Türkiye’nin en fenomen, en kariyerli ve kuşkusuz en karizmatik futbol insanı Fatih Terim hakkındaki Netflix belgeseli birkaç gündür gündemde. Tabii mevzu milyonların ortak paydası olan futbol olduğu için farklı farklı yorumların, görüşlerin ortaya çıkması gayet normal. Ama bu aynı zamanda bir belgesel film. Yani bu bakımdan da değerlendirilmeyi hak ediyor. Futbol söz konusu olduğunda bu satırların yazarı için de 'sinemanın içinde' kalmak zor. Yine de mümkün olduğunca "Terim" belgeselinin neden iyi bir 'film' olamadığını anlatmaya çalışacağım.
Diyeceğimizi ilk elden söyleyelim: "Terim" belgeseli, Fatih Terim hakkında bir yapım değil. "Bir Fatih Terim yapımı". Haliyle de tek boyutlu, tarihin üzerinden atlayan, hem ele aldığı karakterin hem de futbol dünyasının 'karanlık' taraflarına pek de bulaşmayan bir güzellemeye dönüşmesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu bakımdan bir tür 'Gayrı resmi Fatih Terim tarihi' olarak düşünülebilir. Bunu Galatasaray Kulübü, Futbol Federasyonu, taraftarlar ya da Terim’in kendisi yaptırsa anlaşılabilir. Ama Netflix gibi uluslararası bir platformda üstelik de belgeselleriyle fark yaratan bir alanda bunu görmenin tek açıklaması 'Türk işi' olabilir.
Haklarını teslim edelim Altuğ Gültan ve Burak Aksoy ikilisi Türkiye televizyonlarının ortalamasının üzerinde bir işçilik çıkarıyorlar. Hem görsel malzemenin bolluğu, hem konukların yeterliliğinde bir sorun yok. Yönetmenler birçok mevzuya girmekten imtina ettikleri için tekrara düşmeden dört bölüm çıkaracak kadar malzeme olmasa da dinamik bir kurgu, iyi bir metin var karşımızda. Kendisini bir çırpıda izletmeyi başarıyor. Yer yer hislendiriyor. Ama iyi bir Galatasaray taraftarı değilseniz ya da Türkiye futbol tarihine biraz hakimseniz izlerken bir süre sonra aklınıza sorular takılıyor haliyle.
Bu sorulara geleceğiz. Belgesel ilk iki bölümde Terim’in 1996-2000 yılları arasında Galatasaray’ı çalıştırıp dört sene üst üste Türkiye şampiyonu yaptığı ve UEFA Kupası'nı kazandırdığı dönemi alıyor. Buradan geri dönüşlerle ailesi, çocukluğu, futbol kariyeri, önceki teknik direktörlük deneyimleri belgeler ve tanıklarla aktarılıyor. Son iki bölümde ise bu dönemin ardından yaşanan İtalya macerası, ülkeye dönüş ve Galatasaray- Milli Takım arasındaki gelgitler, inişler çıkışlar yer alıyor. Arada aile hayatı, eşi ve çocuklarıyla ilişkisine dair de bilgiler ediniyoruz.
Ama işte bütün bu süreç boyunca ve bunca yoğun emeğe rağmen belgeselin odağında hep başarılar var. Büyük hayal kırıklıkları, ancak ardından bir başarı gelmişse hikâyenin bir parçası olabiliyor. Örneğin 1999-2000 sezonundaki 0-5’lik "Chelsea faciası" takımın bu yenilgiye gösterdiği reaksiyon ve sonrasında UEFA Kupası geldiği için gündem oluyor. Terim’in Galatasaray’ın başına geçmeden önce Milli Takım’ı tarihinde ilk kez Avrupa Futbol Şampiyonası’na taşımış olması, muhtemelen finallerde parlak bir başarı gelmediği için geçiştiriliyor ama 2008 Avrupa Şampiyonası’ndaki yarı final taltif ediliyor. Mesela takımın başında olduğu 2016’daki şampiyona hem futbol hem de liderlik açısından Terim’in kariyerine hiç yakışmadığı için anılmıyor bile.
