Pantomim sanatçısı İlker Kılıçer: Sanat, krizlerde protest bir yapıya dönüşür

Ekonomik sıkıntılar sanatsal ifadeyi nasıl etkiler? Böyle dönemlerde, insanların sanata yönelik bakış açısı değişir mi? İzmir’de, toplumsal sorunlara dokunuşlarıyla tanınan, öncelikleri “güldürmek değil, düşündürmek’’ olan pantomim sanatçısı İlker Kılıçer ve Duvara Karşı Tiyatrosu’ndan Vedat Kuşku ile konuştuk.

Abone ol

İZMİR - Yaşamın hemen hemen her alanında farklı boyutlarda etkili olan ekonomik krizin yansımaları sanat dünyasında da hissedildi. Sanat ödeneklerinin kesildiği, sanata yapılan harcamaların 'lüks' olarak görüldüğü bir ortamda uzun vadede neler yaşanacağı, yaşanan kriz ile sanat faaliyetlerinin nasıl şekil alacağı hatta sürüp sürmeyeceği merak konusu.

Topluma geçim zorlukları olarak yansıyan bu krizin meydana getireceği ekonomik sıkıntılar sanatsal ifadeyi nasıl etkiler? Böyle dönemlerde, insanların sanata yönelik bakış açısı değişir mi? İzmir’de, toplumsal sorunlara dokunuşlarıyla tanınan, öncelikleri “güldürmek değil, düşündürmek’’ olan pantomim sanatçısı İlker Kılıçer ve Duvara Karşı Tiyatrosu’ndan Vedat Kuşku ile konuştuk.

'İKTİDARIN DİLİYLE KONUŞMAYAN ETKİNLİKLERE SÜREKLİ BİR ENGEL ÇIKARTILIYOR'

İktidarların sanatı, toplumu uyuşturmaya yönelik bir araç olarak gördüklerini belirten pantomim sanatçısı İlker Kılıçer, “Her siyasi çöküşte, her ekonomik krizde sanat ne yazık ki devletlerin suçlarını örtmek için göze inen perde olarak yerini almıştır”, diyor, “Fakat artık yeni dönemle birlikte değişen ve kendini geliştiren sanat, özellikle sıkıntısı büyük olan; derin krizlerin, savaşların, kıyımların eksik olmadığı yerlerde protest bir yapıya bürünmüştür."

İktidarların kendi fikirleri ile çelişen sanat etkinliklerine tahammülü olmadığını ifade eden Kılıçer’e göre baskının hakim olduğu toplumlarda sanatın önemi çok daha belirgin:

"Böyle ülkelerde zulmün, açlığın karşısında sanat her zaman direnmiş ve iktidarların maskesini düşürmüştür. İran, Hindistan, Küba, Venezuela ve Balkan ülkeleri buna en güzel örneklerdir. Dolayısıyla iktidarların iç yüzlerini sergileyen sanata aynı zamanda ambargo da uygulanmıştır. Türkiye’de de pantomim, heykel, bale gibi bölümlerin üniversitelerden çıkartılması bu ambargolara örnektir. İktidarın diliyle konuşmayan, gözüyle bakmayan, düşündüğü gibi düşünmeyen sanat etkinliklerine sürekli bir engel çıkartılıyor. Mesela okullarda yaptığımız gösteriler için Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni gerekiyor. Bizden oyun metninden videosuna kadar her türlü içerik isteniyor. Ancak bütün içerikleri göndermemize rağmen aradan aylar geçtiği halde hiçbir yanıt alamıyoruz. Aradığımızda da yoğunluktan bahsediyorlar. Bilinçli bir oyalama taktiği var. ‘Biz okullarda tiyatro oynanmasını istemiyoruz’ da diyemiyorlar, çünkü halkın tepkisinden korkuyorlar. Bir yerde bir konser verilmek isteniyor; Valilik onayı için çaba gösteriliyor, aynı politika... Madem okulda sürdüremiyoruz diyerek okullardaki çocukların katılabileceği sahneler açıyoruz, belediyenin salonlarını kiralıyoruz; ama bu sefer de bürokratik işlemlere takılıyoruz. Çocukların bir yerden bir yere taşınmasını yasaklayan bir yasa çıkarıyorlar, güvenlik ambalajıyla yutturabilir hale getiriyorlar bu yasayı da. Tüm bunlar bizi sindirmek, yaptığımız icralardan bizi yıldırmak için, biliyoruz’’.

'SANAT ETKİNLİKLERİ TOPLUMDA LÜKS OLARAK KARŞILIK BULDU'

Kılıçer, bu süreçte yaşadıkları zorluklara rağmen ekonomik karşılığı olmadan da yeni sanat eserlerinin yaratılabileceği inancında:

“Öncelikle mağdurlar olarak sanat icra edenler bir araya gelip ortak direniş alanları oluşturmalı. Sokakları performans alanlarına çevirmekle başlanabilir mesela! Doğal olarak yapılacak müdahalelere karşı uluslararası kampanyalar düzenlenebilir”

“Ben bir direniş festivali yapılması gerektiğini düşünüyorum. Düzenlenecek forumlarda sorunların konuşulup ortak karara bağlanıp çözüm odaklı harekete geçildiği, performansların ve söyleşilerin yapıldığı böyle bir festival direncimize kıvam verirdi."

