İki gündür dillerde dolanan şu: İlk yerli otomobili yapacağız.
Cumhurbaşkanı bu lafı etti ve üretilen ilk otomobili bizzat
kendisinin alacağını söyledi. Sonrasında Devrim’den Anadol’a
“yerli” otomobillerin tarihi ortaya dökülür, yeni bir tartışma
çıkar diye çok bekledim ama kimse bunlardan söz etmedi. Şüphesiz
birileri bu cümleyi kurana bu otomobillerden söz etmiş olmalı ama
hiç de öyle görünmüyor. Bir kere daha belleksizliğimizin üzerinden
ilerliyor ve iş, bir kere daha “ben yaptım oldu”ya geliyor.
Cumhurbaşkanının Anadol’u biliyor olduğunu düşünelim… Hadi ona
“samandan” dedi, “tasarımını İngilizler yaptı” bahanesini buldu,
“motoru Ford’dan alındı” diye itiraz etti diyelim… Peki ya Devrim?
Adıyla sanıyla ilk otomobilimiz? Onu görmemek olası mı?
Bakmayın böyle girdiğime… Bugün siyasetten değil şarkılardan söz
edeceğim –ki burada yazma sebebim aslında bu. Ancak memleket o
kadar acayip ki, gündem sürekli değişiyor ve değiştikçe yeni
kanallar açılıyor. Otomobilli şarkılar geçidine başlamadan önce,
kısaca, otomobilin memleket topraklarındaki seyrinden söz
edeyim.
ŞEYTAN İCADI!
Otomobil görece yeni bir şey. Öncesinde araba var. Araba
dediğim, atlı araba. Faruk Nafiz Çamlıbel şiirindeki gibi: “Yağız
atlar kişnedi meşin kırbaç şakladı / Bir dakika araba yerinde
durakladı” dizeleri ulaşımı sağlayan arabaları işaret eder. Halkın
arabalara binişi, Tanzimat sonrasında. Öncesinde, devlet
adamlarının bir kısmı atlarla yolculuk yapabilirken halk her dem
yaya olmak durumundaydı. Sonrasında hızla yayılan atlı arabalara
(padişah dışında) binebilenler, kazaskerler ve şeyhülislamlar. II.
Mahmud döneminde, diğer devlet büyüklerine de izin çıktı. Tanzimat
sonrasında serbest kalınca arabalar hızla yayıldı, çeşitlendi.
Recaizade Mahmut Ekrem, 1896 tarihli “Araba Sevdası”nda bu dönemi
anlattı. Yazar, romanında, baba parası yiyen, “sevmiyorum şu kaba
Türkçeyi” diyerek laflarının arasına bilip bilmeden Frenkçe
sözcükler sokuşturan Bihruz Bey’i anlatır. Kahramanımız, Çamlıca
Parkı’nda gördüğü Perives Hanım’a arabası var diye tutulmuştur.
Otomobilin memlekete girişiyle birlikte, direksiyon bambaşka bir
yere kırıldı ve bu yeni alet, bir statü simgesi olarak yerini aldı.
Tarih, ilk motorlu arabanın İstanbul sokaklarında 1902 yılında
göründüğünü yazar. Getirenler enteresan: Gösteri yapmak üzere şehre
gelen bir at cambazı kumpanyası! Halk arasında “şeytan icadı”
olarak nitelendirilen otomobilin sokaklara yayılması, İkinci
Meşrutiyet sonrasına denk geliyor. Sadece otomobil değil, tank da o
dönemde karşımıza çıkıyor: Hareket Ordusu komutanı Mahmut Şevket
Paşa’nın özel olarak ısmarladığı silahlı dört arabanın memlekete
girdiği yıl, 1910. Kulelerinde mitralyöz olan bu arabalar yazık ki
işe yaramamış: Paşa, 11 Haziran 1913’te düzenlenen bir suikast
sonucu öldürülmüş. Kaderin kötü bir cilvesi, otomobilinin
içindeyken!
‘20’li yıllar, otomobilin memleket sathına yayıldığı yıllar.
