Osmanlı'nın son günlerindeki baldırı çıplaklar
Kargaşa, baskı, debdebe, savaş, kahramanlıklar ve yokluk... Geçen yüzyılın başlarında, Osmanlı’nın sonu, Türkiye’nin başlangıcı zamanlarında bu toprakların öykülerindeki baskın temalar bunlar. Peki, aynı günlerde top peşinde koşturanları düşündünüz mü hiç? Mehhmet Yüce, İletişim Yayınları etiketi taşıyan son kitabı Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak Hâtırât, Makalât, Mülâkât'ta tarihin peşinde koşuyor.
Şevket F. ERBAY
DUVAR - Türkçe sosyal tarih yazınının çorak toprağında dikkate değer yeni bir eser, Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak. Osmanlı’nın sonu, Cumhuriyet’in başındaki geçiş yıllarında yaşamış idmancıların, daha çok da futbol oynayanların bilinmeyen ama pek renkli hikâyelerine odaklanıyor. Son yıllarda Türkiye’nin kırık dökük futbol tarihinde doğru kabul edilen bazı efsaneleri ortadan kaldıran derinlikli araştırmalarıyla tanıdığımız Mehmet Yüce, Osmanlı’da başlayan spor merakı ve günümüzün büyük kulüplerine etkisini anlama noktasında önem taşıyan üç kitabından sonra, dördüncü kitabı Ale’l-Itlak Baldırı Çıplak’ta bu kez karakter hikâyelerine eğilmiş. Yüce, neden böyle bir tercih yaptığını da önsözde gayet anlaşılır bir biçimde özetlemiş: “Bu hatıraları kaleme almak, satır aralarını okumak, eksik veya hatalı hatırlamaların üzerine not düşmek, konu hakkında açıklama yapabilmek ve fotoğrafları okuyup yorumlamak için mevzu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olmak gerekiyor. Bu kitabın, diğer üç kitaptan sonra yazılmasının sebebi de tam olarak bu...”
İsmini “genel anlamıyla baldırı çıplaklar” diye günümüz Türkçesine uyarlayabileceğimiz kitabın alt başlığı “hatırât, makalât ve mülakât”... Yani araştırmacı, kendi ürettiği metinlerden ziyâde dönemin metinlerine yol vermeyi tercih ediyor eserinde: Hatıralar, makaleler, inceleme yazıları ve elbette söyleşiler, anlatılar... Hal böyle olunca da, sayfalar arasında ilerlerken yüzyılın başına doğru gidiyor ve zengin edebi tatlarla bezeli, üstelik bol görseli olan bir gezintiye çıkıyoruz. O yıllar ki, yalnızca karanlık, kargaşa ve savaşla bezeli zor zamanlar olarak bellediğimiz zamanlar. Oysa ki, her zaman olduğu gibi hayatta bize “gösterilenden” başka şeyler de varmış, bunu anlıyoruz yeniden.
Bazı fotoğraflar bulunabilse de, resmi belge elde etme olanaklarının sınırlı olduğu 20. yüzyıl başı Türkiyesi’ndeki idman faaliyetlerine ilişkin en önemli verileri, - eksik veya hatalı da olsa - süreli yayınlar içeriyor. Kitapta da Türkiye basın tarihinin spor teması denince öne çıkan ilk referans dergilerinden Spor Alemi’ne sıkça başvuru yapılıyor.
YEPYENİ ŞEYLER
Kitapta hikâyesi anlatılan ilk “baldırı çıplak”, bu tarihçeye biraz meraklı olanların bile hakkında malumat sahibi olmadığı Harry Pears. Kırk yıl boyunca İstanbul’da yaşayan ve daha sonra bu dönemi hatırât olarak da kaleme alan Pears’ın anlatıldığı bölümde, kendisinin Osmanlı topraklarında rugby ve futbol maçlarında hakemlik yapan (tespit edilebilen) ilk kişi olduğunu anlıyoruz. Bu hikâyeyi okurken karşımıza Türkiye’deki ilk düzenli tenis turnuvası olan Çalenç Kupası’nın oynandığı Tarabya’daki Tokatlıyan Oteli’nin kortunun fotoğrafı çıkıyor.
Gelelim Osmanlı’da ayaktopu meselesinde “para yapan”, bir anlamda profesyonel ilk futbolculardan Hasan Basri Bey’e... Futbolun iki dev rakibi, Fenerbahçe ve Galatasaray’da oynayan Hasan Bey’in zengin hatırâtından damlayanlar, kitabın geniş bölümlerinden birini oluşturmuş. Böylesi bir kitap, kuşkusuz Fuat Hüsnü Bey, Ali Sami Bey, Burhan Felek, Ahmet Fetgeri Bey, Zeki Rıza Sporel gibi öncüler olmadan eksik olurdu. Yazar Yüce, doğal olarak onların hikâyelerine de yer veriyor.
ADAMIM ÇELEBİZÂDE
Kişisel olarak, kitapta anlatılan kişiler içinde en önemli ve ilginç bulduğum isim, nev-i şahsına münhasır bir insan olduğunu düşündüğüm Çelebizâde Mehmet Tevfik oldu. Bugün elde ettiğimiz birçok bilginin kaynağı olan o muhteşem Spor Alemi’ni yayınlayan Çelebizâde, kendisini basbayağı “idman işlerine vakfetmiş” bir spor aşığıydı. Sekiz yıl boyunca yayımladığı ve zamanın şartlarına göre çok ileri bir neşriyat olan Spor Alemi’nde o yılların idmancılarını satır satır kayıt altına alan bu ilginç insan, 1922’de İstanbul Olimpiyat Oyunları’nı organize etmiş!
İşgal altındaki İstanbul’da birçok engellemeye ve çalıma karşın, kendi çapında gayriresmi bir olimpiyat organize eden Çelebizâde, bu oyunlar sayesinde bin bir güçlükle kışlanın ortasında oluşturulan Taksim Stadı’nın sporun hizmetine sunulmasına önayak olmuştu. Nedense bugüne kadar spor tarihi kitaplarında pek konu edilmeyen bu olayı, Çelebizâde’nin Ulus’ta yıllar sonra yazdığı bir yazı vasıtasıyla ince detaylarına kadar öğrenme şansımız oluyor.
İstanbul Olimpiyatları, işgal kuvvetlerinin temsilcileriyle birlikte, kentte yaşayan gayrimüslimlerin oluşturduğu karmalarla toplamda “yedi millete” ulaşmıştı. Çelebizâde Mehmet Tevfik, üzerinde Fin olimpiyat efsanesi Paavo Nurmi’nin olduğu büyük afişler bastırıp, Beyoğlu başta olmak üzere şehrin kalabalık bölgelerine astırmıştı. Tüm maddi zorluklara, çevresinden gelen alay ve engellemelere karşın tutkusu olan sporla bu kadar iç içe geçen bir idealistin başardıklarını okumak, insana ayrı bir haz veriyor. O yüzden, sırf Çelebizâde gibi adı bile anılmayan müthiş adamları yeniden gün yüzüne çıkarıp, meraklısına tanıtmak için dahi bu gibi çalışmalar büyük önem taşıyor. Yine spor yazınına büyük emek sarfetmiş bir boks üstâdı olan Eşref Şefik (Atabey) ile bitiyor kitap. Onun Olimpiyat dergisinde 1933’te yayımlanan lezzetli bir yazısıyla baldırı çıplaklar bahsinin kapağı kapanıyor.