Özgür Sevimli: Film yapmak hayal kırıklığıdır
Senarist ve yönetmen Özgür Sevimli ilk filmi "Murtaza"yı anlattı. Sevimli'ye göre, 'Film yapmak hayal kırıklığı. Çünkü zihnine bir duygu ve düşünce düşüyor. Büyük bir tutkuyla her şeyi hayal edip resmediyorsun kağıda. Sonra tek başına kurduğun biricik hayalini kalabalıklarla anlaşarak ve ikna ederek yapmaya çalışıyorsun ve sonunda dağınık bir gerçeklik seni karşılıyor.'
Senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı ilk filmi “Murtaza” ile önce İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde, ardından Adana Uluslararası Film Festivali’nde yarışan Özgür Sevimli ile “Murtaza”yı, “auteur” kavramını ve bağımsız sinemayı konuştuk. Konu ilk filmin pratiğine geldiğinde Sevimli, “Büyük bir tutkuyla her şeyi hayal edip resmediyorsun kâğıda. Sonra tek başına kurduğun biricik hayalini kalabalıklarla anlaşarak ve ikna ederek yapmaya çalışıyorsun ve sonunda dağınık bir gerçeklik seni karşılıyor” diyerek düşüncelerini açıkladı.
Başkarakter “Murtaza”nın, “Kimsenin geldiği yok, buralara kötü haberden başka bir şey gelmez” diyerek tanımladığı bir mekânı cazip kılan şey neydi? Neden bu hikâyeyi anlattınız?
İşin açıkçası modern toplumlarla elimizi eteğimizi topraktan çektikten sonra samimiyetten yoksun yaratıklara dönüştük. Özellikle 60’ların sonu, 70’lerde patlak veren şehre zorunlu göçlerle belki… Şehirlerde kocaman gettolar oluştu. Köyünde küçücük dünyalarında komşusunu ya da temas ettiği herkesi tanıyan insan koca şehirde okyanusa düşmüş balık gibi kendini yeniden şekillendirmiş.
Kendi küçük köyünü kurmak için hemşericilik oyununa yönelmişti fakat unuttuğu bir şeyler ve birileri vardı arkasında umutsuz olarak kalan. Ya yıkılmaya terk ettiği kerpiç evi ya da şehre ayak uyduramayacağını bildiği anne babaları ki zaten anne babaların tek söylediği şey, “burada doğdum, burada doydum, burada öleceğim” felsefesiydi. Ve köyler kendi yalnızlığında yaşamaya alışır. Gözden çıkarılmış yerlerde ölüm haberinden ve ayrılıklardan başka haber gelmez.
Artık şehirlilerin ağzında sakız gibi köycülükleri dolaşır durur. “Orda bir köy var, uzakta. O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.” Kaybettiklerimin arkasından bana bıraktıkları kocaman sırlar ve söyleyemediklerinin bende bıraktığı eksiklikler kaldı. Geçmiş ruhların yarım kalan sözlerinin tamamlayıcısı ve noktası olmak istedim sanırım.
17 yıl sonra Cezmi Baskın ve Meral Çetinkaya gibi iki büyük oyuncuyu tekrar karıkoca oynamaya nasıl ikna ettiniz? Çekim süreci nasıl geçti?
Uzun zamandır sektördeyim ve şunu iyi biliyordum. Bir oyuncu rolü kendi alır cidden. Karaktere inancını ve işe bakışındaki tutkuyu görmek benim için en belirleyici durum. Cezmi Baskın ve Meral Çetinkaya ile çekim süreci hem onlar için hem de benim için öğretici ve duygusal geçti.
Aslında yönetmen- oyuncu ilişkisi sette daha çok hikâyenin neler hissettirdiğiyle alakalı ve geçmişteki olayların tekrar yaşatmaya başladıkça neler hissettirdiğine ortak olduk. Bu ortak his ve arayış bize bu filmi çıkarttı. Çekim mekânımızın zorluğu ve hava sıcaklığı bizi yorsa da oyuncuların ve ekibin güzel enerjisiyle her şeyin üstesinden geldik.
90’lı yılların aksine son dönem Türkiye Sineması’nda hep kentli insanın yalnızlığı üzerine filmler yapıldı. 90’larda ise kasabalara, kırlara yöneldi sinemacıların kameraları… Sizin, “Murtaza”yı, bir köyde çekmiş olmanızın sebebi nedir? 90’ların sinemacılarından etkilendiniz mi?
“Murtaza”yı çekme kararı işin açıkçası planlı bir şey olmadı hiç bir zaman. İnsan olarak bir duygunun peşinden gitmek zorundasın ve her duygu birbirini az da olsa tamamlayarak ilerler. Benimde ilerlemem için “Murtaza”yı çekmem gerekiyordu. Sadece düşündüğüm buydu.
