Ozan Arif, Pir Sultan’ın düşmanıdır, benzeri değil!
Kemal Kılıçdaroğlu, Ozan Arif’i bu memleketin değeri sayıyor ve yaşadıkları süre boyunca haklının, iyinin, doğrunun yanında olan, dillerinden “barış”ı düşürmeyen insanlarla yan yana koyuyor. Bu yanılgıya düşen başka “solcu”lar da var. Yanılıyorlar. Onca laf ettim, bunu ayıp bulanlar olacak çünkü eskiler, “ölünün arkasından kötü konuşulmaz” derler. Hiçbir şey yapmamışsa konuşulmayabilir, evet ama bir insan ölülerimize saygı göstermemişse ona saygı göstermemiz beklenemez.
Murat Meriç*
DUVAR - Kemal Kılıçdaroğlu, Ozan Arif’i övmüş. “Övebilir” diyeceksiniz, “ne var bunda?” Övemez. İki tane oy için nefret suçu sahipleri övülemez. Geçmişini unutsa bugününü unutmaz. Diyelim ki 12 Eylül öncesinde yazdıklarını hatırlamıyor, ‘80’li yıllarda yaptığı kayıtlar eline geçmemiş ama ya bugün söyledikleri? İnsan onları unutsa bunları unutmaz. Sağcıları pek seven, sağ cenahtan oy devşirmek için inanılmaz taklalar atan Kılıçdaroğlu, zaman zaman kantarın topunu kaçırıyor, bu da o hareketlerden biri.
Kılıçdaroğlu’na söylenecek çok şey var ama gereksiz. Ozan Arif’i sahiden seviyor olabilir. Bence sevilecek bir tarafı yok. Adını birlikte andığı Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu Emrah, Neşet Ertaş gibi isimlerin yanında esamesi okunmaz. Kötü şiirler yazan bir “şair”. Müzisyenliği derseniz, Neşet Ertaş’ın tırnağı olamaz. Önemlidir, doğru. Kimse yokken o vardı ve inandığı davasına sonuna kadar sahip çıktı. Bu anlamda müzik tarihine yazılması gerekiyor. ‘70’li yıllara baktığımızda plak yapan üç-beş sağcı müzisyenden biri. Yanına Hilmi Şahballı, Genç Ozan Abdullah Kılıç, İlham Gencer gibi isimleri koyabiliyoruz ama bunları çoğaltamıyoruz. “Büyük”lüğü buradan. Sorsanız, “en” büyük “ozan”. Oysa “en”liği tek başına oluşundan. Rakibi yok. Olsa ne olurdu bilinmez ama davayı tek başına sazına yükledi, bugüne getirdi. Bu anlamda çabası takdir edilebilir ama onun için de elindeki sazı ne için kullandığına bakmak gerek.
Ozan Arif namıyla maruf Arif Şirin’in “ozan”lığı kendine yakıştırdığı lakaptan. Bana sorsanız şair. Kötü bir şair. İdeolojisini dizelerine yükleyen, bunun ötesinde söz söyleyemeyen onlarca “şair”den biri. Sağcı ya da solcu fark etmiyor, her iki cenahta da var bunlardan. Ozan Arif, kötü niyetli oluşuyla diğerlerinden ayrılabilir en fazla. Kötü, evet. İçinde kötülük var ve bunu dışarıya çıkartmak konusunda hiç nazlanmıyor. Herhangi bir şiirinin herhangi bir dizesinde izlerini bulabilirsiniz. İyilik, güzellik derseniz, dizelerine neredeyse hiç sinmemiş. Meşgalem gereği çok dinledim, çok okudum, oradan biliyorum. Şunu iddia edebilirim: Onu kendine bayrak eden ülkücülerin çoğu, Ozan Arif’i benden daha az dinlemiştir. Kötü çünkü. İçindeki kötülük bir yana, kötü sazcı. Sözleri derseniz, Yılmaz Özdil yazıları gibi: Herkesi kavrayabilecek bir dili ve kendince bir mizahı var ama asla komik değil. İstese de olamaz çünkü kaleminden, sazından nefret akıyor. Bu nefret ve içindeki öfke sadece sözlerine değil onları söylerken çakmak çakmak parlayan gözlerine de yansıyor. O kadar ki, o gözlerde başka bir duygu görmek mümkün değil. Her şey bir yana, gülümsemiyor. Tıpkı iktidardakier gibi.
Son deminde iktidarla ve o çok sevdiği üç hilalli bayrağı elinde taşıyanlarla ters düşmesi ya da başkanlık referandumunda “hayır” oyu vermesi onu sempatik kılmıyor ya da nefret bahsinde yan yana olmalarını engellemiyor. Bu mevzuda kayıtsız şartsız aynı noktadalar. Birleştikleri bu nokta, Kürt, Ermeni, Alevi nefreti. Görünen bu ama aslında (Türk addetmedikleri) bütün insanlardan nefret ediyorlar. Ozan Arif, bu nefretin tek ve mecburen büyük temsilcisi. Mecburen çünkü “büyük” olarak anılmasında biraz da yaşadığı sürgünün payı var. 12 Eylül sonrasında, tam olarak 24 Eylül 1980 günü, sınırlar açıldıktan hemen sonra Almanya’ya giden Ozan Arif, 5 Kasım 1991’de memlekete döndüğünde adı dilden dile büyütülmüş, kasetleri elden ele dolaştırılmıştı. Dinlenip dinlenmediğinden emin değilim, çünkü ülkücü camia o yıllarda Ahmet Kaya dinliyordu. Ahmet Kaya’yı “solcu” bulan bir kesim ise F. Kaya Kuzucu’nun kasetlerine kulak veriyordu. Sonra “ozan” döndü. Dönüşü hiç de öyle muhteşem olmadı. Ben Açıkhava’yı sallayacağını, art arda konserler vereceğini bekliyordum ama bu anlamda Gülhane konseri dışında kayda değer heyecanlı bir buluşma yok. Gördüğüm kadarıyla yok. Katıldığı televizyon programları ve Bahçeli polemiği dışında pek ortalıkta da olmadı.
