Özgürlük nedir, ne değildir?
Özgürlük, ondan ne anlıyorsak o olandır. Bu, onun kendine ait ayrı bir varlığı olmadığı anlamına gelir. Söz gelimi ağacın, bizim ondan anladığımız şeyden bağımsız bir varlığı vardır. Buna mukabil özgürlük, kendisine ait anlayışımız ölçüsünde var olabilen toplumsal bir varlık olmanın ötesine geçemez.
Emrah Günok*
Yıllar önce, doktora esnasında aldığım bir metafizik dersinde özgürlük meselesini tartışırken örnek olarak elma ve armut arasında yapılacak bir tercihten yola çıkmış; bir dizi soyutlama sonrasında içeriğin öneminin tamamen yadsınması ve örneğin A ve B arasında yapılan bir seçim olarak genelleştirilmesinde hiçbir sakınca olmadığı sonucuna varmıştık. A'yı seçtiğimiz her durumda bu seçimi geri alabilir, B'yi tercih ettiğimiz her durumda ise rahatlıkla A'ya geri dönebilirdik. Anglosakson analitik felsefe geleneğine ait bu bakış açısının dikte etmekte olduğu temel husus şuydu ki, tercihlerin A ve B arasında yapılıyor olması hiçbir surette sorunsallaştırılamaz, yani alternatifler kümesi içinde niye bir C'nin de yer almıyor oluşu sorgulanamazdı. Bütün mesele, kurgulanan düşünce deneyinin kurallarına bağlı kalmak ve bu tip bir soruyu saçma addedip bir kenara bırakmaktı. Bir başka deyişle, "Varsayın ki önünüze bir elma ve bir armut gelmiş. Bunlar arasında yapacağınız bir tercih söz konusu iken özgürlük hakkında ne söyleyebilirsiniz?" gibi bir soruya "İyi de, önüme gelen bu elma ve armuda bir de salatalık eklesem ne çıkar?" gibi bir soruyla mukabele etmemeliydiniz.
Özgürlüğü kavramak açısından son derece yetersiz olan liberal kafanın üretmiş olduğu bu sığ örneği tartışmak zorunda oluşumuzu ne büyük bir coşkuyla protesto etmiş olduğumu hatırlayıp gülümsemeden edemiyorum şimdi. Yine de kendime çok da haksızlık etmiş olmak istemem. Örnek tarafından dayatılmakta olan temel varsayımlar, aslında yaşanılan dünyada özgürlükten ne anlıyor olduğumuzu değil, saf mantıksal bir yaklaşımın sınırları dahilinde çelişkiye düşmeksizin söz konusu kavramı nereye kadar analiz edebileceğimizi tartışma hedefine yönelik idi. O zaman bunu anlamak belli bir felsefi konumu tartabilmek açısından önemliydi önemli olmasına da, zaman geçip de özgürlük sorununa nasıl yaklaşmamız gerektiği sorusu daha yakıcı bir biçimde karşımıza çıkmaya devam ettikçe, mevzubahis tartışmayı nihayete erdirmekten ne kadar uzak olduğumuzu daha iyi idrak etme fırsatı buldum.
Zaman içinde farkına vardığım şey ne özgürlüğün gerçek anlamıydı, ne de geçmişteki anlayışımın yanılsama olduğunu işaret eden bir kanıt. Olan şundan ibaretti ki, o zamanlar doğru anlamış olduğum şeyi gerçek bağlamına oturtabilmekten; bir başka deyişle doğru olanın tam manasıyla hakkını verebilmekten aciz kalmıştım. Orada özgürlük sorunu üzerinden felsefeye ilişkin olarak yapmış olduğum çıkarımların kendi dışına taşmayan ve mantıklı, ama hakikat olabilmek için fazlasıyla izole sonuçlar ürettiğini görmekte artık çok da zorlanmıyorum. Ama her fark edişimde beni biraz daha şaşkınlığa sürükleyen, asla tam olarak gizine vakıf olamayacağım şey şu ki, insanların büyük bir çoğunluğu özgürlük meselesini bizim zamanında elma armut örneğiyle anladığımız kadar anlıyor; meselenin alternatif bakış açıları dahilinde ele alınabileceği gerçeğine kör kalmakta inat ediyorlar.
16 Nisan referandumu ile 24 Haziran seçimlerinde halkın ve siyasi partilerin düştükleri hatanın tam da yukarıda tarif etmiş olduğum türden bir hata olduğunu görmek, sahip olduğum özgürlük kavramının içeriğinde herhangi bir genişleme yaratmadı kuşkusuz. Ama hayatlarımızı ortadan ikiye bıçak gibi kesen bu iki seçimin iki ya da daha fazla seçenek arasında değil, seçmeye devam etmek ve seçmekten vazgeçmek arasındaki farkı önümüze getirebilmiş olmasındaki cüret, özgürlüğümüz söz konusu olduğunda uyuyakalmaya ne kadar meyyal yaratıklar olduğumuzu bir kez daha anlamama vesile oldu.
