20 yıllık iktidarın, bir gün bittiğinde, bırakacağı en önemli
miraslardan biri de, bizzat kendi yazdığı tarihi bile baş
aşağı edebilmekte beceri, oynaklık, esneklik…
Biliyorum
bu kelimeler kifayetsiz.
Daha iyilerini siz de bulursunuz, bizzat şahsen esas kendileri
de.
Mesele sadece “dönmek, tekrar dönmek, baş döndürmek” değil.
Esas mesele şu:
Dün kendilerinin pekala yaptıklarını bugün “suç” ve o
çerçevede kimilerini “suçlu” ilan ederken, en ufak bir utanma
duygusu dahi yaşamamaları.
Şu ara “15 Temmuz Fetöcü askeri darbe girişimi ve onca ölüm”ün
Millet(in) Meclisi’nde araştırılması gündeme geldi.
Çok garip tabii. Kendisine karşı darbe yapılan iktidar, raporları
savsaklamış.
Sonraki tüm araştırma taleplerini de.
Bunu bizzat dönemin Meclis komisyonundaki AKP’li Petek de ima
ediyor zaten.
Ama bir de komisyondaki muhalefet milletvekillerinin,
CHP’lilerin hazırladığı ek var. O ek de “Kendisine darbe
girişiminde bulunan Fetö cemaati ile iktidarın sıkı fıkılığı.
Destekleri, yan yanalıkları, övgüleri.”
Bugün atıp tutan iktidar mensupları, kimi bakan, eski belediye
başkanı (elbet çok sayıda gazeteci) o talihsiz tarihi silememiş ki.
Her yerden fışkırıyor.
Nice sıradan insan ve aileleri, yok bankaya para yatırdı, yok kredi
aldı, yok abone oldu diye büyük yaralar almışken, bu “destekçiler,
övgücüler, kankalar” yine kasılarak ortada dolaşıyor.
Tamam da, sen sadece bu değilsin ki, bir de osun!, Oyna da oyna,
yakışır sana!
Bu konu malumumuz zaten. Ne desen boş. Darbe sonrası böyle
onlarca yazı yazdım. Yazıların sonu gelene kadar.
Ama bir de şunlar var:
Tamam, Suriye, İran, İsrail, ABD, AB, Rusya, Suudi Arabistan, BAE
politikalarının, onlara tavırların “Oyna da oyna, kafana göre oyna”
olmasını doğal sayalım. Dünya zaten kaypak. Bölge de. Eh burası
da.
Fakat kastettiğim, “Suç ve Ceza.”
“Şah Fırat Operasyonu”nu hatırlar
mısınız?
Şubat 2015. Amaç, Suriye toprakları içinde,
ama Türkiye Cumhuriyeti toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’nin
içindeki naaş ve eşyalar ile orada görevli askeri personeli
Türkiye’ye getirmekti.
Pardon, personel için dediğim doğru.
Kalan ne varsa imha edileni, yani “savaşmadan, direnmeden toprak
kaybı” manasına gelen türbenin durumu farklı! Anlatacağım.
Peki, 600 kadar asker, 50 kadar tank ve devriye F-16’larla
yürütülen bu operasyonun sebebi neydi?
“Osmanlı’nın atası, Ertuğrul Gazi’nin babası, Kayı boyu lideri
Süleyman Şah”ı “bir kısım Müslüman”dan korumak. Kısaca İşid
deniyordu onlara!
Ve İşid gelip orayı alır, görevlileri katleder diye bu operasyon
(haklı olarak) yapıldı!
Operasyondan sonra, “Türkiye toprağı” mecburen orada kaldığı için,
Işid de haliyle almış oldu bir parça Türkiye toprağını!
Fakat konumuzun özü o değil.
Türbeden alınanlar sonra ne yapıldı? Hemen sonra yani?
Görevli personel Türkiye’ye getirilirken, Kobani güzergahı
kullanıldı. Ve bir grup asker de türbedeki naaşları Suriye
topraklarında, o sıra PYD-YPG toprağı olan bölgede, bizzat onlara
emanet etti!
Bugünkü terimlerle “teröristler”e!
“Düşman teröristler” o sıra “dost unsur” oluvermişti.
Operasyon sadece “emanet” ameliyesi değildi.
Operasyonun başlangıcından itibaren zırhlı birliklere “PYD-YPG”
rehberlik veya eskortluk etti. Tank üzerine çıkmacasına, dendiğine
göre!
Bunları o zaman ayrıntısıyla yazmıştım.
Çünkü bir soruşturma vardı: “Operasyon’daki tek şehit”
nasıl ölmüştü?