Cevheri gören Ford, 1929’dan itibaren üretime başlıyor. Yerli
iştirakçiler de durmuyor elbette… Reşat Nuri Güntekin, 1936 yılında
kitaplaşan “Anadolu Notları”nda, yolları dolduran kamyonlardan dem
vurarak şu satırları yazıyor: “Besbelli bu kamyonların yalnız
makineleri Avrupa’dan getiriliyor da karoser kısımları yerli
arabacılara yaptırılıyor.” Bu noktada fırsatı değerlendiren Vehbi
Koç oluyor ve 1946 yılında Ford’un mümessilliğini alıyor. Anadol’a
uzanan süreç, böyle başlıyor. Marshall yardımının da etkisiyle
traktör ve ziraat makineleri pazara giriyor, cipler ve kamyonetler
memlekette üretilmeye başlıyor. 1955’te ilk “yerli” kamyon, 1963’te
otobüslerin babası Magirus piyasaya çıkıyor.
DEVRİM’DEN ANADOL’A
“Yerli” otomobil sevdası, 27 Mayıs sonrasında alevleniyor. 1961
yılının 16 Haziran günü, TCDD mühendislerine bir görev veriliyor:
Cumhuriyet Bayramı’nda Cemal Gürsel’in Ankara’da halkı
selamlayacağı, tümüyle yerli parçalardan imal edilmiş bir
otomobil... Kısıtlı zamana rağmen bu görev, Eskişehir’deki Cer
Atölyesi’nde başarıyla yerine getiriliyor ve dört motor, üç
otomobil üretiliyor ve biri siyah diğeri beyaz iki otomobil törene
yetişebiliyor. Mühendisler, Gürsel’in beyaz otomobile binmesini
istiyor ancak o, siyahı seçiyor. Talihsizlik o ki, otomobil
yerinden kıpırdamıyor. Kimileri “benzin konulmadığı için” der ancak
rivayet muhtelif. Halkı selamlamak üzere otomobile binen Cemal
Gürsel’in şu cümleyi kurduğu kayıtlara geçmiş: “Batı kafası ile
otomobil yapıyorsunuz ama Doğu kafası ile benzin koymayı
unutuyorsunuz…”
Anadol, 1966 yılında seri olarak üretilen ilk otomobilimiz.
Aslına bakarsanız yüzde 53’ü yerli. Akabinde Bursa’da kurulan
Tofaş, FIAT lisansıyla Murat adlı arabaları üretirken OYAK, Fransız
Renault’yu memlekete sokuyor. Yıllar ilerledikçe memlekette
üretilen parçaların sayısı artıyor ancak hâlâ yüzde 100 yerli
diyebileceğimiz tek otomobil, Devrim. Gürsel’i yolda bırakan iki
araba, yazık ki o dönemde yok edilmiş. Elde kalan tek örnek,
Eskişehir’de Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayii AŞ Müzesi’nde
sergileniyor. Devrim’in hikâyesini anlatan Tolga Örnek filmi
“Devrim Arabaları” için üretilen replika Devrim ise ODTÜ’de
meraklısını bekliyor.
ŞARKILARDA OTOMOBİL
“Han Duvarları”ndaki araba, pek çok şarkıya ve türküye girmiş
ama mevzu otomobil, oradan ilerleyeyim… Otomobilin sirayet ettiği
ilk şarkılar, kantolar. Udî Kadri Şençalar’ın bestelediği ve Bayan
Şükran’la birlikte seslendirdiği “Otuz Altı Modeli”, şeytan icadına
gönderme yapan şarkılardan. En bilinen otomobil şarkısı, sözlerini
Vecdi Gönül’ün yazdığı Münir Nurettin Selçuk bestesi: “Otomobil
uçar gider / Gönlüm gibi geçer gider / Ben talihin peşindeyim /
Talih benden kaçar gider…” Bir taş plakta Safiye Ayla tarafından
seslendirilen bu şarkı, başta Nesrin Sipahi ve Timur Selçuk olmak
üzere pek çok sanatçı tarafından yorumlandı. Ekseriyetle iki kıtası
yorumlanan şarkının, Safiye Ayla’nın plağında karşımıza çıkan, pek
bilinmeyen kıtası şöyle: “Yol göründü şen gönüle / Atladım
otomobile / Yarışırlar o yâr ile / Güzel yolcu güle güle…” Taş
plaklarda rastladığımız az sayıda örnekten biri, Elazığlı Süslüzade
Hafız Ahmet Bey’in “Otomobil Şarkısı”. O da neşeyle söylenen
emsallerinin aksine bir ağıt.