İnsanlar matematik yaparlar ama aynı esnada sayının ne olduğunu sormazlar. Biyoloji yaparlar, ama araştırmanın ortasında durup da canlılığın ne olduğunu sorgulamazlar. Fizikçi, problem çözme güdüsüyle maddenin davranışına yönelik alternatif teoriler arasında mekik dokur, ama maddenin ne olduğunu sormaz. Bunlar sırasıyla sayı, canlılık ve maddenin ne olduğunu sormak durumunda kalırlarsa, bu öyle istedikleri, paşa gönülleri yeni tanımlar yapmayı çektiği için değil; üzerinde çalıştıkları problemin olası çözümü bu tanımlar üzerinde yeniden düşünmeyi kaçınılmaz kıldığı içindir. Bazı problemlerin çözümü yer çekimi ve buna dayalı nedensellik kategorilerinin dahi sorgulanmasını gerekli kıldığında, kütle çekimi anlayışıyla çalışmaktan vazgeçer, düşmeyi evrenin bükük olmasıyla açıkladığınız yepyeni bir paradigmaya geçersiniz. Velhasılıkelam, gerçekleşme mekanizmasını kavrayamadığınız olaylar karşısında gönül rahatlığıyla sorduğunuz o son derece masum görünüşlü "Niye ki?" sorusu bile tamamıyla farklı bir anlama gelmeye başlayabilir. Nedensellik bile bir sirk palyaçosu gibi farklı kılıklara girip çıkarken, özgürlük kavramımızın bir yerde sabitlenip kalmasını niye bekleyelim ki?
Matematik, biyoloji ve fizik yaptıkları gibi, ve hatta bunlardan çok daha sık olarak insan seçimler yapar. Bunların bir kısmı toplumsal yaşam için bağlayıcı olan politik ve ahlaki seçimler iken, bazılarının seçimi yapan kişi haricinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Nitekim, satın alacağım tişörtün rengine karar verirken sahip olduğum özgürlüğü icra etmekte olduğumu savunursam, başkalarını etkilemeyen, onlar tarafından tasvip ya da reddedilmesi mümkün olmayan bir özgürlüğün, yani sadece beni bağlayan bir özgürlüğün nasıl mümkün olabileceği sorusu çıkar ortaya. Özgürleştirmeyen, var olan köleleş(tir)me pratiklerinin eleştirisine soyunmayan; uzun lafın kısası icra edildiği her seferinde kendisi üzerine tekrar tekrar düşünmemizi sağlamayan bir özgürlük, neoliberal dünyanın tüketim çılgınlığını köpürtmek için kullanmakta olduğu aptal bir reklam söyleminin ötesinde nedir ki?
Ama reklamları aptalca olmakla suçlayıp geçmemek gerekir, zira söz konusu söylem alanı, öğreteceği şeyi mantıksal ikna yöntemine başvurarak değil, tekrarlaya tekrarlaya, söyleye söyleye öğretir; önce iki dudak arasına yerleşen masum bir şarkı kisvesine bürünüp yavaş yavaş zihne sızar ve tüm akıl yürütme biçimlerini şekillendirmeye başlar. Önce alacağınız arabanın markasına ikna olursunuz, sonra oturacağınız evin niteliklerine; oradan çocuklarınızı okutacağınız özel okulları seçip, yetiştirmek istediğiniz çocukların olacakları insanı belirlersiniz. Eşinizin ve kendinizin kim olacağına karar verirken dahi, satış ve pazarlamaya dayalı toplumun bir parçası olarak ve ondan etkilenerek yaparsınız bunu. Unutulmamalıdır ki, bahsetmekte olduğum bu sahte dünya hepimizin sınırsızca özgür olduğu yalanı üzerine kuruludur. Değil mi ya, çocuk da yapılır, kariyer de. Türban da takılır, makyaj da yapılır. Dinin empoze etmekte olduğu doğruların etkisiyle gözden ırak kılınmaya çalışılır kadın bedeni; ama kendini beğendirmek üzere süslenip püslenmeye ikna edilen yine odur. Yeter ki satın alsın.
