Mary Shelley’nin kaleme aldığı romanda Victor Frankenstein'in yarattığı ‘şey’in canlanıp bilince ulaşması ve kendine bir anlam aramaya çalışmasından bu yana ‘insan yaratısı şeyler’in saçtığı tehlikeler anlatıların önemli malzemelerinden. Zamanla biçim değiştirse de bütün bu anlatıların temel meselesi, doğal olan bir durumun insan tarafından bozulmasının yaratacağı felaketlere dair korkulara tetiklemek nihayetinde.
Frankenstein, insanın doğaya hükmetmeye başladığı ve onu denetim altında tutup denetleyebileceğini ispatlamaya çalıştığı bir çağda olası tehlikelere dikkat çeken bir yapımdı. Bir tür “doğayla şaka olmaz” demeye getiriyordu. “Terminatör”, teknolojinin hazzına kapılıp ‘doğada olmayan’ bir tür yarattığınızda ve onu bilinçlendirdiğinizde olabilecekleri anlatıyordu. ‘İnsan yaratısı’ bir varlık olarak çocuk da edebiyatın ama özelikle sinemanın ‘korku- dehşet’ figürleri arasında yer alır. Alt metinler türlü türlüdür. Örneğin, ABD’de siyah ve feminist hareketin yükseldiği 1960’lar ve 70’ler boyunca toplumdaki radikal dönüşümün unsuru olan gençleri merkeze alan korkular üretildi. Başta Japonya ve Kore olmak üzere 1990’lar ve 2000’ler boyunca Uzakdoğu’dan kız çocuklarının merkezde olduğu filmlerin arka planında gelecek nesillere dair korkuların iz düşümü vardı.
Gelecek korkusu, çocuk korkusu, ebeveyn sorumluluğunun yarattığı endişeleri gıdıklayan ana akım korku filmlerinin öznesi ise oyuncaklar oldu kimi zaman. "Profondo Rosso"dan (Derin Kırmızı, 1975) "Saw"a (Testere, 2004), "Annabelle"den (2014) "Lanetli Çocuk"a (The Boy, 2016) birçok örnek verilebilir. En unutulmazı ise artık bir efsane haline gelen "Chucky" tabii ki. Bu hafta, ilhamını geçmişin ‘oyuncak korkusu’ filmlerinden alan ama ona başka bir katman daha ekleyen yeni bir yapım var karşımızda: “Megan”.
Bu tür ‘oyuncak korkuları’nda genellikle kötülük timsali bir varlığın (şeytan) ya da mağdur edilmiş bir ruhun (geçmişte eziyet görmüş bir çocuk, kadın vb. çoğunlukla hikayenin geçtiği evde daha önce yaşamış vs.) oyuncağın içine girip birilerine musallat olmasıyla inşa edilir hikaye. “Megan” (M3GAN olarak da yazılıyor), oyuncak korkusu formunu alıp, onu Terminatör evreniyle birleştirmeyi deniyor. Bilinci sürekli gelişen bir oyuncağın aşırı sorumluluk kaygısıyla dehşet saçmasını izliyoruz.
Dokuz yaşındaki Cady, anne babasını bir trafik kazasında kaybeder. Onun sorumluluğunu bir oyuncak şirketinin parlak yazılımcısı olan teyzesi Gemma üstlenmek zorunda kalır. Gemma o sırada, Megan adını verdiği bir proje üzerinde çalışmaktadır. Megan, son yıllarda ekranlarda gördüğümüz ‘akıllı robot’lardan birisidir. Cady ile baş etmekte zorlanan Gemma’nın bulduğu çözüm felakete yol açacaktır. Megan’ı tam olarak geliştirmeden Cady’nin dünyasına sokar. İlk başlarda her şey yolunda gider. Megan, Cady ile iyi arkadaş olur. Ancak bu Cady’nin Gemma’dan uzaklaşmasına da neden olacaktır. Gemma bir yandan da Megan projesini şirkete sunar ve büyük beğeni kazanır. Seri üretim için hazırlıklar başlar. Tam bu sırada Megan kontrolden çıkar, Cady’yi korumak için başkalarına zarar vermeye başlar. Anlatının doğası gereği Cady ve Gemma da hedef olmaktan kurtulamaz.
“Megan”, türün birçok filmi gibi öngörülebilir olsa da, kendisini izletmeyi başarıyor öncelikle. Yukarıda da belirtiğim gibi kendi kendine bilinçlenen ve kendisini korumayı öğrenen, hatta internet yoluyla etki alanını genişleten bir karakter olarak kendisinden öncekilerden ayrılıyor Megan. “Testere”, “Korku Seansı”, “Ruhlar Bölgesi” gibi türün önemli filmlerinin yaratıcısı James Wan’ın Akela Cooper ile kaleme aldığı senaryonun yönetmen koltuğunda ise Gerard Johnstone oturuyor.
“Megan” vasatın biraz üstünde bir yapım olmasına rağmen türdeşlerinden ayrılan başka yönleri de var. Korku ve dehşet meselesinin üzerine fazla gitmiyor yaratıcılar. Hatta kanlı sahneleri göstermekten imtina ediyorlar. Seyircide bir dehşet duygusu yerine, gerilim hissi yaratmak peşindeler sanki. Bu benim gibi perdede oluk oluk kan görmeyi pek sevmeyen seyirciler için sevindirici bir tercih. Öte yandan dehşete boğmamalarının bir başka nedeni daha var kanımca. İki türlü bir ebeveynlik dersi de vermeye çalışıyor film. İlki Megan’ın yaptığı gibi aşırı korumacı, sahiplenici bir ebeveynliğin karikatürize edilmiş haline göstermek. İkincisi de Gemma’nın yaptığı gibi aldığı sorumluluğu yeterince kavrayamayanların durumuna ilişkin. Her ne kadar Cady ve Gemma arasında bir kan bağı varsa da filmin ‘ebeveynlik’ meselesini kan bağına sıkıştırmaması da artı puan bence.
“Megan”, izlenirken keyifli ama sonrasında unutulup gidecek türden filmlerden. Ama korku türü hele de ‘oyuncak korkuları’ kategorisindeki çalışmalarda adından sıkça söz ettirecektir. Bilinçli oyuncaklar çağının kapısını aralıyor çünkü!