Özgür: 'Memleket sineması yapıyorum'

Yönetmen Ali Adnan Özgür sinemacı olma serüvenini bizimle paylaştı. Toprağın Çocukları'nın yönetmeni, filmin devamını çekeceğinin de müjdesini verdi.

Abone ol

Köy enstitülerini konu alan 'Toprağın Çocukları'nın yönetmenliğini yapan, ardından 'Adana İşi' ve 'Hep Yek' gibi gişe filmlerinin de yönetmeni olan Ali Adnan Özgür ile ilk filmini, bağımsız sinemanın günümüzdeki yerini ve sinema- futbol ilişkisini konuştuk. "Yapımcının varlık sebebi şudur: Bir filmin var olmasını sağlamak… Futboldaki teknik direktör ve kulüp başkanı ilişkisi gibi… Mesela şu an Beşiktaş'ın durumu... Şahane teknik direktör, şahane başkan… Mis gibi gidiyorlar."

İzlediğiniz ilk filmi hatırlıyor musunuz?

Trabzon’da, 4 ya da 5 yaşlarındaydım, sinemada Uçurtmayı Vurmasınlar filmini izledim. Aradan yıllar geçtikten sonra, o filmdeki Barış karakterini oynayan Ozan Bilen ile tanıştım ve çok duygulandım. Çünkü o film, sinemacı olmama sebep olan filmlerden biridir ancak sinemacı olmamım sebebi galiba Neredesin Firuze.

'Toprağın Çocukları' filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu?

Toprağın Çocukları ne yazık ki benim ilk filmim! Neden? Çünkü çok büyük ekonomik zorluklarla çektik o filmi. Ben yönetmen olarak hazır değildim. Ruhum da bu filmi çekmeye hazır değildi. Ama çekmem gerekiyordu. Üç haftada çektik ve çok büyük ekonomik zorluklarla çektik.

Yüz figüran kullanmamız gereken sahnede dokuz figüran kullanmak zorunda kaldık. Beş yüz tane kostüm diktirmemiz gerekiyorsa elli tane diktirdik. O yüzden de film çok eksik… Bugünden bakınca da o filmi eksik buluyorum. Ne yazık ki kariyerimi taşıyacak bir film olarak da düşünmüyorum. Muhtemelen kırk yaşından sonra yapacağım filmler kariyerimi oluşturacak. Çünkü henüz bir yönetmen olmadım. Yönetmenliği öğreniyorum daha.

'BAĞIMLI VE BAĞIMSIZ SİNEMA DİYE BİR AYRIM YOK'

Toprağın Çocukları Köy Enstitüleri konu alan bir film aynı zamanda… Köy Enstitülerinin bugünkü siyasal tartışmalardaki yerini de düşündüğümüzde politik bir film yaptığınızı söyleyebilir miyiz?

Tam olarak politik bir film… 1944-1945 döneminde geçiyor, o dönemin askerine, halkına dair göndermeler yapıyor, o dönemin siyasini yapısını yansıtıyor ve bu sebeple de politik bir film.

Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz?

Kategorize etmeyelim, kim yaptığı sinemaya ne demek istiyorsa desin. Ben memleket sineması yapıyorum. Umarım dünya sineması da yaparım. Senin filmin sana, benim filmim bana.

Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru?

Onu şöyle tanımlayalım bence: Bağımsız film ve bağımlı film. Öncelikle gişe filmleri yapımcıya bağımlı… 'Mazlum Kuzey' ve 'Adana İşi' benim gişe filmlerim ve yapımcıya bağımlı. Yapımcının beklentisi de gişe… Dolayısıyla da para bekliyorlar. 'Bu filmi şu kadar kişi izleyecek ki biz para kazanalım.' Ve ben o filmde, bağımlıyım. Çünkü oyuncudan yana özgür değilim, pr'dan yana özgür değilim… Çünkü bir amacı var o tarz filmlerin.