Genelde ilk filmini yapan yönetmenler yapımcı pozisyonunda da görev alırlar. Senaryosunu da yazdığınız “Murtaza”nın, yapımcılığını Sevil Demirci’nin yapmasının sebebi neydi?
Sevil, Murtaza’yı ilk okuduğunda senaryoyu ve duyguyu çok sevdi. Aynı zamanda çekim yaptığım ve benim de memleketim olan Malatya/Hekimhan’lıydı. Ortak duyguların mekanlarında anılarımız ve akrabalarımız yaşamıştı. Bu ortak duygu vesile oldu.
Bağımsız sinema, son dönemlerde üretim biçimi olarak Bakanlığın tekeline girdi diye gözüküyor. Oradan destek almadan film yapmak çok zor… Ancak bağımsız sinemanın gösterim olanakları da kısıtlı… Filmler, yeterli gösterim imkanlarına sahip değil ve mevcut koşullarda da seyirci bu filmleri izlemeye gitmiyor. “Murtaza” yakın zamanda gösterime girecek. Nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?
İşin açıkçası benim gibi bütün yönetmenlerin isteği filminin tabi ki çok fazla insanla buluşması! “Murtaza”nın Türkiye’de büyük salonlarda ve yüzlerce kopyayla girme şansı yok dediğiniz gibi. Özellikle festivaller (İFF, AFF, CİNEMARDİN, MALATYA), belediye etkinlikleri (Maltepe Belediyesi vs.), bazı illerde sinema kültür etkinlikleri çerçevesinde gösterimleri oldu/ olacak. Bunun yanı sıra “Başka Sinema” salonlarında yılsonunda olmasını planlıyoruz.
Nuri Bilge Ceylan, Onur Ünlü, Ümit Ünal, Tayfun Pirselimoğlu, Yeşim Ustaoğlu gibi pek çok yönetmenin filmlerinde çalıştınız. Asistanlık sürecinizin yönetmenliğinize ne tür etkileri oldu? Çalıştığınız yönetmenlerden sinema anlatımını kendinize yakın bulduğunuz biri var mı?
Farklı yönetmenler ve setler bence benim için en büyük şanstı. Asistanlığım boyunca sürekli farklı yönetmenlere temas etme durumum oldu. Çok aç bir adamdım işin açıkçası ve bütün setlerim okul gibiydi. Hepsinin zorluk derecesi farklıydı tabii. Benim şu andaki bakış açımı ve hislerimi oluşturan güzel insanlar ve setlerdi. Çalıştığım bütün yönetmenlerde kendime yakın bulduğum ve bulmadığım noktalar var. Tek bir isim vermek zor tabi.
Bir film yapma pratiği, uzun süreçte yaratıcının önüne ne gibi zorluklar ve hazlar sunar?
Film yapmak bence hayal kırıklığıdır. Çünkü zihnine bir duygu ve düşünce düşüyor. Büyük bir tutkuyla her şeyi hayal edip resmediyorsun kağıda. Sonra tek başına kurduğun biricik hayalini kalabalıklarla anlaşarak ve ikna ederek yapmaya çalışıyorsun ve sonunda dağınık bir gerçeklik seni karşılıyor. Aslında yaşam pratiği de buna bizi zorlamıyor mu? O yüzden sinema gerçekliğin hayalini bize farklı farklı sunuyor karanlık salonlarda kalabalık ama yalnız.
Senaryosunu yazdığınız “Murtaza”nın yönetmenliğini de üstlendiniz. Bir sonraki filminizde de senaryoyu yine kendiniz mi yazmayı düşünüyorsunuz? Türkiye Sineması için “autuer” kavramını nasıl yorumlarsınız?
Yeni bir senaryo üzerine çalışıyorum. Duygusu ve çıkış noktası bende uzun zamandır var olan bir hikaye aslında. Senaryoyu tek yazma konusunda bu aralar pek ikna değilim sanırım. Türkiye için “auteur” kavramı içine dahil edeceğimiz çok iyi sinemacılar var bence.
Benim gibi yeni gelen kuşağın en büyük sorunu insan ve toplum gözlemcisi olma özelliğimizin yavaş yavaş kaybolması. Yeni toplum insanı, içerikten çok biçimsel değerleri önemsemeye başladı. Buda Türkiye’deki sinemacıların en büyük handikabı orijinal fikirler ve cesur işler çıkmıyor. Ama ben umutluyum yine de. Bu koşulların içinden çıkacak bir sızıntı her zaman olacaktır.