Fatih Terim’i ülkenin en büyük futbol insanı yapan yolda, düştüğü, zayıf kaldığı, 'İmparator'luk vasıflarını gösteremediği anlara odaklanmakta çekingen davranıyor belgeselin yaratıcıları. Terim’in varlığı yapıma da karakterini veriyor çok açık bir şekilde. Terim, kaçınılmaz bir biçimde bütün hikâyeyi bir başarı öyküsüne dönüştürüyor. Bu gayet normal. Arada "hatalar yaptığını ve bunlardan çok şey öğrendiğini" söylüyor. Ama bu hataların neler olduğunu, nasıl bir sonuç çıkardığına asla girmiyor. "Yüce gönüllü" bu söylemin gölgesinde görünmez kılınıyor bu hatalar. Kaldı ki, bu hataları anlatacak kişi de Terim değil. Bunları bulup çıkaracak, dönemin tanıklarına anlattıracak ve tabii ki Terim’e soracak olanlar işin yaratıcıları. Hata yaptığı dönemlerde Terim’i eleştirmiş, bu yüzden hedef haline gelmiş spor yazarları var. Terim’in zafiyet gösterdiği dönemler yer almadığı için bu kalemlere de mikrofon uzatıp "ne olmuştu" diye sorma ihtiyacı duyulmamış belli ki. Oysa, Terim belgesel içinde birkaç kez bu pası atıyor yaratıcıların ayağına. "Hayat hep güzelliklerden ibaret değil" diyor. "Ben de insanım, kaç yaşında olursam olayım hata yapacağım" diyor. Ama Altuğ Gültan ve Burak Aksoy ikilisi bu açık kapıdan girmeye cesaret edemiyorlar.
Hal böyle olunca, ülke futbolunu yakından takip edenler için dört bölümlük belgeselde bilinmedik bir şey bulmak zorlaşıyor. Çarpıcı bir diğer şey ise Hakan Şükür ve Arif Erdem'in titiz bir çalışmayla bütün görüntülerden çıkarılmış olması. Bugün hangi pozisyonda oldukları bir yana, Terim’in başarısının en önemli unsurları arasındaydı bu iki isim. Bütün görüntülerden öylesine temizlenmişler ki, örneğin UEFA Kupası’na giden yoldaki maçlardaki kurguda bile hissediliyor bu durum. Ama ben bir futbolsever olarak Terim'in, birlikte yol aldığı, büyük başarılara imza attığı bu iki ismin bugünkü durumu hakkındaki fikirlerini de merak ederdim mesela…
2006 Dünya Kupası elemeleri play-off maçında İsviçreli futbolculara reva görülenleri de duymak isterdim mesela. Gerçekten maçın ardından 'futbolculara saldırın' diye işaret verdi mi? Sonrasında ne hissetti? Bugün ne düşünüyor o maç hakkında? Fiorentina ve Milan’ı çalıştırdıktan sonra ve hâlâ piyasası varken neden Avrupa’da kalmakta ısrar etmediğini de öğrenmek isterdim.
Futbol tarihine ilgi duyan herkes, Türkiye’de futbol mantalitesinin değişmesinde 1990 yılında Milli Takım’ın başına geçen Sepp Piontek’in yaklaşımının payının hakkını verir. Terim, Piontek’in yardımcısı olarak yaptıklarından, başarılarından bahsederken Piontek’in adını hiç anmıyor mesela. Belki andı kurguya kurban gitti bilmiyorum ama bir gerçeği de görünmez kılıyor bu durum.
Terim’in Fiorentina, Milan, Galatasaray ve Milli Takım’dan ayrılışlarını hep 'kişilerle olan husumetler' olarak sunması gayet anlaşılır. Ama biliyoruz ki birçoğu aynı zamanda sportif başarı elde edilemediği için ortaya çıkan krizlerdi. Belgeselde bu başarısız dönemler ya göz ardı ediliyor ya da ihale bir duruma ya da birilerine yıkılarak geçiştiriliyor.
Yazının başına dönersek. Nihayetinde uluslararası platformda yayınlanan bir belgeselden bahsediyoruz. Yukarıda sıraladığım bütün eksikler, belgeselin de gücünü azaltan, dramatik yapısını akamete uğratan, odaklandığı karakteri tek boyuta indiren şeyler. Ortalama 55 dakikadan üç buçuk saat izledikten sonra Terim hakkında bilmediğimiz ne öğrendik mesela? Ya da hangi bilgi bizi şaşırttı? Terim, başarılarını kamuoyu önünde; yanlışlarını ve zayıflıklarını ise kalın bir perdenin ardında yaşayan ve bundan dersler çıkarmayı bildiği için de hep zirvede kalan birisi. İşte iyi bir belgesel, Terim’in bize gösterdiği o ışıltılı imajın arkasına gizlemeyi başardıklarını da açık etmeliydi.
"Terim" belgeseli iyi çalışılmış, iyi paketlenmiş ama 'resmi' bir tarih anlatısı olmaktan öteye gidememiş bu haliyle. Fatih Terim’in bugüne kadar bize göstermek istediğinden fazlasını bulamadığımız bir yapım. İşin garibi ise biz seyirciler olarak çok daha fazlasını merak ederken, belgeselin yaratıcılarının buna ihtiyaç duymamış olması. Ya da istediler ama güçleri yetmedi. Belki de belgesel bile olsa kuralları Terim koydu, oyunu yine o kurdu!