Toprağın Çocukları'nın da, Ufuk Bayraktar'ın yönetmenliğini yaptığı, benim de yapımcısı olduğum 'Kümes' filminin de, şu an çekimlerini bitirdiğim 'Kan Parası' filminin de gişe gibi bir amacı yok. Bir eser bırakmak için bağımsız film yapıyorum ben. Ben öldükten sonra köy enstitüleriyle ilgili Türkiye’de yapılan ilk film hangisi diye baktıklarında, Toprağın Çocukları'nı görecekler.

Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz?

Bağımsız sinemanın ekonomik bir beklentisi yokmuş gibi davranıyorlar aslında ama deli gibi var. Biz bağımsız sinemayı yanlış anlıyoruz. Tarkovsky'nin suyunun suyunun suyu… Sıkıcı sıkıcı planlar… Buna benzetmeye çalışıyoruz her şeyi. 28 dakikalık tek planlar filan… Tek planın hepimiz hastasıyız ama içeriğinin kimseyi ilgilendirmeyeceği için, boş, amaçsız gibi görünen şeyler…

Bana kalırsa sinema bile sayılmaz. Bir yaprağı sallanırken çekelim, 3 dakika koyalım filme ya da bir vatandaşın bankta oturmasını 15 dakika öyle izleyelim. Bir tane film izledim festivalde, iki tane adam karşılıklı konuşuyorlar ve 14 dakika sürüyor. Dünyanın en sıkıcı sahnesi… Ne konuştukları da belli değil. Allah aşkı için ya, bunu ben izlemiyorum, normal vatandaş izler mi? Çıktım gittim filmden ya… Bence bunun sinemada bir karşılığı yok. Mesela 'Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?' filmi, hem bağımsız filmdir, hem festivallerden ödül almıştır hem de gişe yapmıştır.

Bence sıkıcı filmleri yapanlar şöyle düşünüyorlar: Biz böyle sıkıcı sıkıcı film yapalım, kimse de bu filmlere gitmesin, gidenler de ölsün! Mesela 'Çoğunluk' diye bir film var. Sıkıcı diyebilir misin ona? On numara film. Akıyor. 'Takva' filmine sıkıcı diyebilir misin? 'Gemide' filmi mesela… Bunlar hem gişe hemde on numara festival filmleri… Bağımlı ve bağımsız sinema diye bir şey yok. İyi film ve kötü film var.

'TOPRAĞIN ÇOCUKLARI'NIN DEVAMINI ÇEKECEĞİM'

Toprağın Çocukları o dönemde festivalden ödül almıştı sanırım, gişe de yaptı diye anımsıyorum.

.

Tabi canım. 60 bin gişe yaptık. O dönem Antalya’da yarıştığım diğer on filmin toplamı 24 bin gişe yaptı. Bir film sıkıcı olmadan ve bağımsız olarak üretilerek seyirci bulabiliyor. İleride param olursa Toprağın Çocukları’nın devam filmini çekeceğim zaten.

Etkilendiğiniz yönetmenler var mıdır, varsa kimlerdir?

Bir kere Ezel Akay… Onun yanında yetiştim. Sinemacı olmamın sebeplerinden biridir o. Neredesin Firuze? filmini izlediğimde çok etkilenmiştim.

Onun dışında… Bir kere şunu söyleyeyim Tarkovsky’yi sevmiyorum. (gülüyor) Emir Kusturica’yı, Tony Gatlif’i, Tarantino’yu, Christopher Nolan’ı, Gut Ritchie’yi çok severim.

En beğendiğiniz film nedir?

Şekerpare’yi çok severim. Sanıldığı kadar basit ve sadece komedi olan bir film değil. Altı dolu dolu siyasi bir film aynı zamanda…

Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?

Şener Şen’in bir filmde karısına yakalandığı bir sahne var hani, sekteri daktilonun başındadır, Şener Şen don gömlek sekterine işle ilgili bir şeyler yazdırır ve Perran Kutman içeri girer.

"Yaz kızım 200 torba çimento…" O sahnenin hastasıyım. Bence dünyanın en komik sahnesi o.

Sinema- edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?

