Oxfam skandalı ve seks karşılığı bir kilo yemek
Oxfam’ın Çad ve Haiti’de üst düzey çalışanların da dâhil olduğu bir grup çalışanının evlerinde depremzedelerle seks partileri düzenledikleri haberinin yayılmasının ardından ABD merkezli World Vision da Haitili depremzedeleri verecekleri yardımlar karşılığında cinsel ilişkiye zorlayan personelleri olduğunu açıkladı. Haberin dehşete düşüren boyutları bir kenara bırakılıp detaylara bakıldığında sorunun tekil olaylardan kurumsal boyutlara taşındığı görülüyor.
Görkem Tanrıverdi*
İngiltere merkezli Oxfam yardım kuruluşu çalışanlarının düzenledikleri seks partilerine Haitili depremzedeleri katılmaya zorladıkları haberinin basına sızması, insani yardım kanallarının bir kez daha uluslararası basının gündemine gelmesine neden oldu. BM’nin uzattığı “barış eli”, Bosna Hersek, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Liberya ve Sierra Leone gibi dünyanın farklı coğrafyalarında görev alan Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerlerinin para veya gıda yardımı karşılığında bulundukları ülkelerde kadın ve çocuklara yönelik cinsel istismarda bulundukları haberleri ile daha önce sorgulanmaya başlamıştı.(1) Bu kez gözler yardım kuruluşlarına çevrildi.
Bir yanda doğal afetler veya savaş nedeniyle her türlü yardıma muhtaç ve açık bir toplum dururken, diğer tarafta uluslararası fonlara sahip yardım elini uzatan BM ve kuruluşları, insani yardım örgütleri ve sivil toplum kuruluşları (STK’lar) yer alıyor. Aslında dışarıdan bakıldığında işin özü çok basit gibi görünüyor. Bu iki eli birleştirmek ve veren el alan elden üstündür şiarıyla dışardan izlemek. Ne yazık ki işler bu şekilde yürümüyor. Bu çetin konunun içinden çıkmak ne kadar zor olsa da Batılı, ahlaklı kurtarıcıların gelip bizi düştüğümüz bataklıktan çıkarma fantezisini bir kenara bırakarak kurumlar arasında gezinip duran bu erkek şiddetine bir kez daha bakmak gerekiyor.
Oxfam’ın Çad ve Haiti’de, üst düzey çalışanların da dâhil olduğu bir grup çalışanının evlerinde düzenledikleri seks partilerine, depremzedeleri katılmaya zorladıklarına dair haberin yayılmasının ardından, ABD merkezli World Vision da Haitili depremzedeleri verecekleri yardımlar karşılığında cinsel ilişkiye zorlayan personelleri olduğunu açıkladı. Haberin dehşete düşüren boyutları bir kenara bırakılıp detaylara bakıldığında sorunun tekil olaylardan kurumsal boyutlara taşındığı görülüyor. Örneğin 2010 Haiti depremi sonrasında Oxfam Haiti Şube Direktörü olarak görev yapan Ronald van Hauwermeiren, yaşı 18’den küçük olduğu iddia edilen fuhuşa sürüklenen çocuklar ile cinsel ilişkiye girdiğini itiraf etti. Hauwermeiren’ın 2006-2009 yılları arasında görev yaptığı Çad’da da seks işçileri ile ev partileri düzenlendiği söyleniyor. Oxfam 2011’de yürüttüğü soruşturma sonucunda düzenli bağışçılarını ve Avrupa Komisyonu’ndan aldığı fonları kaybetme endişesi ile raporları örtbas etmeyi tercih etti ve olaylara karıştığı söylenen kişilerden birinin işten çıkarılması ve üçünün istifa etmesi ile konuyu kapattı. Sistemin durmaksızın işlediğini ve çarkın her hâlükârda döndüğünü Hauwermeiren’ın halen Action Againt Hunger’ın Bangladeş direktörü olmasından anlayabiliyoruz. Zira skandalın patlak vermesinin ardından Action Against Hunger, Oxfam’dan Hauwermeiren hakkında kötü bir referans almadıklarını açıkladılar.
Yardım kuruluşları bu raporları gizleyerek kendi açılarından prestijlerini ve kaynaklarını koruduklarını düşünüyorlar. Bu konuda bir ölçüde haklı oldukları 7 bin düzenli bağışçının yardımları kesmeleri ile doğrulanıyor. Avrupa Komisyonu ise “beklenen yüksek etik standartlara uygun yaşamayan ortaklarına sağlanan fonların gözden geçirilmesi ve gerekirse kesilmesi konusunda hazır oldukları” açıklamasında bulundu. Ancak burada bağışçıları hayal kırıklığına uğratan hususun verdikleri paranın usulsüz bir şekilde kişilerce istismar edilmesi kadar istismarın üstünün kurumsal olarak örtülmesi olduğunun da altını çizmek gerekiyor.
