Ben Osman Kavala’yı, yıllar önce Diyarbakır Sanat Merkezi’nin açılışında tanımıştım. Bulunduğu kente, tüm politik çıkmazlara rağmen, itinayla, inatla katkıda bulunuyor, kentin kendi kültürünü çoğaltması, sanatsal üretimini sınırları ötesine ulaştırması için gayret ediyordu. Şimdi hepimiz arkasında durduğumuz o pankartta yazdığı gibi ‘bekliyoruz’.
Sanatçıların doldurduğu iki küçük otobüs, Silivri Ceza İnfaz Kurumları tabelasını takip ederek otobandan ayrıldı. Eski Türkiye’de olmayan, yenisinde ise herkesin siyasi davalarla tanıdığı bir hapishane burası. Bir ceza kampüsü. Tenha yolda ilerlerken, yanından geçtiğimiz tarlalarda koşturan kalabalıkların görüntülerini hatırlıyorum. Büyük protestolara sahne olan Ergenekon ve Balyoz davaları geçmişte kaldı... Herkesin suçsuzluğu ispatlandı, çıktılar. Meslektaşlarının kapısında uğruna nöbet tuttuğu gazetecilerin de bazıları çıktı, ama çoğu hala içeride. 15 Temmuz’dan sonra ise pek çok FETÖ sanığı girdi o duvarların arkasına. Her görüşten, inançtan, meslekten; toplumun farklı kesimlerinden ne çok insan geldi Silivri'nin kapısına. Ama yakınlarını ziyaret etmek için ama hayatında hiç karşılaşmamış olsa bile suçsuzluğuna inandığı insanların özgürlüğünü savunmak için…
Otobüsler duvarların çok ötesindeki otopark alanına giriyor. 50 kadar kültür sanat insanı renkli bir kalabalık oluşturuyor Cumartesi sabahı o otoparkın tenhalığında. Hepimiz, bir yerinden bizlere dokunmuş, tek tek her birimizin saygısını sevgisini hatta hayranlığını kazanmış birisi için buradayız. Osman Kavala’ya yalnız olmadığını, dışarıda onun suçsuzluğuna inanan, özgürlüğünü bekleyen pek çok insan olduğunu duyurmak, duyurmaya çalışmak için toplandık. İmkansız olduğunu bilsek de onu ziyarete geldik, aramıza konan duvarın dibine yaklaştık.
İki hafta önce bir grup sanatçı yine buradaydı, daha önce sinemacılar Tütün Deposu'nda toplanıp Osman Kavala'nın kulaklarını çınlatmıştı. Bu kez de aralarında hem sinemacıların hem çağdaş sanatçıların, küratörlerin, gazetecilerin, yazarların olduğu; çoğunluğu kadınların oluşturduğu, gençliğin ağır bastığı yeni bir grup Silivri Cezaevi'nin önünde toplandı. Hepsi de bir anlamda onun çalışma arkadaşlarıydı aslında.
Ekim’den bu yana cezaevinde tutulan, daha hakim karşısına bile çıkamamış Osman Kavala, Türkiye’nin en önemli kültür-sanat insanlarından biri. Yüzlerce, belki de daha fazla sayıda sanatçının üretmesine, izleyiciyle buluşmasına katkıda bulundu. Hem de bunu onların ‘çalışma arkadaşı’ olarak yaptı. İhtiyacı olan hiç kimseden ilgisini esirgemeyen, her zaman önce ‘ne yapabiliriz?’ sorusunu soran, kimi zaman ‘destekçi’ kimi zaman ‘kolaylaştırıcı’ olarak mutlaka elinden geleni yapan biri. Her daim hareket halinde… Kültür dünyasının çok farklı aktörlerinin ortak paydası ve dolayısıyla da umulmadık işbirliklerinin sağlayıcısı. Sonuçta Türkiye’de kültür ve sanatın hak ettiği gibi dünyanın bir parçası olması için, sanatçıların hak ettikleri standartlarda çalışabilmeleri için, ürettikleri işleri gösterebilmeleri için uğraşan bir sanat insanı. İzleyiciyi de en az sanatçılar kadar önemseyen, toplumun kültürünü yaşayabilmesi için, sanata ulaşma hakkı için uğraşan, çabası ne İstanbul'a ne de Türkiye’ye sığmayan bir isim.
Ben Osman Kavala'yı, yıllar önce Diyarbakır Sanat Merkezi'nin açılışında tanımıştım. Bulunduğu kente, tüm politik çıkmazlara rağmen, itinayla, inatla katkıda bulunuyor, kentin kendi kültürünü çoğaltması, sanatsal üretimini sınırları ötesine ulaştırması için gayret ediyordu. Daha sonra başka kentlerde de benzer girişimleri oldu. Osman Kavala'nın katkılarıyla düzenlenen festivalleri, konserleri, açılan kültür merkezleri saymakla bitmez. Zaten bunları göstere göstere yapmadığı için istesek de sayamayız, muhakkak eksik bir şeyler kalır.
Cumartesi günü sanatçıları cezaevi kapısına çeken tek şey ‘çalışma arkadaşları’na vefa değil. Kendini başkalarına adamış bir iyi insana verdikleri değer. Osman Kavala'nın haklar ve özgürlükler için çabalayanlara, insan hakları savunucularına Türkiye’nin bütün azınlıklarına yönelik gayretleri onun kültür ve sanat alanındaki çalışmaları kadar önemli.
Bütün bunların farkında olan o bir grup insan, cezaevi kapısında okudukları bildiride “Arkadaşları, sanatçı dostları ve çalışma arkadaşları olarak, onun neler yaptığını gayet iyi biliyoruz. Bütün yaptıkları ortadaydı ve hiçbiri suç oluşturmuyordu” dediler. Sadece topluma katkıda bulunan, hayatını buna adamış bir insanın akıl almaz suçlamalarla içeride tutulmasına karşı “Bizler bütün aklımız ve vicdanımızla ona kefiliz!” diyen sanatçılar, sözlerini “Onun bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını ve Türkiye’nin bu büyük ayıptan kurtulmasını istiyoruz” talebiyle sonlandırdı… Özenle hazırlanmış, sakin ve güzel ‘özgürlük’ talep eden ‘bekliyoruz’ diyen pankartlar açıldı, toplu resim çekildi ve sessizce bizi kendi mahcup özgürlüğümüze götürecek otobüslere binildi.
Şimdi hepimiz arkasında durduğumuz o pankartta yazdığı gibi ‘bekliyoruz’. Bu ayıbın sona ermesini bekliyoruz. İnsan sevgisinin, özverinin bile siyasi hesaplara kurban edilmediği, ödüllendirilmesi gereken insanların hapishanelere kapatılmadığı günlerin gelmesini bekliyoruz. Osman Kavala’nın tekrar hiç sırtından çıkartmadığı takım elbisesi, hafif kırışık beyaz gömleği, kıvırcık sakalları ve asla kaybetmediği sükunetiyle gelip karşımıza oturacağı günü bekliyoruz.
Kavganın ve karanlığın değil barışın ve özgürlüğün ağır bastığı bir Türkiye’de yaşamayı bekliyoruz…