Tüm bu çelişik alternatifler karşısında özgürlüğün söz konusu çelişkilere göz yummak olduğu öğretilir durmaksızın. Öyle ya, saçımı kapatıyorum diye ruj marifetiyle dudaklarımı daha dolgun göstermeyecek miyim? İnsan içinde pardösü hariç herhangi bir kıyafet, özellikle de diz üstü etek ya da pantolon giyilmesini ayıplıyorum diye denize girmeyecek, bu hakkımdan mahrum kalmamak için de sahillere paravanlar yapılmasına alkış tutmayacak mıyım? Eh, ne de olsa özgürüm. Hem de öyle bir özgürüm ki, önüme gelen iki seçenek olmak ya da olmamaktan ibaret olsa, ben istedikten sonra ikisini de seçerim. Sen buna laf edecek olursan seni kalın kafalılık ve dar görüşlülükle suçlar, yazdığım köşe yazılarında rezil rüsva ederim.
Evet, bir toplumu birarada tutan temel ilkenin akıl ve mantıkla alakası kalmamışsa sahip olunan özgürlük anlayışının da bu denli kepazesi çıkar. Halbuki özgürlük, her şeyden önce anlamakla ilgili bir kavramdır. Arasında seçim yapacağı alternatiflerle karşı karşıya gelmeden önce söz konusu seçeneklerin mantıksal olarak birbirini dışlayanların meydana getirdiği bir çokluk olup olmadığını değerlendirebilmek şarttır. Mantıksal olarak sorun yok gibiyse, söz konusu seçime yön verebilecek olan bilimsel değerlendirmeyi devreye sokmak icap eder. Bilimsel değerlendirme, insanın içinde yaşadığı gerçeklikle ters düşüp kendi sonunu hazırlamaması açısından son derece önemli olabilir. Günümüz Türkiye'sinde büyük ölçüde ihmal edilen bir sorudur bu. İktidarının devamını sağlamak üzere kısa vadede rant yaratmak için doğayı hoyratça yok etmeyi tercih edersen mesela, yaptığın tercihin yaratacağı kötü sonuçlardan etkilenme riskiyle karşı karşıya kalırsın en kötü ihtimalle. En iyi ihtimalle ise, sen kurtulursun ama geleceğini hazırlamayı en kutsal görev olarak üzerine almış olduğun bir sonraki nesli mahveder, onların seçme hakkını ellerinden alırsın. Burada hatırlanması gereken bir kez daha özgürlüğün toplumsal özüdür. Özgürlük önüne çıkan engellerden kurtulabilme becerisi kadar, başkalarının seçim alanına tecavüz etmemek yolunda gösterilen ihtimamı da barındırır bünyesinde.
Son olarak özgürlük, aralarında seçim yapmakta olduğun seçeneklerin niye bunlar olduğunu anlamış olmayı gerektirir. Söz konusu seçenekler, kabaca değerlerden müteşekkil yaşamsal tercihlere gönderme yapıyor ise, burada özgürlüğü gerçek manada hayata geçirmesi beklenen bilinç tarihsel bilinçten başkası değildir. 16 Nisan ve 24 Haziran'da bundan sonra seçim yapmak istemediği yönünde irade beyan etmiş olan ülke çoğunluğunun bu tercihi, ülkenin modernleşme serüveni hakkında yeterince bilgi sahibi olan tarihsel bilinci, söz konusu bilinçten zerrece nasiplenmemiş herhangi bir dimağa nazaran çok daha az etkileyecektir kuşkusuz. Bugün çoğumuza bir felaket gibi görünen mevcut durum, taşları yerli yerine yerleştirme kapasitesine sahip olan tarihsel akıl açısından geçmişin bir devamı olarak yorumlanacak ve soğukkanlılıkla karşılanacaktır. Kuşku yoktur ki özgürlük, burada bir kez daha bilgiyle sarmaş dolaş olmuş vaziyettedir ve rastlantısallık ile gelişigüzellikten mümkün olduğunca uzaklaşmıştır.
Özgürlük, ondan ne anlıyorsak o olandır. Bu, onun kendine ait ayrı bir varlığı olmadığı anlamına gelir. Söz gelimi ağacın, bizim ondan anladığımız şeyden bağımsız bir varlığı vardır. Buna mukabil özgürlük, kendisine ait anlayışımız ölçüsünde var olabilen toplumsal bir varlık olmanın ötesine geçemez. Dolayısıyla onu dışarıdan talep etmek imkansızdır. Edilen mücadelelerin özgürlük uğruna olduğu söylenir. Ama durum daha ziyade şudur ki, özgürlük daha iyiyi isteyen varlığın bilgi harcıyla örgütlü hale gelmesinin sonucunda ortaya çıkan toplumsal bir varoluş kipinin adıdır ve bu toplumsal varoluş karar noktasına vasıl olmaktan çok uzak, hâlâ yolda olan bir varoluştur.
*Yrd. Doç, 689 no’lu KHK sonucunda, ikinci dalga barış imzacılarından olduğu için Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe bölümündeki görevinden uzaklaştırıldı