Bir dönem zenginlik simgesi olan otomobilin yaygınlaşması
sonrası, iki otomobili olanlar zengin kabul edilmiş. 1933 tarihli
Rey Kardeşler opereti “Lüküs Hayat”ın en bilinen şarkısında
karşımıza çıkan dizeler, bunun ispatı: “İki tane otomobil / Biri
açık biri değil…”
Kudret Şandra imzalı “Çapkın Şoför”, geç dönem kanto
örneklerinden: “Arabası Playmouth / Rakı içmiş olmuş dut / Ben de
çakırım ağabey / Emirgan yolunu tut” diye başlar ve işi eğlenceye
döndürür, çapkınlığa vurur: “Mambo, twist, bossa-nova, rock /
Sarışın kız çok oynak / Al yatır kucağına / El sürme dalgana bak”
Şarkı şu sözlerle biter: “Güle güle şoför abi, yolun açık olsun…
Helal sana yollar, helal!”
Şoför şarkısı çok. Önemli bir bölümü, ikili ilişkiler üzerine
kurulu. Adı “Çapkın Şoför” olan bir başka şarkı, Erol Solak imzalı…
Solak, “konuşmalı” plağında bir taksi şoförünü canlandırıyor:
“Ayağında maksi var / İçinde minisi var / Şimdi kanat açarız /
Altımızda taksi var…” Asuman Arsan tarafından canlandırılan işveli
bir hanım taksiyi durduruyor, biniyor ve hadise başlıyor. Solak,
diğer şarkıdaki gibi rotayı Emirgan’a çeviriyor: “Bir Emirgan
yapalım / Seninle dolaşalım / Senden başka kimseyi / Gözlerim
görmez cânım…” Hanım bu teklife temkinli yaklaşıyor: “Ben kulak
asmam öyle / Şatrafilli laflara / Şoförler racon keser / Çok racon
kesme bana…” Şarkının sonlarına doğru, “Âşık olmak günah mı /
Vallahi sevdim seni” diyen şoförün aldığı cevap, hadiseyi “mutlu
son”a ulaştırıyor: “Evlenirim seninle / Sen beni seviyorsan!” Aynı
minvalde ilerleyen Âşık Z. Divani imzalı şarkının adı, “Yolda
Kaldım Arabana Alır mısın Şoför Abi”. Dilber tarafından
seslendirilen şarkıda yoldan binen hanım kızımız otomobili kenara
çektiriyor ve şoförü baştan çıkartıyor: “Seviyorum şoför seni /
Gıdıklama okşa beni / Benim cilvelerim yeni / Bilir misin şoför abi
// Erkeğimsin sen erimsin / Kaderimsin şoför abi…” Hadise, evde ve
yatakta bitiyor.
ÂŞIKSAN VUR SAZA, ŞOFÖRSEN BAS GAZA
Ara başlıktaki, bir kamyon arkası yazısı. Şoförlü plaklar
bahsine yaraşır. Örnekleri artırayım: Bir taş plakta Bayan Semiha
tarafından seslendirilen “Kadın Şoför”, Adnan Şenses’in sesinden
bize ulaşan “Avare Şoför”, Aysel Saygı ve Osman Bayşu’nun birlikte
söylediği “Şoför” ve Bergen’in aynı adlı şarkısı, bu hattan yazıya
sızanlar. Bu bahiste, Erol Evgin’in seslendirdiği “Şoför Mehmet”i
unutmak olmaz: “Şoför Mehmet gider gider / Gece demez gündüz demez
/ Virajları döner döner / Gözüne hiç uyku girmez // Şoför Mehmet
deyip geçme / Onun da bir kalbi vardır / Yarasını sakın deşme /
Elbet bir sevdiği vardır” Sosyal sorunlara değinen 1975 tarihli bu
şarkının sözlerini Çiğdem Talu yazmış. Bestecisi enteresan: Orhan
Pamuk’un babası Gündüz Pamuk!