Krizle beraber devletin sanata olan ilgisizliğinin tamamıyla su yüzüne çıktığını vurgulayan Kılıçer, “Kriz insanlara hesaplama algısını dayattı, onları sadece temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirdi. Dolayısıyla sanat etkinlikleri toplumda lüks olarak karşılık buldu. Biz her ne kadar etkinliklerimizin ücretlerini düşürsek de insanlar küçük de olsa fedakarlık yapamıyor. Devlet, belediyelere kültür-sanat fonunu yok denecek kadar kıstı. Bu da sanatsız bir toplumun temellerinin atıldığı anlamına geliyor’’, diyor, ama umudunu da tamamıyla yitirmemiş:

“Ben şahsen kalbimi, direncimi, yaratılarımı kaybetmedim. Bu süreç beni daha da güçlendirdi. Yakında yeniden sokaklarda mim olmanın hevesini taşıyorum. Çünkü bize böyle zamanlarda kucaklaşmak düşer. Bedenimizle, enstrümanımızla, şiirimizle var olduğumuzu aktarmanın tam zamanı."

'BELEDİYENİN BÜTÇESİNDE YAPTIĞI İLK KESİNTİ KÜLTÜR-SANAT OLDU'

1993 yılından beri İzmir’de salon, çocuk ve sokak tiyatrosu yapan Duvara Karşı Tiyatrosu’ndan Vedat Kuşku, ekonomik krizlerin öncelikle kültür sanat etkinliklerini vurduğunu söylüyor.

Günümüzde de Belediye'nin bütçesinde yaptığı ilk kesintinin kültür sanatta yaşandığını söyleyen Kuşku, “İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 29 Ekim haftasında uluslararası bir tiyatro festivali yapılacaktı, vazgeçtiler. Bunun dışında yine her yıl Eylül başında Balkan Müzikleri Festivali olurdu, ondan da vazgeçtiler. Bu da yavaş yavaş özel tiyatroların belediyelerden kaynak alamayacağı anlamına gelecek. Ekmeğin 1,5 liradan, gevreğin 1,75 liradan satıldığı; eve giren domatesin kilosunun 10 lira olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu şartlarda orta gelirli bir ailenin kültür sanat etkinliklerine ayırdığı bütçe en aza inecek. Çünkü ortada bir para olmadığı için doğal olarak kendi yaşantılarına dar bir çerçeve çizecek insanlar. Bu da özel tiyatrolarda artık seyirci olmayacağı anlamına geliyor, çünkü turne yapan bir tiyatronun bir biletinin ortalama ücreti 50 lira. Yani zaten zor geçinen dar gelirli insanların bu tür etkinliklere gitme ihtimali hiç kalmayacak. Çünkü o para belki de onun bir haftalık geçinimini sağlayacak para”, diyor ve bu şartlar altında kültür sanat etkinliklerinin aynı şekilde sürdürülmesine pek olanak vermediğini söylüyor.

Ancak 2001 krizini de yaşamış bir tiyatro ekibi olarak aynı süreci o yıllarda da deneyimlediklerini belirten Kuşku’ya göre, kriz dönemlerinde sanat tüm kısıtlamalara rağmen bir şekilde dönüşerek varlığını sürdürüyor:

"2000’li yıllarda işten çıkarmaların yoğun olarak yaşandığı bir dönemde tiyatrodan artık kendi geçimimizi sağlayamayacağımızın bilincindeydik. Ama tam da böyle dönemlerde, toplumsal çelişkilerin artacağını bildiğimiz için sokak tiyatrosuna yöneldik. O dönem içinde günde 2-3 kez sokak tiyatrosu oynayarak bir şekilde, bilinç taşıma diyebileceğimiz bir şeye imza attık ve krizin sebep ve sonuçlarını anlatabildiğimiz kamusal alanlar oluşturmaya çalıştık. Önümüzdeki süreçte de aynı şeyler gerçekleşecek. Krizin etkileri arttıkça işten çıkarmalar da artacak, çelişkiler meydana çıkacak’’.

'KRİZ HER ZAMAN DEĞİŞİME GEBEDİR'

“Mesela Flormar işçileri ile ettiğimiz sohbetlerde hükümete destek veren bir kitle olduklarını anlıyorduk. Ama geldikleri nokta devrimci marşlar söyleyen, muhaliflerin onlarla dayanışmasından memnun bir kitleye dönüşmeleri oldu” diyen Kuşku, geçmişte de buna benzer pek çok örneğin yaşandığını ve tarihin tekerrür ettiğini hatırlatıyor.

“1929 Krizine baktığımız zaman günlük siyaset üreten bir Mavi Tulum Hareketi’nin ortaya çıktığını görürüz. Tiyatro da toplumla beraber, toplumun hareket ettiği yöne doğru gelişme göstermiştir. Çünkü seyirci artık potansiyel olarak değişmek isteyen bir seyircidir. Krizler değişmek ve değiştirmek isteyen, içinde bulunduğu durumdan ekonomik ve siyasal olarak mutsuz olan bir kitlenin kaynama noktası olur”, diyen Kuşku, krizin yaratıyor olduğu tüm olumsuzluklara rağmen toplumsal değişimi de beraberinde getirdiğinden oldukça emin.

“Türkiye’de AKP hükümeti yine dış düşmanlar gibi birtakım hedefler göstererek bu durumu manipüle etmeye çalışacaktır. Ancak yalnızca siyasal krizler manipülasyona açık krizlerdir, ekonomik krizler değil! Çünkü halk için gerekli olan şey karın tokluğudur. Böyle bir dönemde karın tokluğu sağlanamayacağına göre kriz her zaman değişime gebedir” diyerek tıpkı toplum gibi öznesi insan olan sanatın da inişli çıkışlı bir süreçle karşı karşıya olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor:

“Özetlersek, evet sahnelerin kapanacağı bir döneme doğru gidiyoruz. Bu durumda tiyatrolar ya kendi alanlarını yaratarak sokağa çıkmaya başlayacaklar ya da bir yenilgi ve yılgınlıkla içe dönük bir hale dönüşecekler. Bizler ‘Çelişkili durum devrimci bir durumdur’ demek üzere sokaklarda olan tarafta olacağız."