Geçen hafta Türkiye’de gündem olan, epey tartışma yaratan iki habere yayın yasağı geldi. Haklı ya da değil, usule uygun ya da aykırı… Maaşlar, tahsisler somut birer gerçek olmasına rağmen haber yapmak ve tartışmak yasaklandı. Trafik kazaları, toplumsal olaylar herhangi bir habere bir anda yasak gelebiliyor. Bu Türkiye medyasında yeni bir uygulama. Hangi toplumsal yararı olduğu anlaşılmayan, neredeyse salt haber öznelerini korumak için konmuş, haberlerin yayılmasına yönelik engellemeler konuyor. Bu engellemeler nasılsa ekseriyetle hep muhaliflerin diline doladığı konularda, iktidar çevrelerini koruyacak şekilde gerçekleşiyor.
Bize büyük özgürlük getireceğini sandığımız internet, güçlü merkezi yönetimlerin, kontrolcü devletlerin ve büyük uluslararası şirketlerin elinde tam bir baskı ve kontrol aracına dönüştü. Kullandığımız telefonların, uygulamaların, sosyal medyanın ticari olan her şeyin hizmetine girdiği yetmezmiş gibi siyasete de karıştığını artık biliyoruz. Acaba tek tek bireylerin kontrol altında tutulmasına yönelik hangi hizmetleri var? Bunun detayları da ileride ortaya çıkacaktır. Ama bu arada haber sitelerinin ve haberden söz eden sosyal medyadaki her tür hareketliliğin yoğun bir kontrol ve cezalandırma kıskacında olduğu aşikar. Bize anında haber veren internet, anında haberin kesilmesine de imkan sunuyor. Bir gazetenin on yıllık arşivini yasaklamanız eskiden mümkün değildi. Yüzlerce kütüphanede, binlerce evde yer alan tek tek basılı her gazeteyi yok etmek, ulaşılmaz kılmak neredeyse imkansızdı. Ama artık anlık bir şey.
Gerçi son yıllarda gazete okuyan da televizyon seyreden de kalmadı diyebiliriz. Bunun en büyük sebebi iktidarın, ana medyanın tamamını kontrol etmeye başlaması. Böylece, muhalif fikirlere açık olanlar için bu medya anlamını ve işlevini yitirdi. Çünkü artık hiçbir şey güvenilir değil. En küçük ve siyasi görünmeyen bir haberin bile eğilip bükülmediğini, sizi ilgilendirecek haberlerin bile isteye dışarıda bırakılıp bırakılmadığını bilemiyorsunuz. Artık doğru olsa bile gördüğünüz her habere kuşkuyla bakmaya başlıyorsunuz ve yönlendirilmiş olsun olmasın bir gazetenin her sayfasındaki her satır sizin için gerçekliği sorgulanır bir hale geliyor. Boşuna değil, bir asırdır bilinen bir gerçekti, bir gazetenin en büyük sermayesi güvenilirliğidir. Bu güvenilirliği yitirince memleketin en büyük gazetelerinin bile tirajları kuşa döndü. Haber bültenlerini, tek sesli tartışma programlarını kimse açmaz oldu. Devasa Doğan Medya Grubu’nu devralıp gazete ve televizyonlarını etkisizleştirenler şimdi göründüğü kadarıyla çeşitli çareler peşinde. Uzun yıllar içinde oluşturduğu kendi okurundan, izleyicisinden kopmuş bir medyanın seçim kazandırmayı bir yana bırakın, kaybettireceği ispatlanmış oldu. Türkiye’nin en büyük gazete ve televizyon markaları, satın alınıp bir depoda çürümeye terk edilen hesapsız yatırımlara dönüştü. Ama tabii belki de hedeflenen tam da buydu…
Aslında medyanın tek sorunu siyaset değildi, teknoloji uzun zamandır geleneksel ana medyayı tehdit ediyordu. İnternet, akıllı telefonlar, akıllı televizyonlar vs. derken geleneksel medya yavaş yavaş kan kaybedecekti. Zaten, Türkiye’de pek çok güçlü gazete ve televizyon internette var olmanın yollarını arıyor ve dijital dönüşüm yolunda kendince birtakım ilerlemeler kaydediyordu. Türkiye’nin siyasi gelişmeleri, bu dönüşümü gerçekleştiremeden o medya markalarının hızlı biçimde çaptan düşmelerine neden oldu.
