Paco de Lucia (Türkçe okunuşu: pako de lusiya) da sadık yare,
kara toprağa yürüyeli tam dört sene olmuş. Gerçek adı Francisco Gustavo Sánchez Gomes olan müzisyen 21
Aralık 1947 tarihinde Endülüs Algeciras'ta doğmuş ve 25 Şubat 2014 tarihinde
ailesi ile beraber tatilini geçirdiği Meksika'nın Cancun adlı
sayfiyesinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrılmış
idi. Yazının başında yer alan ve 21 Mayıs 1973 yılında yayınlanan
bu Paco belgeseli aslında toplam 100
bölümden oluşan Rito y Geografía del Cante adlı devasa bir Flamenko
belgesel serisinin (1971-1973) 78. bölümü. 26 yaşındaki gencecik
Paco’yu tanıtan bu belgesel, aynı zamanda “Entre dos aguas" adlı,
belki de tüm zamanların en ünlü rumbalarından birisinin de dünya prömiyeri olma
iddiasını taşıyor. Belgeselde Paco bir rumba çalıyor fakat 1975
yılında yayınlanan ve bizim bildiğimiz Entre dos Aguas’tan epey
farklı bir rumba bu.
http://www.youtube.com/watch?v=2oyhlad64-s
Paco'nun flamenko müziğinde yaptığı devrim, ki kendisi buna
tabii ki devrim demiyor, üç temel alanda: birincisi bu müziği çok
daha armonik hale getirmek, ikincisi de müziğin formal yapısını
geliştirmek, üçüncüsü de solo gitarın teknik kapasitesini sonuna
kadar zorlamak
Paco de Lucia'nın sağ ve sol el tekniğinin sadece flamenkoda
değil, dünya gitaristleri arasında neredeyse eşi benzeri
bulunmayacak bir düzeyde olduğunu belirtmekte de fayda var. Deyim
yerindeyse yer yer çılgınca denilebilecek kadar hızlı çalmak fakat
buna karşılık temiz baskılardan asla taviz vermemek Paco’nun
icrasında oldukça önemsediği noktalardan birisi. Bunları yaparken
seyirciyi “yormamak” Paco’nun icrasının diğer önemli bir özelliği.
İşte Paco'nun modern flamenkosunu özel kılan, bu üst düzey tekniğin
sağladığı ve yoğun bir şekilde doğaçlamalarla örülmüş tarzı, Paco
henüz gencecikken dahi, önemli müzisyenlerin dikkatini çekmeye
başlar!
Paco 8 yaşında gitar çalmaya başlar, 14 yaşına geldiğinde ise
flamenko repertuarındaki her eseri çalabilecek bir düzeye gelir.
Yine henüz 14'ünde biraderi yanık sesli Pepe'yle 'Los Chiquitos de
Algeciras' (Algeciras'ın bebeleri) adlı albümü doldururlar. Bu
arada önemli müzisyenlerle turnelere çıkmaya başlar ve daha henüz
16 yaşındayken New York'ta çalar. Miles Davis, Thelonious Monk gibi
caz efsanelerinin çaldığı Berlin Caz Festivali'nde daha henüz 20
yaşındayken davet edilir. İşbu festivalden sonra caz müziğin etkisi
her geçen gün biraz daha fazla hissedilir Paco'da. Sadece cazdan
etkilenmekle kalmayan müzisyen jazz/rock'tan da etkilenir,
Latin-rock yıldızı Carlos Santana ile de beraber çalar. 1976
yılında önemli caz gitaristi Al di Meola'nın 'Elegant Gypsy' adlı
albümünde çalar. 1979 yılına gelindiğinde Paco de Lucia, John
Mclaughlin, ve caz gitaristi Larry Coryell'den oluşan bir gitar
üçlüsü kurarlar (the Guitar Trio). 80'lere gelindiğinde Coryell
yerini Al di Meola'ya bırakır.
Bu üçlünün 1981 yılında “Friday Night in San Francisco" [San
Fransisko'da Bir Cuma Gecesi] adıyla yayınladıkları albümleri çok
büyük hit olur ve pek çok efsane parçaya ev sahipliği yapar.
