Pandemi döneminde Türkiye’nin mülteci karnesi
Pandemi döneminde mülteci ve sığınmacıların Türkiye’de yaşadıkları zorlukları 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde konunun uzmanları ile görüştük.
DUVAR- Covid-19 salgını nedeniyle sınırların kapandığı, ekonomilerin durma noktasına geldiği bir dünyada, küresel değişim ve zorluklar nedeniyle milyonlarca insanın hayatı değişirken, ülkelerini terk etmek zorunda kalan mülteciler bu değişimden nasıl etkilendi?
Türkiye'de mülteci ve sığınmacıların pandemi dönemindeki durumunu değerlendiren UNHCR Türkiye Sözcüsü Selin Ünal, "Türkiye'de, mülteciler de dahil olmak üzere hassas durumdaki kişiler, gelirlerinde ve geçim kaynaklarında ani ve beklenmedik bir kayıp veya azalma yaşadı ve birikim eksikliği de bu duruma eklendi. Bu durum, hanelerin gıda, kira, hijyen ve diğer günlük harcamalar gibi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmasına neden oldu’’ dedi ve ekledi:
‘’Bu zorluklara rağmen hem mülteciler hem de ev sahibi topluluklar, kendi kendine yeterliklerini artırmak ve ekonomiye katkıda bulunmaya devam etmek için çaba sarf ediyor. Becerilerini güçlendirmek ve alternatif gelir yaratma fırsatları bulmak için çalışıyorlar. Yerel çözümlerin geliştirilmesinde kilit aktörler olarak Türkiye genelinde belediyeler, mesleki eğitimlerle sınırlı olmamak üzere mültecilere ve ev sahibi topluluğa önemli miktarda destek sağlamakta, iş piyasasına erişim hakkında bilgi vermekte ve aynı zamanda mültecilerin küçük işletmeler kurmaları konusunda kolaylaştırıcı rol oynamaktadır. Özellikle Covid-19 salgını sırasında belediyeler en acil ihtiyaçlara yanıt vermede mülteciler de dahil olmak üzere en hassas konumdaki kişileri destekleme çabalarını hızlandırdı’’ dedi.
Finansal desteğin, hızla artan insani ihtiyaçları karşılamada kritik öneme sahip olduğunu belirten Ünal, ‘’Mülteci durumlarında uluslararası dayanışma esastır ve ev sahibi ülkelere uzun vadeli mali destek taahhüt edilmelidir. Gelişmiş bölgelerdeki ülkeler dünyadaki mültecilerin yüzde 14'üne ev sahipliği yaparken, gelişmekte olan veya en az gelişmiş ülkelerin dünyadaki mülteci nüfusunun çoğunluğuna ev sahipliği yaptığı gerçeği düşünüldüğünde bu durum daha da önemlidir. Bu kritik aşamada uluslararası desteğin azalıyor olabileceğinden endişe duyuyoruz. Geçen yıl Bölgesel Mülteci ve Dayanıklılık Planı'na (3RP) dair ihtiyaçların yüzde 52 oranında finansal destekle sadece yarısı karşılandı. Tüm paydaşları, ortakları ve uluslararası toplumu, Mültecilere İlişkin Küresel Mutabakat’ın başta adil yük ve sorumluluk paylaşımı ilkelerini benimsemeye ve kalıcı ve sürdürülebilir çözümler için Mutabakat'ın etkin bir şekilde uygulanması için çaba göstermeye çağırıyoruz’’ dedi.
'MÜLTECİLER HİJYEN KOŞULLARINDAN UZAK ÇALIŞMAK ZORUNDA KALDI'
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Damla Uğantaş, mülteciler konusunda pandeminin ilk günlerinden bu yana etkili bir politikanın geliştirilmediğini ve bu kapsamda sağlık hizmetlerinde ulaşım konusunda önemli sıkıntılar yaşandığını söylüyor.
Uğantaş, ‘’Geri Gönderme Merkezleri’nde kalan mülteciler için toplu yaşam koşullarını da göz önüne alarak etkili bir politika geliştirilmesi gerekiyordu maalesef bu yapılmadı. Çalışma yaşındaki Suriyeli mültecilerin sadece yüzde 1.5'inin çalışma izni var, yani mültecilerin büyük çoğunluğu ya işsizler ya da kayıt dışı çalıştırılarak istismar edilmeye karşı savunmasızlar. Güvencesiz olarak çalışan çok sayıda mülteci işini kaybetme veya sokağa çıkma yasaklarında dahi hijyen koşullarından uzak bir şekilde hiçbir güvenlik önlemi olmadan çalışmaya devam etmek zorunda kaldı. Kalabalık evlerde kalan kişilerin hastalanmaları durumunda karantina ortamı oluşturulma imkanı olmadan aynı evdeki kişilerle temas halinde kalmaya devam ettiler’’ dedi.
Verilerin açıklanmasına dair şeffaf bir politika izlenmediğine dikkat çeken Uğantaş, ‘’İlk günden bu yana mültecilerin Covid-19 izlemesinin yapılıp yapılmadığı, sağlık hizmetlerine erişim konusunda nasıl politikalar geliştirildiği, geri gönderme merkezlerinde bulunan mültecilerin kaçının pozitif çıktığı gibi veriler Sağlık Bakanlığı tarafından da İçişleri Bakanlığı tarafından da paylaşılmadı’’ dedi.
'PANDEMİ DÖNEMİNDE İŞTEN ÇIKARILAN SURİYELİ SAYISI 4 KAT DAHA FAZLA'
TEPAV Araştırmacısı ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) üyesi Omar Kadkoy, TEPAV’ın yaptığı Covid-19 salgının emek piyasaları üzerine etkilerini inceledikleri araştırmanın sonuçlarından yola çıkarak salgının en ağır etkilediği iki grubun kadınlar ve mülteciler olduğunu söylüyor.
Kadkoy, “Pandemi özellikle iki grup üzerinde olumsuz sonuçlar yarattı. İlk olarak, mülteci olsun ya da olmasın, çalışan kadınlar bu süreçte çalışan erkeklerden daha olumsuz etkilendi. İkinci olarak ise Covid-19’un mülteciler için çok daha şiddetli etkiler yarattığını söylemek mümkün. Olumsuz etkiyi görmenin en iyi yolu, pandemi sırasında işgücü piyasasındaki mültecilerin durumunu Türkiye vatandaşlarının durumuyla karşılaştırmaktır. Örneğin, pandemi nedeniyle işten çıkarılan Suriyelilerin sayısı aynı sebepten işten çıkarılan Türkiye vatandaşlarından 4 kat daha fazladır. Benzer şekilde ücretsiz izne çıkartılan Suriyelilerin sayısı da Türkiye vatandaşlarının 3 katıdır’’ dedi.
Kadkoy, Covid-19’un etkisini Suriyelilerin pandemi öncesi durumuna göre incelediğinde, Suriyelilerin ortalama maaşının ayda 1500 ile 1800 lira arasında değişirken, Suriyeli bir hanenin aylık ortalama giderinin en az 2000 lira olduğunu ifade etti ve ekledi: ‘’ Mültecilerin zaten zorlu olan yaşam koşullarının pandeminin etkileriyle daha da kötüleştiğini gözlemliyoruz. Bu sonuçlar Suriyelilere özel olsa da, Afganların, İranlıların veya diğer mültecilerin daha iyi durumda olduğunu gösteren herhangi bir gösterge bulunmamaktadır’’.
'MÜLTECİLER İÇİN ÖZEL HAZIRLIK YAPILMADI'
Uzmanlar, salgın nedeniyle mülteciler için özel bir hazırlık yapılmadığını söylüyor. Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) kurucularından Doç. Dr. Didem Danış’a göre, pandemi döneminde özel bir hazırlık yapılmadığı gibi, salgınla beraber mültecilere destek sunan sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına ara vermesi mültecilerin hayatında ek zorluklar yarattı.
Salgın döneminde tek olumlu gelişmenin, aşılama başladıktan sonra, yaş gruplarına göre kayıtlı mültecilere de aşı yapılması olduğunu ifade eden Danış, ‘’Halk sağlığı yaklaşımı tam da bu şekilde kişinin kimliğine bakmadan 'herkesin' sağlığını dikkate alınmasını gerektiriyor. Beraber yaşamanın, ancak hep beraber esenlik ve refah içinde olabilirsek mümkün olduğunu hatırlatan çok değerli bir adımdı bu. Kayıtlı mültecilere aşı hakkı tanınması bu açıdan çok önemliydi. Ancak yüzbinlerce kayıtsız göçmenin bir kez daha bu haklardan mahrum bırakıldığını, çemberin dışına itildiğini gördük’’ dedi.
Türkiye tarafından pandemi döneminde mültecilerin korunmasına ilişkin bir önlem alınıp alınmadığına dair paylaşım yapılmadığına dikkat çeken Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Damla Uğantaş konuya ilişkin, ‘’Yapılan açıklamalarda mültecilerin, geçici koruma kapsamındaki kişilerin anılmadığını gördük. Göç İdaresi Başkanlığı bu konuda sessiz kaldı. Tüm bunlar gösteriyor ki ağır geçen bu süreçte mülteciler ve sığınmacılar yalnız bırakıldı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamalarda sadece genel bilgilendirmelerin Arapça dilinde de yapıldığı paylaşıldı. Bu yeterli bir önlem değildi. Vaka ve ölümlerin açıklanmadığı gibi mülteciler aşılama konusunda neredeler, bu yönde de kapsamlı bir bilgilendirme ya da politika ortada yok’’ ifadelerini kullandı.
PANDEMİ SÜRECİNDE MÜLTECİLERİN AŞILANMA TAKVİMİ
Sağlık hizmetlerine erişim konusunda da ciddi sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken Uğantaş, ‘’Aşılama yaygınlaşmışken kayıtsız durumda bulunan kişilerin aşı takviminde yer alıp almayacağı hâlâ bilinmiyor. Ancak herkesin aşılara erişimi ile bitirilebilecek bir salgında toplumun önemli bir kesimi görmezden gelinmeye devam ediliyor’’ dedi ve ekledi:
‘’Türkiye’de 3 milyon 678 bin 527 kişi geçici koruma statüsünde bulunuyor. Kayıtlı durumda olan kişiler, yaş ve çalışma durumu bakımından aşı hakkına sahip diğer Türkiye vatandaşları gibi aşıya erişim hakkına sahipler ancak bu kişiler de uygulamada ciddi sorunlarla karşılaşıyor. Ayrıca bu konuda ilgili kurumlar tarafından da bir bilgilendirme de yapılmıyor. Suriyeliler dışında, İran, Irak, Afganistan gibi ülkelerden gelen mültecilerin çoğunluğu ise kayıtsız durumda ve yöneticiler etkin bir politika izlemek konusunda yetersiz kalıyor."
Öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) üyelerinden Doç. Dr. Polat Alpman Türkiye’deki kayıtlı göçmenlerin birinci basamak sağlık hizmetlerine erişimlerinin Avrupa Birliği fonları ile sağlanan bir proje kapsamında gerçekleştirildiğinin altını çizerken, "Göçmen Sağlığı Merkezi (GSM) isimli poliklinikler üzerinden verilen bu sağlık hizmetleri, genellikle kayıtlı göçmen olan hekimler ve sağlık çalışanları tarafından verilmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde Türkiye’de sunulan göçmen sağlığı hizmetinin önemli bir ihtiyacı karşıladığı ve göçmenlerin sağlık hakkına erişimini kolaylaştırdığı söylenebilir. Ancak sağlık hizmetlerine erişimin genellikle Suriyeli mültecilerle sınırlı kaldığı ve diğer mülteci grupların bu hizmetler görece sınırlı eriştiği de biliniyor. Bunun hem hukuki hem de yapısal birçok nedeni var. Pandemi, göçmenlerin sağlık hizmetlerine erişimlerinin kırılganlığını göstermesi bakımından önemliydi. Hatta pandeminin ilk şok etkisinin yaşandığı dönemde kimsenin göçmenlerin sağlık hakkını önemsemediği, göçmenlerin hızla ve kolaylıkla gözden çıkarılabilecek kişiler olarak üstlerinin çizildiğinin hissedildiğini de söyleyebiliriz" dedi.
Türkiye'deki kayıtlı ve kayıtsız mültecilerin aşılara erişimine de değinen Alpman, "Ne yazık ki bu konuda elimizde herhangi bir resmi açıklama ve bilgi yok. Kayıtsız göçmenlerin aşıya erişemediğini biliyoruz. Ancak benzer durum bildiğimiz kadarıyla kayıtlı göçmenler için de geçerli. Buradaki kritik sorulardan biri, demografik açıdan ciddi bir mülteci nüfusa sahip olan ülkelere aşıların kim tarafından ve nasıl tedarik edileceği sorusudur. Bu konunun Dünya Sağlık Örgütü tarafından da henüz gündem haline getirilmediğini söyleyebiliriz. Sağlık Bakanlığı bu konuda mutlaka inisiyatif almak zorunda kalacaktır, çünkü normale dönülebilmesi için beş milyondan fazla kişinin aşılanması gerekir. Şimdilik aşı konusunda açık, şeffaf ve gerçek bilgi talebimizi yineleyebiliriz’’ dedi.
'TÜRKİYE’NİN MÜLTECİLERİ AŞI PROGRAMINA DAHİL ETMESİNDEN MUTLULUK DUYUYORUZ'
Salgının, ancak aşılar statüleri ne olursa olsun ülke planları doğrultusunda tüm insanlara eşit olarak sunulduğunda kontrol altına alınabileceğine dikkat çeken UNHCR Türkiye Sözcüsü Ünal, "Türkiye, yasal çerçevenin uygulanmasında, geçici koruma altındaki Suriyelilere, uluslararası koruma başvuru sahiplerine ve statü sahiplerine, sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın Covid-19 için koruyucu ekipman, test ve ilaçlara ücretsiz erişim sağlamış, ayrıca randevu ve kişilerin farklı ihtiyaçlarını karşılamak için farklı kanallara dayalı bilgi sistemini hizmete sokmuştur. Olumlu bir yaklaşım olarak, Türkiye'nin mültecileri ve göçmenleri de aşı programına dahil ettiğini görmekten mutluluk duyuyoruz. Türkiye'de ulusal sağlık sistemi aracılığıyla uygulanan Covid-19 aşılama programı, Sağlık Bakanlığı tarafından koordine edilmekte ve yürütülmektedir. Covid-19 ile ilgili bilgiler de Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanmaktadır ve istatistiki raporlamada ulus veya statüye göre ayrıştırılmamaktadır’’ dedi ve ekledi:
‘’Mültecilerin aşılama süreci ilgili ayrıntılar gibi önemli bilgi ve sistemlere anlayabilecekleri dillerde erişebilmeleri büyük önem taşır. UNHCR olarak, pandemi sırasında Türkiye'deki mülteci ve sığınmacılara sunulan önleme tedbirleri ve hizmetler hakkında bilgi vermek için, danışma hattı, sosyal medya ve web sitesi dahil olmak üzere iletişim kanallarını genişlettik. Ülke çapındaki UNHCR Danışma Hatları, mültecilere ve sığınmacılara bilgi ve danışmanlık sağlamaya devam ediyor. UNHCR, sosyal medya erişimini geliştirdi ve Whatsapp iletişim ağacı gibi yenilikçi iletişim araçlarını tanıttı. DSÖ ve Sağlık Bakanlığı tarafından Covid-19 hakkında hazırlanan bilgilendirici medya kartları ve infografikler de UNHCR'nin sosyal medya hesaplarında ilgili dillerde paylaşıldı. İl Göç İdaresi Müdürlükleri, Sağlık Bakanlığı merkezleri ve UNHCR ortaklarının ofislerinde bilgilendirici broşürler ve afişler de kullanıma sunuldu"
PANDEMİ SÜRECİNDE MÜLTECİ ÇOCUKLARIN EĞİTİME ERİŞİMİ
Doç. Dr. Didem Danış’a göre, pandemi mültecilere yönelik dışlamayı daha da arttırdı ve pandemi sürecinde mevcut eşitsizliklerin daha da görünür olduğu ve derinleştiği alanlardan biri de eğitim oldu.
Danış, "İstanbul’da kırılgan mahallelerde çocuk hakları savunuculuğu yapan dört kurumun ortak gerçekleştirdiği 'pandemide çocuk olmak' raporunda yer alan ve mülteci çocukların deneyimlerini aktaran Small Projects Istanbul Derneği’nin İstanbul’da görüştüğü Suriyeli çocuklardan biri çocuklara izin verilen günlerde bile sokağa çıkmak istemediklerini, çünkü çıktıklarında 'çok kötü kelimeler' duyduklarını, 'Siz korona getireceksiniz' gibi suçlamalardan kaçınmak için sokak izin günlerinde bile evlerde kaldıklarını söylüyordu’’ dedi ve ekledi:
‘’Türkiye'de doğup büyüyen yoksul çocukların teknolojiye erişimi tartışılırken, mülteci ve sığınmacı ailelerin çocukları pandemi sürecinde online eğitim sürecinden en olumsuz etkilenen kesimlerden oldu. Uzaktan eğitimi takip etmek için gerekli cihazlara sahip olmayan veya çoğunlukla eğitim seviyesi çok düşük olan ve Türkçe bilgileri çok sınırlı olan Suriyeli mülteci aileler çocuklarının derslerine yardım edemedi’’ dedi.
UNHCR TÜrkiye Sözcüsü Ünal da konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, ‘’2014 yılından bu yana Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulamaya konulan kapsayıcı politikalarla hem mültecilerin hem de ev sahibi topluluk üyelerinin artan nüfusuna rağmen, Suriyeli çocukların örgün eğitime genel kayıt oranları 2014/2015 akademik yılının başında yaklaşık yüzde 30'dan kademeli olarak artarak 2020/2021 akademik yılında yüzde 64'ün üzerine çıkmıştır. Mülteci gençlerin küresel olarak sadece yüzde 3'ü yükseköğretime erişebilirken, bu oran Türkiye'de Suriyeli mülteciler arasında yaklaşık yüzde 6'ya ulaşmıştır’’ dedi.
Covid-19’un emsali olmayan büyük bir insani zorluk oluşturmakta olduğuna dikkat çeken Ünal, mülteci ailelerin Covid-19 nedeniyle karşılaştıkları zorluklar, eğitim alanındaki kazanımları tersine çevirmekle tehdit etmekte olduğunu belirtti. Ünal, ‘’Pandemi sürecinde önemli olan mülteci ailelerin kursları online takip edebilme imkanlarına sahip olmalarıdır ama biliyoruz ki internet erişim ve sosyoekonomik zorluklar bu durumu zora sokmakta. Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğrencilerin derslerini çevrim içi takip edebilmeleri için ülke genelinde destek merkezleri kurdu. Bu merkezler, çocuklarının okul derslerini uzaktan eğitimle takip edebilmeleri için gerekli cihaz veya internet erişimi olmayan aileler için oluşturulmuştur. UNHCR olarak, hem mülteci hem de ev sahibi toplulukların yararına bilgisayarlar sağlanması da dahil olmak üzere bakanlığı bu önemli konuda destekliyoruz’’ dedi.
'DİJİTAL UÇURUM VE EŞİTİSİZLİKLER DAHA DA DERİNLEŞTİ'
Uzaktan eğitim sürecinin, “dijital uçurum” ve var olan eşitsizlikleri daha da derinleştirdiğini belirten Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Uğantaş, "John Hopkins Üniversitesi, UNICEF ve Dünya Bankası tarafından yapılan ortak araştırma pandeminin 1.6 milyar çocuğun eğitimini aksattığını ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ise pandemi sürecinde dünyadaki mülteci öğrencilerin yarısının eğitimden koptuğuna işaret ediyor. Türkiye’ye baktığımızda da durum çok farklı değil. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, pandemi öncesinde okul çağındaki mülteci çocukların eğitime katılım oranı yüzde 63’tü ki bu da çok yetersiz bir oran ve yaklaşık 400 bin mülteci çocuğun eğitimden uzak kaldığını gösteriyor. Pandemi sürecinde bu öğrencilerin çoğu eğitimden koptu ve örgün eğitime dönülse dahi bu çocukların çoğunun okullara dönmeyeceği öngörülüyor. Bu konuda etkin bir politika geliştirilmesi ve acilen gerekli adımların atılması lazım" dedi ve ekledi:
"Mülteciler için MEB tarafından hayata geçirilen 'Yabancı Öğrenciler Uyum Sınıfları' projesi dil bariyeri konusunda önemli bir adımdı. Ancak hem pandemi döneminde yaşanan kesintiler hem de AB desteğiyle hayata geçirilen bu projenin sürdürülebilirliğine dair soru işaretleri problem oluşturmaya devam ediyor.’’
GERİ KABUL ANLAŞMASI
2013 yılında Türkiye ile AB arasında imzalanan ‘’Geri Kabul Anlaşması’’nı değerlendiren UNHCR Türkiye Sözcüsü Ünal, ‘’UNHCR, AB-Türkiye Mutabakatı’na taraf olmamakla birlikte, mülteciler ve sığınmacılara İlişkin mutabakattan bu yana Yunanistan ve Türkiye'de faaliyetlerini sürdürmektedir. UNHCR, bazı devletlerin ülkelere yeni gelenlere ev sahipliği yapma konusunda orantısız bir sorumluluk taşıdığını kabul ediyoruz ve diğer Avrupa Devletlerini ve AB'yi, onları destekleyerek dayanışma göstermeleri için çağrıda bulunuyoruz’’ dedi.
Geri Kabul Anlaşması’nın Mülteciler için bir artısı olmadığını belirten Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Uğantaş, Avrupa’nın, mültecilerle ilgili paylarına düşen sorumlulukları yerine getirmek yerine, sadece güvenlik veya daha iyi bir yaşam arayan insanları dışarıda tutmak için bir kale inşa ettiğini dile getirdi.
Uğantaş, "Mültecileri Avrupa sınırına gelmeden engellenme yönündeki politika kapsamında Türkiye ve Libya ile imzalanan anlaşmalar da var. Türkiye, insanların Avrupa’ya gitmek için Türkiye topraklarından ayrılmasını önlemeyi kabul etti. Buna karşılık AB, Türkiye'ye yaklaşık 3 milyar dolar verdi. 2013 yılında imzalanan 2016 yılında tam olarak yürürlüğe giren bu anlaşma, Türkiye'nin sığınmacılar için güvenli olduğuna dair yanlış önermeye dayanıyor. Türkiye'nin uluslararası mülteci hukukuna tam olarak taraf olmaması bu anlamda önemli bir sorun. Bununla birlikte, Yunanistan'ın sığınma ile ilgili kurumları çoğu kez Türkiye'nin güvenli bir üçüncü ülke olduğuna ve Suriyeli mültecilere etkili bir koruma sağladığına karar verdi. Bu kararların sonucunda birçok mülteci Türkiye’ye geri gönderildi. Bugün binlerce mülteci sığınma talepleri hakkında bir karar beklerken Yunan adalarında sıkışıp kalıyor’’ dedi.
Avrupa’da geçtiğimiz aylarda ‘yeni bir başlangıç’ adı altında duyurulan bu uygulamaların da yeni olmadığı gibi yıllardır yanlış olan uygulamaların bir tekrarı olmaktan öteye gitmediğini vurgulayan Uğantaş, "Mültecilerin insan hakları odaklı politikalara acilen ihtiyaç var şu an ki uygulama daha çok mülteci ve sığınmacının politik koz olarak kullanılmasını zemin hazırlıyor. Çok tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bu süreçte mülteci hakları hiçe sayılmaya devam ediyor’’ dedi.
TÜRKİYE’NİN MÜLTECİ POLİTİKASI
Türkiye özelinde zenofobi ve göçmen düşmanlığı gibi bazı eğilimlerin siyasal, ekonomik ve kültürel nedenleri olduğunu ifade eden Öğretim üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği (GAR) üyelerinden Doç. Dr. Polat Alpman, ‘’2011 sonrası yaşanan gelişmeler açısından yeni olan şey devletin/hükümetin bu konudaki tutumuyla ilgili olarak değerlendirilebilir. Öncelikle bu sürecin çok ani bir biçimde ve hem göçmenlerin hem de yurttaşların hazırlanmadan gerçekleştiğini hatırlayalım. Her şey çok ani bir biçimde oldu ve bitti. Bir diğer faktör bu ani göç dalgasının dinselleştirilmesi ve mültecileri acıma nesnesine dönüştüren retoriğin kullanılmasıydı. Devamında ise hükümetin topluma verdiği geçicilik mesajı, yani “gidecekler” ifadesi üzerine kurulan disentegrasyon politikası, açıkça “bir arada yaşamayı öğrenmenize gerek yok, idare edin” mesajına dönüştü. Bir de “koz” meselesi var, uluslararası ilişkilerde belirli bir güç elde etmek için 'açarız kapıları ha!' tehdidi. Edirne olayını unutmayalım’’ dedi ve ekledi:
‘’Bir de bu sürece hazırlanmamış olan geniş kalabalıkların, özellikle de mültecilerle gündelik yaşam içerisinde gerçek anlamda bir arada yaşamak zorunda olan alt sınıfların, güvencesizliklerinin derinleşmesi gibi bir başka olgu var. Türkiye’deki kayıt dışı istihdam rejiminin göçmenleri kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesiyle birlikte ücretlerdeki düşüş, işsizliğin artması ve buna karşılık ekonomik kriz ve enflasyon. Yaşanan bu gelişmeler, belki de bütün bu olup bitenlerden dolayı en günahsız ama en zayıf olan bu grubu, mültecileri yaşananların sorumlusu olarak göstermeyi kolaylaştırdı. Bunda muhalefetin payı da zannedildiğinden büyüktür. Özetle Türkiye toplumunun kabul etmemesi diye bir şey yok, üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Burada asıl sorumluluk sahibi olan bürokrasinin ve hükümetin entegrasyon/uyum politikalarını sosyal politikanın elzem bir meselesi olarak görmemesi, hala ideolojik bir çerçeveye dahil etmesi ve iç siyasi rekabette muhalefete koz vermemek, dış siyasi-ekonomik ilişkilerde mültecileri kullanmak arasında konunun kendisine odaklanmaması sorunun merkezinde yer alır. Yine de bugün, sağlık, eğitim, aile birleşimi, çalışma yaşamı gibi birçok konuda dünden daha iyi durumda olduğumuzun altını çizelim, ancak gidilmesi gereken çok yolumuz var."
Sosyal uyum, sadece yasal ve sosyoekonomik bir süreç değil, aynı zamanda mülteciler tarafından yeni çevreye uyum sağlama ve ev sahibi topluluk tarafından kabul görme için sosyal ve kültürel bir süreç olduğunun altını çizen UNHCR Türkiye Sözcüsü Selin Ünal, "UNHCR olarak, Şubat 2018'de kabul edilen Uyum Strateji Belgesi ve Ulusal Eylem Planı'nın uygulanmasında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nü (GİGM) desteklemekte ve mülteci ve ev sahibi topluluklar arasındaki sosyal uyumu güçlendirmek için yerel yönetimler ve belediyelerle işbirliği yapmaktayız. Türkiye'nin yasal çerçevesine harmonizasyonun eklenmesi, sosyal uyum bileşenlerinin farklı kamu aktörleri ve süreçleri tarafından sağlık, eğitim, geçim kaynakları gibi ulusal hizmet sağlanmasına dahil edilmesine olanak sağlamıştır. Bu, geçici koruma ve uluslararası koruma altındaki kişilerin kendi kendine yeterliliklerine katkıda bulunmak için sosyal ve ekonomik hayata dahil olmalarını artırmaya yardımcı olur. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun ortaya koyduğu uyum ilkesi doğrultusunda, ulusal sistem üzerinden sunulan hizmetlere mültecilerin dahil edilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir. Mültecilerin kendi kendine yeterliliğini ve dayanıklılığını teşvik etmek, pandemi yüzünden daha da önemli ve zorlu hale gelen sosyal uyum kilit bir unsurudur. UNHCR olarak, üçüncü taraf desteğine bağımlılığı azaltmayı ve yabancıların ve uluslararası koruma altındaki kişilerin ev sahibi toplulukla uyum içinde yaşadığı bir ortam yaratmayı ve yaşadıkları topluma üretken bir birey olarak katkı veren kişiler olmalarını amaçlayan bu planın hayata geçirilmesinde GİGM ile işbirliği yapmaktayız’’ dedi ve ekledi:
‘’Eğitim alanında atılan adımların yanı sıra, 2016'nın ilk yarısında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ülkedeki mülteci ve sığınmacılara sağlanan geçim fırsatlarını ve yardımları iyileştirmeye yönelik çeşitli yasal ve diğer girişimleri yürürlüğe koydu. 2016 yılında kabul edilen Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik, geçici koruma altındaki Suriyelilere kendi kendine yeterliliği teşvik etmek amacıyla çalışma iznine başvurma ve kayıtlı istihdama erişim hakkı vermektedir. Bugüne kadar geçici koruma altındaki Suriyelilere yüz binden fazla çalışma izni verilmiş durumda’’.