“Türkiye'nin kurtuluş reçetesi Mustafa Kemal'in hayat hikâyesidir.” denilen kitabın içeriğine, iç sayfa tasarımına dair tek bir kelime edilmiyor. Eğer Ekim 2018’de basılan ve yüz binler satılan kitabın aynısı ise kitabı koleksiyon kitabı yapan ne? Boyutu, işçiliği ve malzemesi mi? Kitap, Atatürk’e ait hiç yayınlanmamış ya da az bilinen büyük görsellerle mi bezeli?
Yılmaz Özdil’in sınırlı sayıda basılan Mustafa Kemal koleksiyon kitabı daha satışa sunulmadan büyük tartışma yarattı. Kim ne derse desin, kitabın satışa sunulmadan önceki reklam stratejisi ve satışa sunulma şekli büyük bir pazarlama başarısı. Hele de aynı kitabın karton kapak baskısının (şu an kitapçılarda 35 TL) önceden, Ekim 2018’de satışa sunulduğunda, daha ilk haftadan 500 bin adet sattığı düşünülürse.
Kitabın satış stratejisi şöyleydi: Sınırlı sayıda, Atatürk’ün doğum yılı olan 1881 adet basıldı. Satış öncesi reklamlarda dramatik bir müzik eşliğinde nasıl özenle elle ciltlendiğini görüyoruz. Satışı sadece internet üstünden. Kitabın ballandıra ballandıra anlatılan özel deri kapağına, kağıdının cinsine ve gramajına, 10 Kasım adı verilen yazı fontuna, karton kutusuna kitapçıda bakma, dokunma, sayfalarını karıştırma şansı yok. Daha da merak uyandırıcı. Satışına Atatürk’ün ölüm saati 9’u 5 geçe başlanıyor. Yayınevi, bu koleksiyon kitabın ederini ise 2500 TL olarak belirledi. Ve piyasanın arz talep dengesi içinde Özdil’in Mustafa Kemal kitabı ilk dört saatte tükendi.
Aslında tüm bunlara söylenebilecek bir şey yok. Tabii eğer Türkiye şu an normal koşullarda olan ve olağan bir süreçten geçen bir ülke olsaydı. Ama maalesef öyle değil. Özdil de herhangi birisi değil. Atatürkçülüğün ya da Kemalizm’in güçlü bir sesi, hatta neferi. Kitabını, “Türkiye’nin kurtuluş reçetesi” olarak sunmasının nedeni de bu. Zaten tartışmalar da buradan kaynaklanıyor. Kitap, ideolojik bir nesneye indirgeniyor, herkes kitap üzerinden kendi tarafını belirliyor ve artık ezberlediğimiz retoriklerini tekrarlıyor.
Kısır tartışmaları tekrarlamaya hiç niyetim yok, en azından mevcut şekli ile. Ancak kitabın en çok öne çıkarılan ama fiyatı dışında hiç konuşulmayan, tasarım ürünü olarak nasıl bir nesne olduğuna bakılması gerekiyor, kitap denilen nesnenin doğası hakkında düşünebilmek için. Çünkü hiçbir tasarım masum değildir. İçinde bulunduğu dönemin toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasal ortamından etkilenir. Tasarıma ait verilen her karar, gizlice tasarımın nasıl söze döküldüğüne, biçimine anlam katan söylemlerine sızar. Bu ister bir yapı, ister bir sandalye, ister bir kitap olsun değişmez.
KİTAP TASARIMI HAKKINDA
Tasarım yapmak dışarıdan bakıldığında ve hatta çoğu zaman tasarım dünyasında sonsuz bir özgürlük alanı olarak görülür. Olasılıklar sonsuzdur. Her şey imkan dahilinde gibidir. Ama bir yandan da mesela yapı ise taşıyıcı sistemi, sandalye ise insan anatomisi, kitap ise geçmişten gelen sarsılmaz konvansiyonlar birer kısıtlayıcı olarak görülürler. Oysa tasarımcı öncelikle bir zanaatkardır. İşi yapmayı bilendir. İç disiplin gerektirir. Bu sayede zanaat, tasarımı ve onun sanatla olan ilişkisini olanaklı kılar. Öbür türlüsü keyfiliktir. Farklı ve yeni bir şey yapacağım derken kolaylıkla aşırı tasarım (over design) ve popülizm tuzağına düşülebilir.