Astsubay Halit Avcı, son anda göreve çağrılmış, operasyonun
görselliğinden sorumlu olmuştu. Yani fotoğraf ve filmden.
O günkü ifademle: Elbet “vazifesini yaparken şehit
düştü” ama kimileri vazifesini iyi yapamadığı
için! “Vazife”si silahlı görev değil,
kameralıydı. Dziga Vertov’un belgesel
klasiği “Kameralı
Adam” gibi, “Kameralı
Asker”di.
Alelacele giderken, oğlu Mustafa Alp’in doğumuna 15 gün kalmıştı
sadece.
O günkü yazımdan alıntı yapayım:
Askeri Savcının aldığı ifadelere göre, kimsenin bilmediği bir
sebeple tanklar durdurulmuş, “tank üstünde bir
sivil”in de bulunduğu operasyonda, tanklara eşlik eden,
karşı yönden gelen “sivil pikap ve
araçlar”ın, resmen kabul edilmeyen “Kobani
desteği” trafiğinin tank
sürücülerinin kafasını karıştırdığı, gözünü aldığı ileri sürülmüş,
tank namlusu Avcı’nın bulunduğu zırhlıya
çarpmıştı.
Unutmuşsunuzdur; devlet önce ölüm şeklini sakladı, kendi kusuru bir
kazaymış gibi açıklamalar yapıldı; burada da aydınlatılana
kadar!
(Öyle olmuştu. Avukat Erkan Akkuş’un titizliğiyle ve o günler ben
yazana kadar.)
Üstünün ifadesine göre, “Kamera yüzünden askerlerin
taktığı kompozit başlığı çıkarmak zorundaydılar.” Baş
vardı, başlık yoktu! O baş da, o karışıklıkta tank namlusunun
çarpmasıyla cansız düştü.
Fakat bu yazıda ana fikrine uyan kısım şöyle:
Bugün herkesi suçladığı Kobani meselesinde, bizzat devlet,
iktidar ve TCK, “Şah Fırat”ta kimlerle iş birliği
yapmıştı?
Onun dışında, Kobani İşid’e direnebilsin
diye, Kuzey Iraklı silahlı Kürt kuvvetlerinin Türkiye üzerinden
oraya gidişine izin verilmemiş miydi?
Bunları, çok yanlış yapılmış diye anlatmıyorum tekrar.
“Herkesi terörle iş birliği yapmakla suçlarken biraz da
muhakeme gerekir” diye Hatırla Ey Peri!
Artık “Çözüm Süreci”nin lafını bile etmeyeceğim. Temasları,
vaatleri, müjdeleri, övgüleri! Ki keşke bir “çözüm”
olabilseydi!
Fakat Cumartesi Anneleri’ni de hatırlayalım
mesela:
Cumhurbaşkanı, Başbakan iken, şimdi Eren Keskin’in de hatırlattığı
gibi, 12 Eylül darbesinden beri oğlu Cemil’i arayan Berfo Ana
başta, onları kabul edip dinlememiş miydi?
Arayışlarını; evlatlarından, eşlerinden bir kemik bulup mezara
koyabilmeyi, başında dua etmeyi en büyük umut sayanları “meşru ve
haklı” saymamış mıydı?
Şimdi “Soylu dönem”de hepsi suçlu oldu. Hepsi terörist, hepsi
coplanası! Galatasaray’dan kovulası!
Başka da bi şey demeyeceğim!
Sözü ve müziği Sinan Erkoç’a bırakıyorum;
“Senin işin de zor
Herkesin harcı
mı, bunlar ağır konu
Bir elin yağda, bir elin balda
Dertlere takılıp
aman yorulma
Bana ne gününü gün etmek
varken
Sana ne bitmeyen kara
gecelerden
Acılara sen mi ilaç olacaksın
Oyna da oyna kafana göre oyna
Oyna
da oyna yakışır sana”
Kesin yakışıyor!
Not: Daha sonra o sırada Başbakan olan
Cumhurbaşkanı “Şah Fırat’ın tek şehidi”ni anarken, galiba adını
yanlış söylemişti ve sanırım astsubay olduğunu da hatırlamamıştı.
Olsun. Ben onun cansız bedeni yatarken cebinden çıkanları da
yazmışım:
“Diyemediler ki, morg sehpasında,
şehidimizin kıyafetleri kesilerek çıkarıldığında, cebinden sadece 1
adet 5 TL, 1 adet 50 Krş, 3 adet 10 Krş, 1 adet 5 Krş olmak üzere,
toplamda 5 TL 85 Krş para çıktı. Kuruşları bu kadar özenle neden
taşıdığını anlayamadık!”