Beraberce direnmenin verdiği müthiş coşkunun içinde, gerçekliği değiştiren “oyun”un gücü ve neşesi var. Direniş ve dayanışmanın barikatlar yıkan gücünü 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir kez daha gördük. Gecenin simgesi halini alan o güzel fotoğraf, polisleri mor bir “8 Mart Hatırası” çerçevesine kilitlemek, şahane özet!
Oyunlar, hem kendi çocukluğumuzla hem de başkalarının çocukluğuyla ilişki kurmanın en iyi yolu. İki insanın birbirini tanıması, iki çocukluğun birbirini tanıması belki de. Maskeler, roller, çok iletişimli iletişimsizlikler içinde bugünlerde en çok yitirdiklerimiz arasında, oyunlar oynamanın ve birlikte bir şeyler yaratmanın sağladığı bu dolaysız karşılaşma hâli var.
“Kendimizi bir kurmacanın içine yerleştirmek çok önemli. Bu, aşkla, sevgiyle de alakalı. Çünkü bana göre sevmek, birlikte bir şeyler yaratmaktır.” Son dönemlerin en etkileyici yönetmenlerinden Céline Sciamma, Küçük Anne filmiyle ilgili bu güzel söyleşide, çok etkilendiğim bu sevgi tanımını yapıyor. Filmlerinde aynı mekânda, birbirlerini resmeden, oynadıkları çeşitli oyunlarda türlü rollere bürünen, çoğunlukla çocuk ya da genç karakterler, hayatın acıları, kayıplar, yas, belirsizlik gibi durumlarla başa çıkmanın bir yöntemi olarak “oyun”u kullanıyor.
Günümüz ilişkilerinin toksik yapısı, sanal ya da gerçek olsun, bir araya gelinen mekânlarda beraber bir şeyler yaratmak ya da gerçekliği deneyimlemekten çok, “mış gibi” yapmakla ilgili. O an o sergide, o müzede, o gösteride olma telaşı yaratının heyecanının önüne geçtiğinde, ne sosyalleşme tam karşılığını buluyor ne de eserin güzelliğinin yarattığı yücelme hissi. Ama birlikte üreten, beraberce bir filmi izleyen, bir film, roman üzerine içtenlikle “konuşan” insanlar da hâlâ bir tür oyun deneyiminin içinde sayılabilir. Bir de eylemsiz konuşma hali var ki, fena. Dertleşmek elbette güzel ve gerekli. Ama çıkışsızlıklar, tüketici, boğucu olaylar ve insanlar hakkında durmaksızın konuşmaya dayalı, çoğunlukla da sanal deneyim, yalnızlık hissini geçici olarak kırarken umutsuzluğu zehir gibi sağa sola bulaştırabiliyor.
Beraberce direnmenin verdiği müthiş coşkunun içinde de gerçekliği değiştiren “oyun”un gücü ve neşesi var. Direniş ve dayanışmanın barikatlar yıkan gücünü 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir kez daha gördük. Gecenin simgesi halini alan o güzel fotoğraf, polisleri mor bir “8 Mart Hatırası” çerçevesine kilitlemek, şahane özet! Beraber “eylemek” güzeldir, beraber yürünen yolda herkes kendisinden güçlü hale gelir. Kadınların yarattığı şehir kapattıran, yürüyüş sonrasındaki partiyi bile engelletmeye çalışan korku, bu dolaysız, coşkulu eylem gücünün en büyük göstergesi.
Kadın ve LGBTİ+ mücadelesinin, tüm duvarları yıkmaya dair bu becerisi, bize yüzyıllardır öğretilen “erk”in aslında büyük ölçüde korkudan yapılma sahte yanını da gösteriyor. Çağcıl öğretilerin ve tüketim toplumunun hep kendi içimizde bulmamızı öğütlediği gücün, kolektif bir hal aldığında, kendimizle beraber birbirimizi de sevdiğimizde, güce duyulan sevginin yerine sevginin gücünü koyabiliyoruz. Bu güç yeterince büyüyecek olsa, karşısında hiçbir tiranlık duramaz. Geçkin egemen erkekliğin kadınlar ve çocukları yangınlara attığı savaşlar da olmaz.
Son birkaç yılda çok değerli, çok güzel insanları erkenden yitirdik. 8 Mart’ın ertesi günü, değerli sinema yazarı Murat Özer’i yitirdik. Hayata, sinemaya, insanlara dair sevgisini içtenlikle, derinlikle yazılarına aktaran Özer’in, az çok tanıyan herkes gibi, bende de karşılığı, saflıktan değil, “bilerek”, hayatın haksızlıklarını gördüğü halde kötücüllüğe yenilmeyen insanlara özgü o çocuk neşesi, kahkahasıydı. Bugünlerde hem sevgi hem de “iyi insan olmak” üzerine çok düşünüyordum. Herhalde böyle bir şey işte… Yeterince, hak ettiğince çok kişi tarafından tanınmasa da temas eden herkeste tertemiz, şefkatli, güçlü bir iz bırakan insan, iyidir. Kurmacaya ve oyunlara dair sevgiyi hiç yitirmeden, hayatın içinde ama kendi çocukluğunun yüzüne bakmayı sürdürerek bir ömür süren insan…
Birkaç yıl önce, çoğu çok tanınmış, sevilen yüzlerin art arda ölümleri üzerine yazmıştım. “Onlarla beraber bir yandan da yok olan, belli bir “erkeklik” türü. Erkek olmanın genelde külçe gibi bir ağır abiliği, üşüten bir ıssızlığı anlattığı dünyada gülen, konuşan, hani insanın en iyi dostu da olabilecek adamların temsili bu yüzler. O güzel gülüşler o güzel atlara binip gidiyor ve bize giderek nobranlaşan hayatın avuntusuz çifteleri kalıyor.” Murat Özer’in yakınlarına ve tüm sevenlerine sabır diliyorum, yattığı yer incitmesin. Güzel yazılarıyla, güzel kahkahasıyla hep hatırlansın.
Sevgi, birlikte bir şeyler yaratmaksa, tüm engellere, çatışmalara ve sürtüşmelere rağmen bu 8 Mart Yürüyüşü’nün de ortaya çıkardığı şey, coşkulu bir sevgiydi. Hayatımızı kaplayan zehir bulutunu aralayan, yürüyüşe katılamayanlara bile umut fısıldayan, bir coşku ve sevgi…
Bergen’in gişede Batman’i yenmesine ne demeli peki? Süper kahramanlar hep erkek olmaz. Her şeye rağmen şarkı söylemeyi sürdürmüş kadınlar, 8 Mart’ın barikatlar yıkan neşesi, hayatı dolduran sahici gülüşler kazanacak, sonunda, mutlaka.