Mimari tasarım derslerinde öğrencilerimden biliyorum. Yeni ve modern bir yapı tasarlayacağım diyerek, çelik ve camdan yapılmış bir öneri ile gelirler. Tasarımı sadece malzemeye indirgerler. Modern ile çağdaşı karıştırırlar. Onlara çeliğin 19’uncu yüzyıl, camın ise 15’inci yüzyıl ürünü olduğunu hatırlatırım. Kimi mimarlarımız ise bugünlerde pek revaçta olan Osmanlı Selçuklu tarzı mimarlığa lanet okuyor ve günümüzü yansıtan çağdaş yapılar talep ediyorlar. İlla eleştirilecekse (ki bence eleştirilmeliler) yanlış yerden eleştiriyorlar. Çağdaş kelimesinin bugüne ait demek olduğunu unutuyorlar. Bugün yapılan her yapı çağdaştır.
Mimarlığın nasıl çok eskilere dayanan bir geleneği varsa, aynısı kitap için de geçerlidir. Hatta kitap çok daha zor bir tasarım nesnesidir. Üstünde oynanmasına pek izin vermez. Boyutları, kağıdının rengi, gramajı, satır aralığı, yazı fontu ve okunma rahatlığı ile yeni ve moda olana direnir. Okurken elinizde rahat tutulacak boyutlarda olmalıdır. Genelde saman kağıdı rengine tırnaklı ya da tırnaksız fontta yazılır. Beyaz üstüne olanları okumak hep zor gelmiştir bana, harflerle zemin arasındaki güçlü kontrastttan dolayı. Fazla iri ya da küçük font ve dar satır aralığı yine okuma rahatlığını bozar. Yapacak pek bir şey yokmuş gibi duruyor. Ancak bir kitabın tasarımı bunlarla sınırlı değildir, adım adım, çeşitli örneklerle derinlere inelim.
Mimarlık tarihçisi ve eleştirmeni Uğur Tanyeli’nin “İstanbul 1900 – 2000: Konutu ve Modernleşmeyi Metropolden Okumak” kitabı Akın Nalça Yayınları’ndan 2004 yılında çıktı. Kitabın tasarımcısı Bülent Erkmen. Kitap, dikdörtgen değil, alt kısmından matbaada bilerek yamuk kesilmiş. Yazılarda kimi yerde beyaz zemin üzerine özel bir font, kimi yerlerde ise mavi zemin üzerine kalın (bold) bir font kullanılmış. İnsan okurken zorlanıyor. Kenar boşlukları standart değil ve kitabı bazen ikiye ayırırcasına açmak gerekiyor. Kütüphanenize koyduğunuzda ise sıralı kitaplar arasında bütün düzeni bozuyor, kendisini göstermek için çırpınıyor, diğer kitapların önüne geçiyor. Üstelik tüm bu tasarım oyunlarının, kitabın içeriği ile hiçbir alakası yok. Bahsettiğim keyfilik ve aşırı tasarım işte bu.
Mesele sadece biçim meselesi değil tabii ki. Kitabın kapağı, önüne yerleştirilecek resim başlı başına bir sorun. Kapağı başka, içi bambaşka çok kitap gördüm. İçlerini çok değerli bulduklarım ama kapağından nefret ettiğim, yayıncının gösterdiği özensizliğe hayret ettiklerim oldu. Allah’tan tersi, özel durumlar da yaşanıyor. Ursula K. LeGuin’in Metis Yayınları’ndan çıkan “Mülksüzler” ve “Yer Deniz Üçlemesi”nin kapak ve iç resimleri, Türkiye baskılarına aittir. Resimler, çok erken bir zamanda aramızdan ayrılan Deniz Bilgin tarafından resmedildi. Bilgin, kendisini yakından tanıma şansı bulduğum mütevazı güzel insanlardan biriydi. Zaten dünyası sürüngenler, tuhaf insan ve yaratıklar, uzak diyarlar ile döşeliydi. Yazarın sözü ile ressamın çizgisinin buluştuğu nadir kıymetli kitaplardandır, bunlar. Evinizde varsa lütfen tekrar, bir de bu gözle bakın. Bilgin, çizimleri ile kitaplara ayrı bir can katmıştır. Kitapları her elime alışımda bu ayrıntıyı bilmek bende hüzün ile keyfin iç içe geçtiği apayrı bir bağ yaratır.
