Kraliçe-konsept yazılarımın beşincisiyle karşınızdayım. Sayı on
beşi bulursa bir kitap yaparım artık. Sonra ver elini
Buckingham...
Buckingham gündemini genellikle Türkiye’den modelleme yoluyla
analiz etmeye çalışıyorum. Anlaşılması kolay oluyor o zaman.
Modelleme dediysem yanlış anlamayın. “Ben de bunu yazarım, ben de
böyle konuşurum, ben de Nişantaşılıyım” diye diye başkalarının
malzemesinden kalıplar çıkarmayı kastetmiyorum. Nitekim böyle
ruhsuz kalıpçı ustası da etrafta çok. Ben şahsım olarak kalıbımı,
memleketin kültür mülajından çıkartmaya çalışıyor ve arada
Buckingham’a da elbise biçiyorum.
Kraliçenin ömrünün uzayıp uzamayacağı meselesine gelince, bu
meseleyi de beyfendi gasteci arkadaşlar düşürdü aklıma. Bir erken
seçim olur mu, olmaz mı diye konuşup duruyorlar. Medyascope’ta
durup dururken böyle bir tartışma patikası açıverdiler. Sanki
patikalarımıza kıran girmişti. AKP iktidarının can havliyle açtığı
onca patika varken... Madenlilerin bir lafı vardır, “Akılsızı
akıllı etmeyin” derler. Beyfendi gastecilerimiz “düşmanım bile
akıllı olsun isterim” ekolünden insanlar. Fransız ekolü. Ekol
normal süperiör...
Açılan bu erken seçim patikasından fiziksel mesafeyi koruyarak,
Bekir Ağırdır olsun, Kemal Can veya Murat Yetkin olsun, Ruşen Çakır
koordinasyonunda yürüyorlar. Eve sığamadılar. Menderes Çınar da mı
konuşmuş erken seçimi? “Erdoğan seçimi kazanabileceğini
düşündürtecek şartları yaratabilirse mutlaka bir erken
seçime gider” mi demiş? Bir yaratsa bence de gideri var tabii
de, yaratmış mı? Hiç bilemiyorum Altan. Bildiğim tek şey, seçim
olursa her şey çok güzel olacak.
Bahisler “seçimlerden” açıldı işte. Oysa Umberto Eco ne diyor?
Otoriter lider daha yerinden tam doğrulmadan, ne yöne adım
atacağını siz söylemeyin filan gibi bir şey söylüyor. Gerçi faşizm
gibi, konumuzla ilgisi olmayan bir bağlamda söylüyor bunu. İsmail
Küçükkaya gibi ben de “faşizm” filan demiyorum tabii.
Asla. Demokratik seçimlerden konuşuyoruz. Üstelik belki Eco değil,
bambaşka biri diyordu bunu. Gece 24.00’e doğru kimin söylediğini
bulur, sağlık bakanımızın ardından ben de bu konudaki açıklamamı
yaparım.
Ama tabii biz bahis açmayı seven bir toplumuz. Hayır madem
açtınız bu bahsi, bir iki kadın arkadaşımızdan da görüş alın. Işın
Eliçin’e, İnci Hekimoğlu’na, Nergis Demirkaya’ya veya Özlem
Akarsu’ya sorun. Sayamadığım çok isim var daha. Üstelik Gazete
Duvar’ın Duvar Arkası haberinde bir erken seçim ihtimalini epeyce
sıkıntıya sokacak bir husus da gündeme gelmişti. “Çoğunluğu
kaybetmeleri durumunda Erdoğan son 5 yılını başlatmış olur” demiş
ve 3+5 olmak üzere 8 yıl görev yapma şansı olan Erdoğan
bakımından bunun siyasi intihar anlamına
geleceğini de eklemişlerdi. Duvar Arkası’nı kadın arkadaşlar
kazıyordu sanırım. Beş yıl nere, sekiz yıl nere? Bence
cumhurbaşkanlığı söz konusu olduğunda, üje beje bakılır...
Kısacası, seçim bahsini beyler kendi aralarında çeviriyor. Erken
seçim olacağını söyleyen de, neden olmasın diyen de, olursa ne olur
diyerek akıl yürüten de onlar. Bir akıllar bir fikirler. Ben de
baktım iki haftadır ciddi ciddi konularda yazmış, dersimi yeterince
çalışmışım zaten. Bu hafta ortamlara akabilir, olayları cıvıta
sıvıta yorumlayabilirim. Ne olacak, sonuçta gök olayı değil, dünya
olayı...
Türkiye’de bir erken seçim ihtimali olup olmadığı bana
sorulmuyorsa ben de alır başımı giderim. Poğaça sepetimi koluma
takar, açılan patikadan ilerlerim. Olaya Buckingham’dan bağlanırım.
Zaten kraliyet haberleriyle ilgilenmeye bahane arıyorum. Fakat
modern monark Elizabeth the Queen’in erken seçimle ne işi olur?
Kraliçeler seçimle gelip gitmiyor. Benim sorum şu; “77 milletin ve
42 ülkenin kraliçesi, Covid-19 nedeniyle Allah muhafaza erken ölüme
gider mi?”