Adnan Şeker’den alınma “Şoför Şarkısı”, ‘60’lı yıllarda yapılmış
sazlı cazlı örneklerden. İçinde enfes bir klarnet taksimi olan
şarkıyı seslendiren, Nurinnisa Toksöz: “Arabamız çekmiyor /
Yokuşlarda tekliyor / Şu İstanbul kızları / Şoför diye ölüyor //
Yandım imanım / Egzoz dumanım // Arabamız çalıştı / Spotlarım
alıştı / Genç kızlara öğretirken / Şanzımanım karıştı…” Son örneği
Aysel İpar’dan alayım. Kemanlı gazelli “Şoförün Şarkısı”, “Şoförüz
nazımız geçmez ellere / Şöhretimiz destan dillere” diye başlıyor,
şöyle devam ediyor: “Yollarla başbaşa kalmak ne hoştur / Başka
türlü hayat bize bomboştur / Şoförler anadan doğma sarhoştur //
Ömrümüz hep dertli kederli geçer / Yollarda geceler uykusuz
geçer…”
“Şoför dostu” Er-Ka Balataları tarafından dağıtılan bir reklam
plağı, var olan tüm markaların art arda sayıldığı şahane bir
şarkıyı içeriyor. Gülayşe tarafından seslendirilen şarkının
nakaratı çok eğlenceli: “Dur, dur, yol budur / Şoför abi burada dur
/ Araban durmuyorsa / Er-Ka Balata durdurur…” Bu plaktan bir süre
önce yapılan Zeki Müren plağı “Şoför”, araba markalarının sayıldığı
bir diğer plak. Onların yanına, Erkut Taçkın’ın ilk dönem
plaklarından “Cadillac”ı koyabiliriz. Yıllar ilerledikçe zenginlik
simgeleri değişiyor, tek otomobil - iki otomobil derken markalar
devreye giriyor. Cadillac, bunlardan biri. İçinde Limousine geçen
bir şarkı var mı bilmem ama yakın zamanlarda böyle bir örnekle
karşılaşmak şaşırtıcı olmaz.
ARABANIN DÖNÜŞÜ
‘90’lı yıllar, araba sözcüğünün geri döndüğü yıllar… Anlamı
değişiyor elbette: Artık kastedilen atlı arabalar değil, lüks
arabalar. Müsebbibi de Mustafa Sandal: “Onun arabası var / Güzel mi
güzel / Şoförü de var / Özel mi özel / Bastı mı gaza / Gider mi
gider // Maalesef ruhu yok / Onun için hiçbir şansı yok…” Hepimizin
bildiği bu şarkının yanına Ceza’dan Karakan’a, Erci E’den Ceynur’a
uzanan arabalı şarkıları iliştireyim, Seden Gürel’in seslendirdiği
“Bayandan Satılık Araba”yı hatırlatayım ve sözü, otomobil sözcüğünü
şarkısında çok güzel kullanan Nazan Öncel’e vereyim: “Gel binelim
benim otomobile / Geze geze gidiverelim gene / Ben şoförün olayım
senin / Tıngır mıngır gidelim her yere // Ben keten helvalar
isterim / Sen Yanık Ömer’im ol benim / Ayran içelim, çöp şiş
yiyelim / Yan yana fotoğraf çektirelim…” Tek örnek değil elbette
bu. 2009 yazının en iddialı şarkılarından biri olan Sibel
Mirkelam’ın “Otomobil”i kontak sesiyle açılır ve “Üstüme gelme
otomobilinle / Beni ezme kendi şeridinde” nakaratını barındırır.
Kontak sesinden, aynı yaz “Bas Gaza” ile ortalığı karıştıran İsmail
YK’ya geçebiliriz: “Sıfır km yeni bir araba alırım / Mahallede
kızlara ben havamı atarım / Sağ çek sol çek bir caka atarım /
Gözlüğümü takar birden gaza basarım…”
Taksi, dolmuş ve otobüs, otomobilin yanına koyacağımız
vasıtalar. Toplu taşımda kullanıldıkları için şarkılarda
kendilerine hemen yer bulmuşlar. Emrah’ın seslendirdiği “Amanın
yandım taksi / Şu bayanlar ne aksi” nakaratını haiz şarkıyla Fatoş
Balkır’ın seslendirdiği “Hey Taksi”, vatandaşın taksiciyle
“kapışmasını” anlatan iki örnek. İkincisinin sözlerine göz atalım:
“Yağmur yağıyor / Seller akıyor / Hay aksi // Ne bir dolmuş var /
Ne bir otobüs / Hey taksi! // Her gün yolda aynı savaş / Durma yürü
yavaş yavaş / Yok mu bir taksi ya da hususi? // Boş yok ne aksi /
Ne olur al beni / Hey taksi!” Nasıl da tanıdık, değil mi?
Taksilerden söz etmişken Yeşilçam’ın en bilinen karakterlerinden
“Şoför Nebahat”i ve şarkısını unutmayalım: “Haydi Nebahat abla /
Dodge arabana atla / Dümenimiz yolunda / Gazla ablacığım gazla…”
Kadınları şoför koltuğuna oturması başta yadırgansa da ‘30’lu
yıllarda desteklenen bir şey hâline gelmiş. 10 Ocak 1934 tarihli
Yedigün dergisinde yayımlanan bir makalede şu cümlelere
rastlıyoruz: “Kadın eli acaba dünyada neye yaraşmaz? Bilhassa
otomobil! Yirminci asrın bu en zevkli oyuncağı, kadın gibi hilkaten
zarif ve güzel bir mahluk için en mükemmel dekordur. (…)
Direksiyona hâkim olan, frenleri iradesine rameden, mesafeleri hiçe
sayan bugünün kadını, dünkü ev kedisi değildir.”
