı parçası niteliğinde.
Kitap Osmanlının kuruluşunu kerteriz alsa da Osmanlı öncesi dönemleri kısaca ele alarak başlıyor mevzuya. İçki üzerinde İslamiyet’in etkisini Osmanlı arşivleri üzerinden, seyahat yazını örneklerinden, elçilerin yazışmalarından takip edebileceğimiz zengin bir platforma dönüşüyor sayfalar ilerledikçe. Georgeon, bir bağ imparatorluğu olarak tanımladığı Osmanlıda İslam’ın katı tutumuyla birlikte içkinin her zaman üretildiği, satıldığı ve tüketildiğini; hep kısa süren içki yasakları dönemlerinde kaçakçılığın ve karaborsanın arttığını hatırlatıyor bizlere. Balkanlar ve Arap coğrafyası hariç tutulursa Osmanlıda belli başlı içki üretilen ve tüketilen yerlerle, günümüz Türkiye’sindeki yerlerin örtüştüğünü gösteriyor.
Osmanlı tarihinde özellikle içki, yemek, eğlence denildiğinde İstanbul’un öneminin altını kalınca çizen Georgeon, bu etkininin günümüze de uzandığını ve dinamiklerin buradan devindiğini ispatlıyor bir bakıma.
Rakının milli içki haline gelmesinin altındaki Jön Türklerin ve Tanzimatın etkisine değinen yazar, Türklerin gerçek manada, 1955 sonrası Rum nüfusun azalmasıyla içmeye başladığı tespitiyle konuyu politik bir arka plana bağlıyor. İçkinin politik bir alana tekabül etmediğini düşünenler için ikna edici bir düşünme fırsatı da sunmuş oluyor böylelikle. Georgeon’un bizi çıkardığı bu uzun yolculuk Erdoğan Türkiyesi’nde İçmek başlıklı Sonsöz’le kapanıyor. Nicolas Ellas ve Jean François Perouse tarafından kaleme alınan bu Sonsöz bölümü; 2002 yılında başlayan AKP iktidarının içki konusundaki tutumunu, ayrıştırıcılığını, sınıfsal ayrım gözetme pragmatizmini, içkiyi toplumda görünmez kılma çabalarını, sahte ve kaçak içkideki artışın arka planını, vergiye abanarak hem tabanına moral verme hem bütçe açıklarını kapatma siyasetini örnekleriyle gözler önüne seriyor. Bir nevi hal-i pür melalimizin kısa özeti.
Georgeon’un şarabı kendi ismiyle anarken boza, rakı, bira ve diğerlerini alkol kelimesiyle karşılaması bence doğru bir tercih olmamış. Alkol, bir kimyasal madde grubuna verilen genel isimdir lakin ondan türetilen içkileri de imliyor hatalı bir şekilde. Oysa alkol esaslı içeceklere verilen içki gibi güzel bir isim var elimizde. Devlet Planlama Teşkilatı yıllarca İçki Sektörü tanımını kullandı raporlarında, TEKEL, içki fabrikası dedi fabrikalarına. Alkol aynı zamanda alkolizmi de çağrıştırması bakımından olumsuz bir tınıya sahip. Dolayısıyla içkiye içki demekten imtina etmemek lazım.
İçki içmek, hem çok pahalı olması hem siyasal İslam’ın moral değerlerinin kuşatması hem de utanılacak bir şeye dönüştürülme siyaseti nedeniyle giderek zorlaşıyor. Elbette kimsenin içki içmeyi özendirmesi gerekmiyor lakin bu alanda biriken enerji ve stres toplumsal fayları kıracak denli potansiyel taşıyor. Bu stresi anlayabilmek, meseleyi asırlar öncesinden bugüne kavrayabilmek için de kıymetli bir fırsat yaratıyor Rakının Ülkesinde kitabı.