Ozan Arif, inandığı davası yolunda ilerleyen bir isim. Dava, kendinden olmayanı (ve hatta davadan döneni) yok etmeyi emrediyor. Yoluna baş koyduğu başbuğundan aldığı emri çoğaltıyor, insanlara aktarıyor. Onu biraz olsun anlamak için yaptığı söyleşilere göz atayım dedim, elimdekileri ve bulabildiklerimi kurcaladım ama pek kayda değer sözüne rastlamadım. Soruları şakayla savuşturuyor, ne sorulursa sorulsun kendi istediği cevabı veriyor. Yapılmış en mantıklı söyleşilerden biri, Ruşen Çakır’ın “Nereye Gitti Bu Ülkücüler” (Metis Yayınları, 2003) adlı kitabında yer alan. Söyleşinin bir yerinde söz ülkücü hareketin bölünmesi bahsine geliyor. Ozan Arif, şu cevabı veriyor: “Diyarbakır’da HADEP’in belediye başkanına gösterilen şefkat, Yozgat’ta kendi belediye başkanına gösterilmezse böyle olur. Kendi gönüldaşlarına aslan kesilip Ecevit’in yanında siyam kedisi kesilirsen böyle. Yıllarca bu sevdanın destanını yazmaya çalışmış Ozan Arif’e bile ‘affet beni milletim, sistemin iti oldum / köpeklerle barıştım, kurtlarla kötü oldum’ dedirtirsen böyle olur.”
Yine aynı bahse döneceğim: İktidarla ters düşmesi, yazık ki kimilerine sempatik geldi ve CHP içinden bir kısım insanlar, karşı tarafı onun dizeleriyle vurmaya çalıştı. Hatırlarsınız, 12 Aralık 2018 günü mecliste 2019 yılı bütçesi görüşülürken CHP İzmir milletvekili Atila Sertel, onun bir şiirini okumuştu. Öncesinde, iktidarla arası iyiyken, ders kitaplarına da girdi Ozan Arif: 2012 yılında, Ekoyay Eğitim Yayıncılık tarafından 12. sınıflarda okutulmak üzere hazırlanan edebiyat kitabında Kılıçdaroğlu’nun bugün yaptığı yapılmış, Ozan Arif, Âşık Veysel ve Neşet Ertaş’la yan yana konarak öğrencilerden “yetiştiği ortam hakkında” bilgi istenmişti. “Ozan”, tam da o dönemde kinini yakınındakilere, “yetiştiği ortam”a doğrultmuştu. Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu’na savurduğu tehditler o yıllardan…
Ozan Arif ve tehdit kelimesi, ayrılmaz ikili gibi. Malatya’da misyonerlere yapılan saldırı sonrası Fox TV’de Objektif programına katılan Ozan Arif, şu cümleleri kurmuştu: “Biri çıktı tepkisini gösteriyor. Gayet normal, tepkiyi herkes göstermeli. ‘Biz Müslüman mahallesinde de salyangoz satarız…’ Ulan satamazsın, neyi satıyorsun? Öyle konuştun mu ben de böyle diyeceğim. Biri almaz, iki almaz salyangozu alır münasip bir yerine sokarlar adamın!” Program sunucusu Kadir Çelik’in “aman aman” çıkışı ve Toktamış Ateş’in yumuşatma konuşması, bu sözleri kabul edilebilir kılmıyor. Kabul edemeyeceğimiz bir şey daha var: İsmail Türüt tarafından seslendirilen ve çok tartışılan “Plan Yapmayın Plan” adlı şarkının sözleri Ozan Arif’in aynı adlı şiirinden… Hrant Dink cinayeti sonrasında yazılan, katilleri savunan bir “şiir” bu: “Bırakın çan çalmayı / Ermenici olmayı / Millet böyle dolma / Yutmaz Karadeniz’de // O gün öyle desinler / Bugün böyle desinler / Fatihalar Yasinler / Bitmez Karadeniz’de…”
Karadeniz’i iyi biliyor Ozan Arif çünkü oralı. Çocukluğu ve ilk gençliği Giresun – Samsun hattında geçmiş. Öğretmenlik yaptığı yerler de buralar. Memleketi terk etmek durumunda kaldığında öğretmenliği de bırakmış. Sonrası sazı, sözü.
Kemal Kılıçdaroğlu, Ozan Arif’i bu memleketin değeri sayıyor ve yaşadıkları süre boyunca haklının, iyinin, doğrunun yanında olan, dillerinden “barış”ı düşürmeyen insanlarla yan yana koyuyor. Bu yanılgıya düşen başka “solcu”lar da var. Yanılıyorlar. Onca laf ettim, bunu ayıp bulanlar olacak çünkü eskiler, “ölünün arkasından kötü konuşulmaz” derler. Hiçbir şey yapmamışsa konuşulmayabilir, evet ama bir insan ölülerimize saygı göstermemişse ona saygı göstermemiz beklenemez. Şüphesiz ülkücü hareketin, sağ cenahın önemli bir ismi Ozan Arif ama tam da bu yüzden sözlerimizi esirgememek gerek çünkü yaptıklarıyla bu ülkede nefret tohumunu eken, bu kadarla yetinmeyip onu sulayarak büyüten bir isim. Ne Neşet Ertaş’la yan yana gelebilir ne Âşık Veysel’le ne de diğerleriyle. Böyle biline.