Bunlardan Paco'nun ve Mclaughlin'in beraber çaldıkları, Egberto
Gismonti'nin aslında piyano için yazdığı bir parçanın iki gitar
için düzenlenmiş hali, benim de yıllarca, hem de hiç sıkılmadan
arka arkaya binlerce defa dinlediğim parçalardan birisidir. 'Frevo
Rasgado' adlı bu parçayı dinlemenizi şiddetle öneririm:
http://www.youtube.com/watch?v=9-SXt7H-eUk
Paco de Lucia dünyayı kasıp kavururken acaba Türkiye'de nasıl
bir etkisi olmuştur, isterseniz gelin kısaca bundan bahsedelim:
1. Benim Türkiye müzikleri tarihinde duyduğum ilk önemli Paco de
Lucia hikayesi Doğan Canku tarafından aktarılmıştır. Doğan Canku
bir klasik gitarist olarak başladığı gitar serüveninin bir
noktasında flamenkoyla ve tabii Paco de Lucia'nın müziği ile
tanışır. Bu ilgisini bir Paco de Lucia taklitçisi olmaktan çok daha
uzaklara taşıyan Canku, elinden geldiğince kendi kişisel müzik
dilini kurmaya çalışır. Uzun lafın kısası Canku bir gün çaldığı
mekana Paco'nun geleceğini duyar, ilk başta durumun gerçekliğini
kavrayamaz lakin sonra hakikaten Paco de Lucia, Canku'nun sahne
aldığı kulüpte belirir, gerisini Doğan Canku'dan okuyalım:
“Doğan Canku: (…) Ben flamenkoyu seviyorum. Çalmaya çalışıyorum
ve flamenko benim parçalarımda kendini yansıtıyor. İster istemez
böyle çalıyorum. Yani başka türlü çalamam ki. Öyle çalıyorum.
İçimden öyle geliyor. Ellerim öyle hareket ediyor. Dolayısıyla
flamenkocu olmak çok iddialı bir şey. Bana göre ki sen Seranito'dan
örnek verdin. Örneğin bir gün Rene, Ayhan ve ben Boğaz'da
çalıyoruz. Kulübün patronu 'Paco de Lucia geliyor' dedi. 'Senin
için geliyor' deyince ben 'Dalga geçiyor' dedim. Ben de inanmıyorum
ama derken saat 12 oldu ve geldi adam. Gelince ben şaşırdım.
Dediler ki hadi çıkıp çalacaksın. Yahu dedim saçmalamayın. Elim
ayağım birbirine dolaştı. Ne yaparız ne ederiz? İyi de bir müşteri
var. Paco'lar oturdular. Biz de çıktık tabi. Hoş geldiniz dedik.
'Ben senin için özel bir parça çalacağım' dedim. Sultanıyegah
Sirtoyu çaldım sonra.
Ilgaz Benekay: Gerçekten de senin bu anlamda yaptığın en güzel
şeylerden biriydi. Yani Paco'nun Entre dos aguas'ı neyse tanınmak
için Sultanıyegah Sirto aynen öyle. Bugün herkes, benim
öğrencilerim de dahil olmak üzere herkes onu çalıyor.
Doğan Canku: Paco müzisyen olarak olgunlaşmış bir insan. Artık
dünyanın en iyilerinden biri. Bu arada yemekler gelmiş, hiç
dokunmuyorlar. Adam benim parçamı dinliyor. Dikkatle dinledi,
coşkuyla alkışladı. O arada bir çocuk geldi yanıma. Benim eski bir
gitar talebemmiş. Meğer o getirmiş. Gittim tanıştım. Paco'yu zor
getirmiş esasında oraya, yorgun adam. "İyi ki gelmişim" dedi. 'Ben
dünyanın neresine gitsem Paco' lar görüyorum" dedi. 'Sen bana
flamenko çaldın ama benim müziğimi kendi müziğinle yorumlayıp
sentez haline getirip bana öyle güzel bir şey sundun ki, benim
yaptığım müziğe sen de kendi müziğine bunları katıyorsun' dedi.
Oturduk, sohbet başladı.
Yıllar sonra duydum ki bunu bir başkasına daha söylemiş ama bu
ne kadar doğrudur bilmiyorum. Flamenko ile kendi müziğini en iyi
Doğan Canku sentezliyor demiş. Bu çok gurur verici bir şey.
Doğruysa. Şimdi bunu neden anlattım? Kendime flamenkocu sıfatını
yakıştırmamıştım ya. Ben flamenko müziğiyle kendi müziğimin
sentezini yapıp kendi çapımda gitar çalan bir adamım. Yani gitar
çalıyorum ben. Flamenko ayrı bir şey. Son albümde Hintliler gibi
çaldım. Gandarun tarzı çaldım. Şimdi ben Hint müziği mi
yapıyorum?”
http://www.youtube.com/watch?v=dDdPtl9XB0Y
2. Türkiye'de Paco'nun büyüsünü ve dahi efsanesini içimizde
hissettiğimiz bir diğer an da, Levent Yüksel'in o muhteşem ilk
albümündeki Tuana kaydıdır.
http://www.youtube.com/watch?v=Fe0kJcunyZI
Sözlerini Sezen Aksu'nun yazdığı, gitarı Erdem Sökmen'in, bası
da Levent Yüksel'in çaldığı bu efsane parça memlekette neredeyse
herkesi o 'insan olmanın belki de en güzel hallerini bize yaşatan
hepimizin o en içli yerinden ve en derinden' yakalamıştır.
Tuana'nın orjinali 'Palenque'yi de dinlemek isterseniz
buyurun:

Gitarist İbrahim Odak da Tuana ile ilgili olarak şöyle yazmış zamanında:
“Bu tip çalışmalardan [flamenko], en akılda kalıcı olanı
kuşkusuz Levent Yüksel’in Türkçe yorumladığı, aslı Paco de Lucia’ya
ait olan "Tuana" isimli şarkıdır. Erdem Sökmen Paco’nun gitar
falsetasını, Levent Yüksel de Carlos Benavent’in bas gitar
partisyonlarını aynen çaldılar. O dönemde Paco de Lucia’nın
flamenko gitarda mitleştiği, teknik ve doğaçlamada flamenko
gitarının sınırlarını erişilmesi zor noktalara taşıdığı
düşünüldüğünde, bu şarkının orijinaline yakın icrası büyük bir
başarıydı.”
Türkiye, gibi kendine özgü gitar stillerine ev sahipliği yapan
(Perdesiz gitar, arabesk/pavyon stili gitar vs…) müzisyenleri de,
flamenkoyu yakından takip etmişler ve flamenko icrasını kişisel
gelişimlerinde önemli bir çıta olarak kabul etmişler. Her ne kadar
flamenko bizim buralara en uzak Avrupa ülkesi olan İspanya’nın
müziği olsa da, buralı kulakların ve gönüllerin hemen aşina
olabilecekleri kadar da bize yakın bir müzik.
3. Buraya kadar verdiğim örneklerde aslında genel olarak Paco de
Lucia'nın Türkiye'deki bazı gitaristleri (Doğan Canku, Erdem
Sökmen, bu isimlere Erdinç Şenyaylar da eklenebilir)
etkilediğinden bahsettik. Flamenkonun Türkiye müzikleri ve
müzisyenliği üzerindeki etkisi başlı başına bir araştırma konusu
olabilecek kadar geniştir ve bunun beni en çok ilgilendiren ve
heyecanlandıran kısmı da memleketin 'meraklı bağlamacılarının' (pek
dikkat etmesek de bizim memleket hakikaten de 'meraklı
bağlamacılarıyla' ünlüdür ki bu da aslında bambaşka bir yazının
konusu!) Paco'nun tekniğinden ve çalakisinden etkilenmeleridir. Bu
isimler saymakla bitmez lakin en önemlilerinden bazıları, hepsi de
birbirinden değerli, şu isimlerdir: İsmail Tunçbilek, İsmet Topçu,
Hasan Genç, ve Kemal Alaçayır.
Bu açıdan bakarsak İstanbul’da geçtiğimiz Temmuz ayında, Paco de
Lucia anısına yapılan “Beyond the Memory” adlı konserin konukları
arasında İsmail Tunçbilek’in olması hiç de şaşırtıcı değil:
Son olarak müziğimizin çok değerli isimlerinden Nevcivan Özel,
Tolgahan Çoğulu ve Erdem Şimşek'in Haziran 2012'de kaydettikleri
bir Paco de Lucia ve Al di Meola bestesiyle bu yazıyı
sonlandırıyorum. Bu arada çok sevdiğim iki arkadaşım ve bir abimden
oluşan bu harika üçlüden daha fazla kayıt ve daha da önemlisi
yepyeni bir proje bekliyoruz efendim:
East Mediterranean Sundance (Tar: Nevcivan Özel, Microtonal
Guitar: Tolgahan Çoğulu, Bağlama: Erdem Şimşek)
http://www.youtube.com/watch?v=AI3kdLpXjF0