Ben çok edebiyattan anlamam. Tıptan da anlamam ama tıp bilimine saygı duymadığım anlamına gelmiyor bu. Edebiyata da çok saygı duyuyorum. Mesela son filmim Kan Parası'nda edebiyatçı bir senarist ile çalıştık. Dilek Kangal bütün hayatını edebiyata adamış bir kadın ve Kan Parası'nda beraber çalıştık. O yüzden edebi dil kullandık son filmde. Ben bu zamana kadar hiç yazdığım bir filmin yönetmenliğini yapmadım. Yapanların hastasıyım ama ben iyi bir yazar değilim.

Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?

Leş gibi olduklarını düşünüyorum. Yetki verseler, hepsini kapatırım. Her sene on bin tane sinema televizyon bölümü öğrencisi mezun oluyor ve endüstrinin yeni bir çalışana ihtiyacı yok. Çünkü var olan sinema bölümü öğrencileri bütün endüstriyi yirmi sene boyunca götürebilir. Marmara Üniversitesi'nde hocalık yapan bir adam olarak söylüyorum, ya kapansın hepsi ya da iki- üç tane filan kalsınlar.

'SANSÜRÜN TAMAMINA KARŞIYIM'

Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?

Yapımcının varlık sebebi şudur: Bir filmin var olmasını sağlamak… Futboldaki teknik direktör ve kulüp başkanı ilişkisi gibi… Yönetmen teknik direktörse, yapımcı kulüp başkanıdır. Yapımcı filmin sahibidir. Oyuncu seçimine, senaryoya karışmalıdır ama son karar yönetmenin. Ha bu şu demek değil tabi ki, hiçbir şeyden anlamayan ve ortaya parayı koyan kişi yapımcıdır! Değil tabi ki…

Dramaturji bilmeli mesela. Yapımcı, yönetmenle filmin ön aşamasında yol arkadaşlığı etmeli. Tartışmalı, konuşmalı… Maç başladıktan sonra da tribüne çıkıp puro içmeli, ya da o yasaksa, çay içmelidir. Mesela şu an Beşiktaş’ın durumu gibi. Şahane teknik direktör, şahane başkan… Mis gibi gidiyorlar. Bu arada ben Trabzonsporluyum.

Sık sık futboldan örnek veriyorsunuz. Var mı futbolla ilgili çalıştığınız bir hikâye?

Var tabi ki. Futbolcu anneleri hikayesi var Trabzon’da. On üç- on dört yaşında altyapıda oynayan futbolcuların maçlarını izlemeye gidiyorlar anneleri. Her maç tribündeler. Normalde holiganizm, kavga küfür gırla olur ya hani, bunlar alıyorlar yanlarına kuruyemişlerini her maçı izlemeye gidiyorlar. Benim var öyle bir hayalim, futbol üzerine bir film yapmak gibi.

Son filminiz 'Kan Parası' neyi anlatıyor?

Kan Parası meselesini biliyorsunuz. Anadolu’da binlerce yıldır süren bir gelenektir. Birisi birisini yanlışlıkla ya da bilerek öldürdüğünde ailesine ödenen paradır o. Uzun uzun anlatmayayım şimdi, 2018’de vizyona girecek film.

Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir? Yanı başımızda yıllardır sansüre karşı mücadele eden ve başarı gösteren İran Sineması örneği varken, sizce Türkiye Sineması sansüre karşı bir başarı sağlayabilecek mi?

Biz sinema kültürü henüz oturmuş bir ülke değiliz. İran Sineması'nda yılda 600 film üretiliyor ve uzun süredir profesyonel sansüre maruz kaldıkları için mecburi olarak bir dil oluşturmuş. Biz de sansür meselesi, daha çok devletten değil de vatandaştan var.

Bizde kraldan çok 'kralcı olma' meselesi var. Bizim otokontrolümüz o kadar güçlü ki, biz zaten sansürü beynimizde uyguluyoruz. O yüzden devlete pek de gerek kalmıyor. Sansürün tamamına karşıyım.