ÖZDİL'İN MUSTAFA KEMAL KİTABI TASARIMI
Tasarım salt biçimle değil, o biçime gerekçelendiren anlamlar ve gerekçeler arasındaki anlam bütünlüğü ile ilgilidir. Tasarım yerine konsept de diyebilirsiniz. Özdil’in kitabına, şimdi bu anlayışla yeniden bakalım.
Daha önce başka kitapların tanıtımları ve kitap tasarımları hakkında yazmıştım. Ancak ilk defa cildine, sayfalarına dokunmadığım, ağırlığını tartamadığım, sayfalarını, kağıdının gramajını, yazı fontunu bilmediğim bir kitap hakkında yazıyorum. Sadece daha önceki, karton kapak (35 TL) olan baskısını inceleme fırsatı bulabildim. Bu nedenle buradaki her hata tümüyle bana aittir.
Koleksiyon kitaplar, kitabın konvansiyonları üzerinde rahatça oynanabilen, okumaktan çok satın alan ile kitap arasında manevi bağ kuran kitaplardır. Bu yüzden daha da değerlidirler. Bahsettiğim fiyatı değil. Kitaba ve okuyucunun duygularına gösterilen özen.
İlk duyduğumda kitabın baskı adedi ile satışa çıkma saati arasındaki tuhaflık dikkatimi çekmişti. 1881 adet, Atatürk’ün doğum tarihi. Baskı adedi olarak bir başlangıç seçilmiş. Ancak satış saatinin bir bitiş, 9’u 5 geçe olması rahatsız etmişti. Hem kitap Özdil’in ağzından Türkiye’nin “kurtuluş reçetesi” olarak sunuluyor ve Atatürk’ün adını yaşatmayı amaçlıyor hem de bir son ile ilişkilendiriliyordu. Madem sayılar üzerinden birbirlerine bağlı gerekçeler kuruluyor (ki koleksiyon bir kitabın buram buran pazarlama stratejisi kokmasına ne gerek vardı) İkinci bir başlangıç, Cumhuriyet’in mecliste 20:30’da ilanı yani ikinci bir doğum daha tutarlı olurdu.
Kitabın kapağı sade. Kapağının ortasında sadece “Mustafa Kemal” imzası var. İmza kişiye özeldir, kişinin kendi yazdığı bir belgenin, Nutuk gibi kendi yazdığı edebi eserin parçası olabilir ama hakkında yazılan bir kitabın kapağında işi ne? Ayrıca neden “Mustafa Kemal” imzası? Şimdiye kadar basılı “Nutuk” kitaplarına baktım, kimilerinde kitabın adı ile beraber imzası da kullanılmış; “Kemal Atatürk” ya da “Gazi Mustafa Kemal” biçiminde. Ama Mustafa Kemal imzasına rastlayamadım. Tarihçi olmasam da, bu imzanın nereden türediğini ve Atatürk’ün hangi dönemine işaret ettiğini bilmemiz hakkımız. Herhalde son 10 yılını verdiğini ve 7 bin sayfa not tuttuğunu söyleyen Özdil’in buna bir cevabı vardır.
Kitabın haki yani toprak rengi cildinin Mustafa Kemal’in üniformasından esinlendiği söyleniyor. Bildiğim kadarı ile Atatürk, cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren üniformasını bir daha giymedi. Kitabın içeriğinde Mustafa Kemal’in savaşçı yönü mü yoksa kurucu ve devrimci yönü mü vurgulanıyor? İçerik ile renk arasındaki bu ilişki neden tek bir özelliğine indirgenmiş?
Kitabın daha satışa sunulmadan önceki reklamlarında, internet satış sitesinde ve en sonunda Kırmızı Kedi Yayınevi’nin Beşiktaş’taki şubesinde cam fanus içinde sergilenirken kitabın iç sayfalarına ait tek bir görsel yok.
Cildinde ve kutusunda shantung-s cilt bezi kullanılmış. Japonya'da sırf bu iş için üretilmiş.