Bu tartışma “kâr amacı gütmeyen” bu kuruluşların amaçlarının ne olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor. Savaşların ve doğal afetlerin yarattığı mağduriyeti telafi etmek, toplumların içinde bulundukları fakirlik ve yoksunluğu hafifletmek amacıyla yola çıkan bu kurumlar itibarlarını ve bağışçıların güven duygularını ön planda tutarken yardıma ihtiyaç duyanların güvenini kaybetmeyi nasıl göze alabiliyorlar? Bu bağlamda ilk seçenek 90 ülkede şubesi bulunan 10 bin çalışana sahip olan Oxfam’ın içinde çürük yumurtaların bulunduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılması. Bir diğer seçenek ise sistematik hale dönüşen istismarları engellemek ve hâlihazırda toptan çürümeye başlayan sistemi kontrol altında tutmak. Elbette Oxfam Haiti’den resmi olarak özür diledi ve bu suiistimallerin önüne geçmek için güvenlik tedbirlerini artıracağını ve güvenlik incelemesi başlatacağını açıkladı. Ne var ki mağduriyetleri özürlerle telafi etmek bu kadar kolay olmuyor. Zira raporlar suiistimallerin sürmesinin yanında hasır altı edilmesi gerçeğine de vurgu yapıyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve Save the Children-UK’nin 2002’de yayınladığı, Gine, Liberya ve Sierra Leone’deki mülteci kamplarına ilişkin raporu kamp içinde cinsel istismarın ulusal ve uluslararası çalışanlarca başvurulan yaygın bir uygulama olduğunu gösteriyor. Öyle ki raporda herkes elinde bir kilo gıdayla yürüyen bir kadının ya da kız çocuğunun bir görevliyle cinsel ilişkiye girmiş olduğunu biliyor. Mülteci bir kadın bu durumun “seks karşılığı bir kilo” olarak tanımlandığını söylüyor. Liberyalı bir genç ise “Eğer STK’lar giderse yiyecek yemeğimiz olmaz” diyerek zorunluluk halini açıklıyor. Kampın her alanında yaygın hale gelen cinsel tacize gerek okulda geçme notu alabilmek için gerekse bir parça sabuna ulaşmak için maruz kalınabiliyor.(2)
Çarkın dönmesini sağlayan bu suskunluğun kırılması için hem mağdurların hem de kurum içi çalışanların bu dişlileri kırması gerekiyor. Bu konuda mağdurlardan fazla bir beklenti içine girmek gerçekçi sayılmaz, zira tehdit zincirinin bir parçası olan mağdurlar çoğu zaman ellerindekini ve hatta ellerinde olmayanı kaybetmenin korkusu altında susmak zorunda kalıyorlar. Özellikle duygusal ve fiziksel mağduriyet altındaki insanların yardım misyonu ile karşılarına çıkan kişiler karşısında kendilerini hiyerarşik olarak altta hissetmeleri oldukça olası. Bu konuda Gineli bir mülteci “STK çalışanları gerçekten o kadar güçlü ki insanlar da onlara önemli insanlarmış gibi davranıyorlar. Topluluk onlara meydan okuyamaz” cümleleri ile aradaki hiyerarşik ilişkiyi açıklıyor.(3)
Kimi zaman yüceltilip göklere çıkarılan BM’nin ve yardım kuruluşlarının görev tanımlarını kutsamak da bu hiyerarşik ilişkiyi besliyor. Bu nedenle sistematik bir soruna dönüşen ve kendi kendini besleyen kadın ve çocuk istismarı yine ancak sistem içinden kırılabilir. Bu çerçevede öncelikli olarak akla gelen izleme, takip ve denetim yöntemlerini artırmaktır; ancak bunlardan daha önemlisi cezasızlık sorunu ile baş edebilmek. STK’ların durmaksızın tekrarladıkları hesap verilebilirlik ve şeffaflık söylemelerinin hayata geçirilerek, şiddetinin cezalandırılması ve teşhir edilmesi caydırıcılık için öncelikli koşulları oluşturuyor. Aksi takdirde, kırılan kol yen içinde kaldıkça alınan bir dizi karar, yayınlanan raporlar ve resmi özürler bir gazete makalesinin dipnotundan ibaret kalacak gibi görünüyor.
(1) Bosna Hersek’te BM çalışanları ve polis teşkilatı tarafından sürdürülen insan kaçakçılığı ve kadın ticaretinin konu alındığı The Whitleblower filmini izleyebilirsiniz.
(2) “Sexual Violence & Exploitation: The Experience of Refugee Children in Guinea, Liberia and Sierra Leone”, Februay 2002, UNHCR and Save the Children-UK, https://www.alnap.org/system/files/content/resource/files/main/825.pdf, s. 5.
(3) “Sexual Violence & Exploitation: The Experience of Refugee Children in Guinea, Liberia and Sierra Leone”, Februay 2002, UNHCR and Save the Children-UK, https://www.alnap.org/system/files/content/resource/files/main/825.pdf, s. 5.
*Ar., Gör.,Doğuş Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü