Palais de Glace

İçimizdeki buzlar erimeli. ''Tarih bugün başlar, dediniz ya, hikâye de bugün başlar.''

Abone ol

Bu ismi taşıyan üç yer biliyorum üçünü de görmedim, biri kankamın evi. Halbuki tarih bugün başlar. Ve, ilk kim dedi bunu bilmem ama ideal aforizmalardan olduğu aşikâr. Gidip hiç olmazsa birini görmeliyim. N’olur n’olmaz. Yalnız Buenos Aires’teki Palais de Glace’de (Buz Sarayı) en fazla bir saat kalınabiliyormuş. Paris’te aynı adı taşıyan pièce au théâtre’da (böyle yazınca havalı oldu) ise oyun bitene kadar. Alternatifim pek sınırlı. Yeter ki buzlar eridiğinde sel olmasın.

Tarihi bir yerleri/şeyleri sel alıp götürmesinden başlanabilir. O sırada hayatı kayan insandır çünkü. Özellikle Bartın ve çevresini fazlasıyla etkileyen selin tahribatını daha birkaç ay önce gördüm. Bölgenin en eski ve tek değirmeni sular altındaydı. Değirmenciyle birlikte gezdik. Sular altında kalan buğday çuvallarını göstererek "İhtiyacım yok bu değirmeni işletmeye, köylüleri düşündüğüm için devam ediyorum, burada çekilen unun tadı başka oluyor, ona alışmışlar" demişti.

"Sel geliyor getirmeyin, bunları da götürün!" deyince, köylüler "Nereye götürelim, kolay mı köye geri götürmek" demişler. Yerler/şeyler nihayetinde kendi yerlerini bulurlar ve bu hikâyeyle de doğa bilimciler uğraşır. Oysa Tarih bir beşerî/hümaniter bilimdir, sadece bugün sele maruz kalan insandan başlamalıdır.

İNSAN HER ŞEYE MARUZ KALIR

Muhsin Macit’in “Şairlerin Tanıklıkları Üzerine Notlar: 971/1563 Yılında İstanbul’da Yaşanan Sel Baskını” adlı yazısının yayınladığı sayı.

Ya da soğuğa diyelim. Araya bir soğukluk girmesi de dahil. İki durumda da buzların erimesine yani. İnsan her şeye maruz kalır. Hep mazur değildir, hatta çoğu durumda makul hiçbir mazereti yoktur. Ama gidecek başka bir yer bulamadığında, gittiği yerde iskâna tâbi tutulduğunda; sel mıntıkasında meskûn, meskeni derme çatma, hali perîşandır. Kaim-makamın ikamet izni verdiği yerde sâkindir. Neticede gösterdikleri yerde ikamet edecektir.

Kaimesini de ihsan edene medyûndur. Eden bir muhsin, hüsnüniyet sahibi zât da olabilir. Hoşlukla gider kendine yeni bir hayat ikame eder. Belki bir de kamet getirir. (Bu dil oyununu Necmiye Alpay'ı anmak için yaptım.)

Galiba’ya anlattım bunları, Aslı Börek’te. Muhsin Macit’in “Şairlerin Tanıklıkları Üzerine Notlar: 971/1563 Yılında İstanbul’da Yaşanan Sel Baskını” adlı yazısını yeni okumuştum. Adı “Galiba”. Gerçekten. İlk tanıştığımızda “Nickname sanıyorlar, bolca esprisini yaparlar, alışığım” demişti. Ben alışamam, böyle şeyler yapmam.

HİKÂYE DE BUGÜN BAŞLAR

Galiba’nın şu sıra hasta ve mutsuz iki kedisi var. Yetmiyormuş gibi bir süre iki hasta sokak kedisiyle ilgilenmek zorunda kalmış. Onları himaye etmiş. Güzelce bakmış, tedavi ettirmiş. Artık iyilermiş ama yine de barınağa bırakmak mecburiyetinde kalışına üzülüyor. Galiba. Belli etmemek için bir hikâye de o anlattı bana. “Tarih bugün başlar, dediniz ya, hikâye de bugün başlar.”

Dikkat kesildim.

“Meselâ yeraltı edebiyatının nitelikli bütün hikâyeleri o başlayan günü anlatır. Ya da şöyle diyeyim, bugün başlayan tarih de olsa hikâye de, bugün elimize bir fırsat geçtiğini anlatırlar. Dün yapamadığımız bir şeydir bu. Uzun bir zaman geçmiştir üzerinden, hafıza sildi silecek gibidir.

Yanıklar, Ayrıntı Yayınları etiketiyle okuyucu ile buluştu.

Geçen gün, yürütücüleri arasında Palahniuk’un da bir projenin hikâyelerini okuyordum. Kitabın adı Yanık Diller. Sıra C. Lewis Carter’ın ‘Charlie’sine gelince bi durdum. Bir barınak hikâyesiydi çünkü. Hayır hayır. Barınak değil, çocukluğunda bir kediye eziyet ettiği için kendini barınakta çalışmaya mahkum eden Charlie’nin hikâyesi. Bizim hayatlarımıza benziyor. Okumalısın.”

Volkan geliyor ve kulağıma eğilip "İyi misin abi?" diyor. İyiyim. "Doğru söyle!" İlk defa soruyor. Ben oturunca koşar gelirdi sadece. Demek onu düşündüğümü, iyi olmasını istediğimi biliyor. Aslı Börek... Güvenlik... Volkan...

Buzlar erimeli.