İsveç'ten munken pure kağıt ve Almanya’dan gmund color glatt getirilmiş. Özel olarak renklendirilmiş deri kullanılmış. Tamamı elle ciltlenmiş. Hat sanatıyla 1'den 1881'e kadar numaralandırılmış. Özel muhafaza kutusu varmış. 20.5x28 boyutunda ve 1.8 kilogram ağırlığındaymış. –Mış, -mış, -mış… Her şey dışı ile ilgili, içine dair bilgi, iç sayfa tasarımına ait bir görsel bulamadım. Demek 2500 TL sadece bu özelliklerine ait, daha ötesi yok.
“Türkiye'nin kurtuluş reçetesi Mustafa Kemal'in hayat hikâyesidir.” denilen kitabın içeriğine, iç sayfa tasarımına dair tek bir kelime edilmiyor. Eğer Ekim 2018’de basılan ve yüz binler satılan kitabın aynısı ise kitabı koleksiyon kitabı yapan ne? Boyutu, işçiliği ve malzemesi mi? Kitap, Atatürk’e ait hiç yayınlanmamış ya da az bilinen büyük görsellerle mi bezeli? O çok meşhur 10 Kasım fontunu göremeyecek miyiz? Zaten kitabın iç tasarımcısı Joelle İmamoğlu sonradan böyle bir font olmadığı ve “Bird Script” yazı fontunun modifiye edildiğini söyledi. Bu yayıncılık hayatında çok yapılan bir şeydir. En azından bu modifiyenin nasıl bir şey olduğunu görebilseydik.
Özdil, bu kitabı 10 yıldır düşündüğünü, iki yıldır üzerine yoğun çalıştığını ve 7 bin sayfa özet çıkardığını söyledi. Ortada ciddi bir çalışma ve emek var. Sonuna eklenecek bir kaynakça, kitabı sadece koleksiyon kitap olmaktan çıkarır, aynı zamanda önemli bir başvuru kitabı haline getirirdi. Dışına gösterilen özenin en ufak bir parçası neden içeriğine gösterilmedi; biçiminin fiyatı arttırılırken, neden içeriğinin değeri ucuzlatıldı?
Demiştim, kitabın iç sayfalarını göremedim. Sadece kitapçılarda bulunan karton kapaklı versiyonuna bakabildim. Bir akademisyen, hoca ve kitapsever olarak gördüklerim beni çok şaşırttı ve ürküttü. Doğru düzgün kurulmuş, birbiriyle ilişkili paragraflar yok. Her cümle bir satır. Tıpkı öğrencilerim arasında çok yaygın olan, akıllı telefonla mesajlaşmalar gibi. Yeni nesil sınavlarda iki cümleyi bir araya getiremiyorlar, kırık dökük şeyler yazıyorlar. Böyle mi olmalıydı, kitabın anlatısı?
Özdil, eleştirilere aynı sertlikte cevap verdi. Bu doğalgaz – elektrik faturası değil, almak zorunda değilsiniz. İstesek piyango çekilişi ile de dağıtabilirdik gibi sözler sarf etti. Kitabını, bir türlü kitap olarak savunamadı. Faturaya, piyango biletine benzetmekten öteye gidemedi. Keşke şimdiye kadar yazılmış Atatürk kitapları arasındaki farkı ve yerini sakince söyleyebilseydi. Anlaşılan Atatürk’ün diplomat yönünü unutmuş.
Buraya kadar yazdığım her şey kitabın tasarımına ya da konseptine aitti. Tekrarlıyorum, hiçbir tasarım masum değildir.
SON SÖZ
Özdil’in bir de çocuklar için yazdığı “Mustafa Kemal Atatürk ve Doğa; Hayvan Sevgisi; Sanat…” dizisi var. İlkokul yıllarımın Cin Ali, Çocuk Kalbi, Pinokyo gibi kitaplarını düşününce aklıma geldi. Ne oldu da, ne zaman çocuklarımıza eril ve güçlü bir figür üstünden hayatı öğretmeye başladık? Atatürk'e karşı olduğumdan değil; böylesine bir idealleştirme ile çocuklara hayatı anlatmayı anlayamıyorum.