OTOMOBİLİ TAMİRE GELDİ…
Sona yaklaşırken Cem Karaca’nın adını anayım ve pop tarihinde
karşımıza çıkan en hazin otomobilli hikâyeyi hatırlatayım… “Tamirci
Çırağı’nın hikâyesi bu: “Elleri ak yumuk yumuk, ojeli
tırnakları”yla otomobilini tamire getiren kıza vurulan çırağın…
“Ayağında uzun etek dalga dalga saçları” diyerek tarif eder bizim
çırak ve avuçlarındaki nasırları nereye saklayacağını bilemez.
Arabayı geri verecekleri gün heyecanlıdır; “cildi parlak, kağıt
kaplı pahalı bir kitap”ta okuduğu hikâyenin gerçek olmasını
dileyerek gelir işe. Tulumunu giymez, saçlarını “arkası kuşlu”
aynasında tarar. Kızın kapıdan girişiyle yeni bir dönemin
başladığına inanmaktadır. Lakin arabanın kapısını açtığında “hilal
kaşlar” kalkar ve kızın dudaklarından o yıkıcı sözler dökülür: “Kim
bu serseri?” Bizim çırak, gözündeki “tomurcuk yaşlar”ı saklamadan
ağır ağır doğrulur. Ustası gelip sırtına vuracak, “unut romanları”
diyecek ve ekleyecektir: “İşçisin sen, işçi kal! Giy tulumları…”
Şarkının yıllar sonra yine Cem Karaca tarafından yapılmış bir başka
versiyonu “Kâhya Yahya”. “Diskoteğin önünde” kâhya olarak çalışan
ve “araba plakasından fallar” tutan bir başka emekçinin öyküsü. Bin
ümitle şehre gelmiş, umduğunu bulamamış, son çare bu işe
başlamıştır. İçeri giren kızlara bakar, onlarla ilgili hayaller
kurar. Bu kez usta yoktur, şarkının sonunda kendi kendine verir
öğüdünü: “Dur be oğlum Kahya Yahya, gel haddini bil / Sen kahyasın
kahya gibi kahyalığını bil…”
Otomobil dediğin türlü türlü: Kimi uçar gider, kimi egzozunda
insanı boğar. Taksi, dolmuş, otobüs, kamyon gibi motorlu taşıtlar,
kaptıkaçtı gibi tarihe karışanlar ve velespitten bisiklete, faytona
uzanan motorsuzlar her zaman şarkıların öznesi olmuş. Hayat onlarla
kolay ve onca çilelerine rağmen her biri hep yanımızda. Kiminin
aklı eskidedir, klasikleri sever; kimi son model arabasıyla gaza
basar, kızlara caka satar. Kiminin parası, kullanılmışına yeter.
Eski araba, dertleri de beraberinde getirir. Yazının başlarında
“Otuz Altı Modeli”ni anmıştım, sözün sonunu “58 Model Araba”dan söz
eden Rıza Konyalı ile getireyim. Sanatçı, plağında, başına dert
olan otomobili anlatır. Kaportacı, tornacı, döşemeci, boyacı derken
7150 lirayı elden çıkartmak zorunda kalır; tavadan danaya evdeki
her şeyi satar. En çok da “döşemeye ‘pambık’ doldurmak için”
istenen 750 liraya acır… Otomobili anlatır dedim ama aslında lafı
başka yere götürür. Şarkının sonunda ortaya çıkar bu: “Bu araba
beni mahvetti / Paralarımın hepsi tamire gitti / Anamın kolundaki
bilezikler de gitti // Nasihatim olsun size vatandaşlarım / Yaşlı
karıynan yaşlı araba almayın!”
Yerli otomobil sevdasına düşenleri, içinden otomobil geçen
şarkılarla selamladım. Şüphesiz örnekler artırılabilir ama bu
kadarı yeter. Kim bilir, belki bir gün bir başka yazıda farklı
hatlardan ilerlerim ve sözü otomobillerinin önünde fotoğraf
çektirip plaklarının kapağına koyan şarkıcılardan alır, başrolünde
otomobilin olduğu hadiseleri anlatan şarkılara getiririm. Şimdilik
gaza basıp kaçıyorum, şarkıları size bırakıyorum…