Soru güzel. Saat 24.00’ü vurduğuna göre, bunun da “imkansız
ihtimal” olduğunu açıklayabilirim. Bir kere kraliçe ben bu cümlenin
sonuna gelmeden ölse bile, bu ölüm bir “erken ölüm” olmaz. Zatı
şahaneleri erken ölüm şansını yirmi beş yıl kadar evvel yitirmişti.
Train gone, sorry! Onun için artık her ölüm geç bir ölümdür.
Biliyorum Tanrım. Ayrıca alacağın o hayat hiç fena sayılmaz. Dibini
de sıyır.
Faşizm bağlamında yarım yamalak hatırladığım konuyu da buldum,
Umberto Eco söylememiş o lafı, başka bir yerden hatırlıyormuşum ve
tam olarak şöyle diyormuş; “Şimdilerde yaşadığımıza benzer
zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar
görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler
isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz
aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar
kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket
etmeye başlarlar.”
Şu linkten tamamını okursunuz artık. Erken seçim de bir tür
“baskı” sayılabilir.
Eco’yu da durup dururken anmış olmayalım. Eliniz değmişken onun
“Ur-fascism” (ebedi faşizm) yazısını da okuyuverin madem. Üstat
orada faşizmin
14 temel özelliğini sayar. Sekizinci madde bana epeyce önemli
gelir. “Düşman hem güçlü hem de zayıftır. Sürekli değişen bir
retorik odağı sayesinde, düşmanlar aynı anda hem aşırı kuvvetli hem
de aşırı zayıflardır.” Bence faşizmin kafası karışık olduğundan
değil, ahlaksız bir ideoloji olmasından dolayıdır bu... Silikondan
omurga mütemadiyen kayar. Bunu da ekleyeyim.
Kraliçenin Covid-19 nedeniyle erken ölüme gitme ihtimalinden
nerelere vardık...
Diğer mevzuya gelince, şahsen bir erken seçimin imkan ve ihtimal
dahilinde olduğunu düşünmüyorum.. Bir kere yakın vakitte açıklanan
bir iki anket, AKP oylarında
düşüşler tespit ediyor. Kriz ve olağanüstü hallerde insanların
statükoya sarılacağı önermesinin bizim için pek bir geçerliliği yok
galiba. Yurttaşa bedava ekmek dağıtma faaliyetinden “paralel”
manalar üreten suni krizler ülkesinde, gerçek bir krize artık kim
inanır ki zaten?
En cingöz analizci bile şunu atlıyor: Türkiye’de, AKP ampulünden
patlatılan suni krizler dışında, gerçek bir kriz ya da felaket
yaşama hakkımız bile kalmadı bizim. Hangi kriz? Gerçek bir felaket
ya da kriz varsa, derhal olağanüstü normallik koşullarına
geçiyoruz. Ayakkabılarımızı kapı önünde bırakıyor. Ellerimizi
sabunluyor, mutfaklarımıza geçip hamurumuzu mayalıyoruz.
Yapabilenler fırsat bulmuşken üç çocuk yapıyor...
Türkiye Covid-19’u da alıyor ve “Büyük Türkiye” için bir fırsata
çeviriyor. Maskeydi, eldivendi demiyor, kolileyip bütün dünyaya
gönderiyor. Savcı Sayan hızını alamıyor. Birçoğu Los Angeles’ta
yaşayan dünya starı için New York’a deste deste maske gönderiyor. O
sadece New York’u tanır. Vali Cuomo maskelerin dağıtımını yapar
nasılsa. Scarlett Johansson’a maske ile birlikte karakovan balı da
yollamış canavar...
Şimdi gelelim sadede. Ahmet Hakan gibi, yazdığımız her iki
satırın arasında çavdar tarlaları uzayıp gitmediğinden, sadede
gelmek biraz zaman alıyor. Ortalıkta bir kriz yoksa ve kimse panik
manik yaşamıyorsa statükoya sarılma ihtiyacı da olmayacaktır.
Vatandaşın statükoya, diğer bir deyişle AKP’ye sarılması için,
krizin gerçek boyutundan haberdar edilmesi şart. Yoksa yok... Bu
paradoksu aşmadan seçim meçime de gitmez bunlar...
Ahmet Hakan’ın yazma tarzından söz etmişken belirteyim. Yeni
nesil sütun yazıları daha ziyade benimki gibi. Eskiden matbaa
kalıplarına uydurmak için sanırım, öyle seyrek seyrek serpiştirilip
kısa yazılıyormuş. Şimdi olay değişti. Ahmet Hakan da öyle bir
“Yahu!” çekerek iş bitirmeye uzun süre devam edemez.
Memleket böyle işte, insanda insicam bırakmıyor. Oysa insan
insicamlı bir varlıktır. Kraliçeyle ilgili kanaatimi belirteyim de
bir insicama bağlayayım. Kraliçe de her fani gibi vakit tamama
erdiğinde gidecek. Covid-19’la gider mi bilmem ama pandeminin ve
kaosun ömrünü uzatacağını da hiç sanmam.