Eskinin etkili markalarının olmadığı bir medya düzeni aslında sadece haberin alıcısı olan okur için değil, haberin öznesi olanlar hatta reklam verenler için de sorunlu bir durum. İş ve politika dünyası için de alışıldık yöntemlerin artık bir karşılığı yok. Güvenilir ve çok etkili medya organlarını, medya simalarını ikna etmek bir fikri ya da ürünü ulusal çapta yaygınlaştırmak için yeterliydi. Şimdi değil. Artık çok daha yaygın tanıtım yapmak, yeni medya araçlarının henüz ispat olmamış, güvenilirliği tartışmalı yöntemlerinden yararlanmak zorundasınız. Yani internet şimdilerde neredeyse tek iletişim aracına dönüşmüş durumda. Tabii ki internette bir zamanların Sabah ya da Hürriyet gazeteleri gibi devasa kurumlar, Kanal D’si, NTV’si gibi etkili kanallar yok. Burada bir çokluk durumu hakim. Artık daha yaygın ve kalabalık bir iletişim stratejisi izlemeniz gerekiyor. Aslında bu anlamda daha demokratik bir medya düzeni olduğunu söyleyebiliriz. Ama temel sorun bu çokluğun aktörlerinin habercilik bakımından en iddialı olanlarının, ekonomik sürdürülebilirliğinin tehlike altında olması. Yani haber siteleri para kazanamıyor. Dolayısıyla ekonomik bağımsızlıkları ve dolayısıyla varlıkları hep bir pamuk ipliğine bağlı. Buna karşın, sosyal medya fenomenleri milyonlarca kullanıcıya doğrudan ulaşma vaadiyle bu alanda hem de para kazanabilen bir seçenek oluşturuyor. Ben kendi adıma, makyaj, yaşam biçimi vs. fenomeni olarak ortaya çıkıp haber sitelerinin ihtiyaç duyduğu reklam gelirini kendine çeken ve yaptıkları tanıtımlarla birer futbol yıldızı gibi kazanmaya başlayan yeni yetme sosyal medya fenomenlerinin, tamamen geçiş dönemi ürünü olduğunu, bu denizin pek yakında onlar için sona ereceğini, umutsuzca gemiyi bu fenomenlere bağlayan firmaların daha akıllıca yöntemlere yöneleceğini düşünüyorum. Ama bu arada ana medyanın çökmesinden sonra ‘bir nevi’ sosyal medya fenomenine dönüşen gazetecilerden söz etmenin de gerekli olduğunu görüyorum.
Bağımsız haber siteleri kadar tek tek sosyal medya hesapları da pek çok gazeteci için bir varoluş alanına dönüştü. Her gün yüz binlerce kişiye ulaşan siyaset ve ekonomi yorumcuları hatta kültür sanat gazetecileri var. Anlatacak bir şeyi olan herkesle birlikte ülkenin medyasını kaybeden yetişmiş gücü de buradan bir yol buluyor kendine. Periscope’tan yayın yapmak, Youtube kanalı açmak, kişisel blog'unda düzenli yazmak, Twitter ve Instagram’dan da destek alarak bazen bir fenomene dönüşmek, işini yapamayacağı sanılan pek çok gazeteci, haberci ve yorumcu için bir yeni medya oluşturdu. Bu politik fenomenlerin buradan bazen sembolik bazense dişe dokunur bir gelir elde ettiklerini de söyleyebiliriz. İnternet ortaya çıktığından bu yana söylenip duran, ‘içerik her şeydir’ sözü hiç bu kadar doğrulanmamıştı. Bugün gerçek ve doğru içerik üretenler kendine çoğu kez bir karşılık buluyor. Gazete ve televizyonlarla ilişkisini kesen milyonlarca insan, internette videolar, haber siteleri, blog'lar, podcast’ler arasında gezinirken kendilerine yeni kahramanlar keşfediyor. Yeni bağlar ve bağımlılıklar kuruyor. Sadece sesini duyurmak, pes etmemek için bu alana giren eski medyacılar ise kendilerini bile şaşırtan bir ilginin tadını sürüyor.
Tabii en baştaki mesele, yani devletin internet ortamını sımsıkı kontrol altında tutma tutkusu henüz milyonlarca eğlence videosu, milyarlarca merak blog'u arasında kendine bir yer açabilen yorumcuları keşfetmemiş gibi görünüyor. Evet biliyoruz, düşünce her zaman akacak bir yol bulur kendine. Mecralar tıkandıkça yenileri keşfedilecek… Ama esas ve en önemli çare düşünce ve ifade özgürlüğünün, serbest haber alma ve verme hakkının tekrar evrensel ilkeler olarak hayatımızda yerini almaları ve titizlikle korunmalarıdır.
Bana bu satırları yazdıran, içinde bulunduğumuz kıskacın kollarını biraz olsun gevşeten nadir mecralardan biri olan gazetemiz Duvar’ın üçüncü yaşı oldu. Gazete Duvar, üç yıldır bağımsız ve gerçek haber almak isteyenlerin, özgün ve iyi bir içerik okumak isteyenlerin her gün defalarca girip çıktığı iki üç internet sitesinden biri olarak varlığını sürdürüyor. Habere, haberciye verdiği önemle, yazıya ve düşünce üretene verdiği değerle farklı bir yerde duruyor Duvar. Baştan beri toplumun dezavantajlı kesimlerinin yanında, muktedirlerin karşısında ama her zaman gerçeğin tarafında durarak gittikçe yükseliyor. O nedenle emeği geçenlere bir kere de buradan teşekkür edelim. Yeni medya düzeni denilen şey her ne ise, onun içinde böyle iç açıcı işlerin de olması çok değerli ve umut verici…