Geçen hafta sözünü ettiğim iyimser sezonun yumuşak ve güzel sergilerine sonsuz açılışlar silsilesi sırasında yenileri eklendi. Ben gödüğüm sergileri anlatmaya başlıyorum: Benim için sezonun ilk sergisi yeni mahallem Balat'taki The Pill'da açılan Deniz Gül oldu. Son İstanbul Bienali'ndeki harika enstalasyonuyla yıldızı daha da parlayan Deniz Gül, bu üçüncü kişisel sergisine Loyellow adını vermiş. Sergiye notayı koyan video, günümüzün anahtar meselesi kentsel dönüşüm hakkında biraz ürkütücü bir düşe benziyor.
Çukurcuma'daki Krank'ta iki Romanyalı sanatçının işleri var. Roman Uranjek ve Radenko Milkak, İstanbul Bienallerinden aşina olduğumuz sanat insiyatifi IRWIN'in de üyesi. Ali Akay'ın küratörlüğünde Tarihsel Karşılaşmalar başlığı altında, fotoğraf ve resmin buluştuğu çok ilginç işler sergiliyorlar. Tarihsel anlar, birbiriyle ilişkileniyor ve yeniden biçim buluyor. Arka planı sağlam bir sergi (Bu arada, iyi ki açılış kokteylini Tomtom Garden'ın avlusunda düzenlemeyi akıl etmişler. Nitekim bir hafta sonra Çukurcuma lümpenleri yine açılış bastı. Belli ki Çukurcuma istemiyor, mümkünse hiç ısrar etmeyelim...)
Karaköy'ün kahraman galerisi ArtSümer'de, güncel sanat dünyasının sevilen sanatçısı Yasemin Özcan'ın sergisi var. Özcan, Saadet Çıkmazı adlı sergisinde zekice yaratılmış, anlatacak çok şeyi olan işler sergiliyor. İronisiyle hafifleyen, güncel siyasetle boğuntuya gelmeyen heykeller, fotoğraflar ve yerleştirmeler var.
Nişantaşı'ndaki X-İst ise bize Erkut Terliksiz'in yeni resimlerini gösteriyor. The Transience of Life, Türkçe söyleyişle 'hayatın geçirgenliği' hakkındaki resimler, buluntu mukavva, ahşap gibi yüzeylere yapılmış. Yıllar önce tekinsiz ama son derece genç ve güncel ilüstrasyonlarıyla tanıyıp sevdiğim sanatçı, uzun zamandır benzer bir tarzı tuvale aktarıyor. Bu kez figürün biraz daha öne çıktığı resimler, hayali olan-görülen, kadın olan-olmayan, ürkütücü-sevimli arasında geçişgen imajlar oluşturuyor.
Sezonun bu ilk sergileri içinde ben en çok Elif Uras'ın Galerist'teki işlerini sevdim. Barındırdığı emek, cesaret, düşünce ve estetik bakımından bu sergiye herkesin dönüp bir bakması gerek. Elif Uras, seramik işlerini resimleriyle birlikte düzenleyip sergiliyor. Galerist'in birbirine açılan üç salonunun her biri, kendine özgü bir düzenleme sunuyor izleyiciye. Serginin adı Hayal Meyal. Cumhuriyet'te Evrim Altuğ'un yazdığı gibi Yeni’ Türkiye’de kadın olmanın sosyal, sınıfsal ve estetik çelişkilerini, seviyeli bir acı mizahla yansıtıyor”.
İlk bakışta antik Yunan vazolarındaki desenlere benzeyen çizimlerin aslında atölyesinde bu vazoları yapmakla uğraşan, cep telefonuyla konuşan sanatçının kendisi olduğunu fark ediyorsunuz. İznik Vakfı'nın desteğiyle gerçekleştirilen bu seramikler, Selçuklu'dan başlayan bir geleneğe, antik Akdeniz uygarlıklarına, Anadoluya ve günümüzün 'modern' hayatına dokunuyor. Sergiyi gezerken günümüzün çok genç sanatçılarından Sena'nın kadın kimliğiyle ilgilenen tabaklarını da, Grayson Perry'nin kendisini desene dönüştürdüğü vazolarını da resimden yorulduğunda seramiğe geçen Pablo Picasso'nun Akdenizli işlerini de antik Miken kaselerini de hep birlikte anımsadım...
Resimler seramiklerle birlikte sergileniyor. Başörtülü, hamile, ofiste, atölyede çalışan kadınları Cihat Burak şakacılığında gösteren bol renkli resimler bunlar. Bir resimde, sergi salonundaki niş ve oradaki seramik vazoları da görüyoruz. Yani kendi kendisine refefrans veren işler bunlar. Oyunbaz ve çok katmanlı.
Çok güzel ve dekoratif olmaktan çekinmiyor Elif Uras. O nedenle cesaretli. Ya da lüks tutkusunu, başörtülü kadınlarla ifade etmek gibi tartışmaya açık bir tavrı takınmakta da tereddütü yok.
Yeterince yerli, epey Akdenizli ve gayet dünyalı bu sergi 6 Kasım'a kadar görülebilir.