1.
Memleket orta sınıfının
hayatında yeni bir şey var. Herkes paradan konuşuyor.
Zenginler paradan konuşmuyor, zaten
paraları var. Yoksul kesim de paradan konuşmuyor, zaten yok. Orta
sınıf hızla irtifa kaybederken çaresiz, sadece para
konuşuyor. Sabahtan akşama,
akşamdan sabaha kadar para konuşuyor.
Sadece geçim zorluğu değil;
fonlar, tutuklanan fenomenler, dolandırıcılıklar… Hepsinin ortak
noktası para. Yeni bir mevzu değil para. Hatta en eski mevzu. Ama
başka mevzularımız da vardı eskiden. Şimdi ne oldu da her şeyimiz
para oldu?
Temel sebep, hakikatin her
düzlemde tahrip edilmiş olması. Bir günlük, bir yıllık tahribat
değil bu, adım adım her gün gelişen, her adımda yeni gediklerle
büyüyen bir tahribat. Berbat bir ekonomiyle; internetin ve sosyal
medyanın varlığıyla, dünyadaki ekonomik-siyasi altyapının, temel
aktörlerin, rutin hal ve gidişin kökten değişimiyle irtibatlı bir
tahribat. Hakikatin tahribatı başka bir şeye benzemiyor. Her
düzeyde, gün aşırı ve müthiş bir kuvvetle sarsıldığınız zaman,
elinizdeki biricik yetiyi, bu dünyayı anlamaya, anlatmaya dair o
temel içgüdüyü, yani gerçekle sahteyi, gerektiği zaman birbirinden
ayırma kabiliyetini kaybediyorsunuz.
Özellikle orta sınıflara özgü ve
onun erimesiyle baş gösteren bir mesele bu. Eğitimli; ivmesinin,
mobilitesinin yukarıya dönük olduğunu varsayan; iyimser; üretken;
sisteme inanan, sisteme yatırım yapan ve gelecek güzel günler,
sonraki nesiller için çalışan orta sınıfın erozyonu, ülkedeki
hakikatin de hakikatle ilişkinin de topyekûn ortadan kalkmasına yol
açtı. Şu an her şey, aynı anda çok kolay ve çok zor görünebiliyor
mesela. Zengin olmak çok kolay ve zengin olmak imkânsız… Böyle bir
ikili yapı nasıl mümkün olabilir ki? Bir futbol analojisine
başvurayım: Futbolda takımların orta sahaları çöktüğünde, hücum ve
defans arasında sürekli bir geçişlilik olur; hatlar kırılır; hızla
hücuma çıkanlar daha da hızlı hücum yiyebilir. Laubalilik başlar.
Roller, mevkiler can havliyle birbirine karışır. Böyle maçlarda çok
gol izlersiniz. Belki biri belki öteki kazanır. Şans da yardım
edebilir bazen ama kazanç varsa günlüktür, bir maçlıktır; uzun
vadede, sadece orta sahası güçlü takımlar ayakta kalır. Diğerleri
çürür.
İşte bizim orta sahamız çöktü.
Bu çöküntüde bazıları hızlı davranmaya, eskiden mümkün olmayan
rolleri oynamaya, ön almaya, kendilerini göstermeye, ya da sadece
fırsattan istifade yeni kazançlar elde etmeye çalışıyorlar. Belki
bir iki görece başarılı hamle de yapıyorlar. Sonra hayat kendi
şartlarını dayatıyor.
Kalanlarımız da ağzı açık
izliyor. Ama oynayanlar da izleyenler de hakikatten
uzak.
Mesela para konusunda uzaklar…
Büyücek bir serveti, yüksek kazanç umuduyla, bir pastanede, sistem
dışı kayıtsız kitapsız teslim ederken de uzak… Sosyal medyada son
günlerde epey örneğine rastladığımız üzere o paranın reelde ne
kadar alan kapladığını hayal bile edemezken ya da hepi topu bir
büyük çantaya sığacak miktarı, sanki odalar dolusuymuş gibi
tasavvur ederken de uzak.
2.
Ama dedim ya, bir günlük bir
tahribat değil bu. Bugüne gelene dek, bu tahribatı adım adım mümkün
kılan, alışılmadık, tuhaf zamanlar yaşadık. Daha önce bilmediğimiz,
hazırlanmadığımız şartlarla karşılaştık. Orta sınıf, kimisi cazip
kimisi yıkıcı görünen bu şartlara, zenginlerin ve yoksulların
aksine, her defasında ve hep maruz kaldı; bir süre bir şeyleri
başarır gibi oldu, nihayetinde büyük oranda çuvalladı ve hakikatini
yitirdi. Kendini de yitirdi. Şimdi artık neredeyse yok. Onun
yerinde sadece paradan konuşan ağızlar var. Ağızlarımız.
Neydi bu şartlar?
Hatırlayalım…
Birincisi, üretim araçlarının
ortadan kalkması. Bir başka tarifle, ekonomide, “sahip olmadan
kazanma”nın mümkün olması. İşin aslı, az kişi için mümkün olması
ama çok çok fazla kişiye mümkün görünmesi… Hiçbir otomobile sahip
olmayan taksi şirketi Uber, hiçbir mekâna sahip olmayan konaklama
şirketi Airbnb… Restoransız yemek şirketleri, envantersiz
mağazalar, içeriksiz medya şirketleri… Bu bir devrim olarak sunuldu
ama siz devrimi bir de bu sistem içinde çalışan şoförlere,
kuryelere ve gazetecilere sorun. Sahip olmadan kazanmak toplumun
yüzde 99’u için hâlâ ilüzyon ama yüzde 1’in reklamı ve sloganları
her yeri, tüm zihinleri sarıyor. Her şeyi mümkün gösteriyor. Olanla
görünen arasındaki derin ayrım, hakikati
zedeliyor.
İkinci etken elbette, bu yeni
ekonomiye de el veren internetin kendisi. İnternet, “mümkün”
hissini herkese ileten araç. Her an, her yerde hazır ve nazır.
Artık içinde yüzdüğümüz deniz o. Öne çıkmayı, ünlü olmayı,
sistemden fayda sağlamayı sıradan insan açısından kolaylaştıran o.
Sistemdeki gedikleri gösteren de o. Baktıran da o. Ama bedel ödeten
de o. Bugünün sosyal medya-para-yükselme meseleleri üzerinden
değerlendirirsek, daha rahat anlarız. Bu kadar bakışın, bunca
dağınık ilgiyi üzerinde toplamanın bir bedeli var. Gerçek bir
üretiminiz yoksa ve standartlarınız sürekli yükseliyorsa, ilk
anlardaki ilginin devamı, bir süre sonra sadece hınçla geliyor.
Gerçek üretim yoksa varlığınızı savunamıyorsunuz. Rüyada gibi…
Tatlı bir şey yaşarken birden korkulu anların içine düşer gibi…
Hakikat zemininde durulmadığında, manzara da koşullar da birdenbire
değişiveriyor.
Üçüncüsü, pandemi… İnsanın
hakikatle, hayatın kendisiyle ilişkisini zayıflatan dolu dolu bir
üç yıl yaşadık. Sadece sağlıkla ilgili bir mesele değildi pandemi;
sürecin sonunda eğitimle ve iş yaşamımızla ilgili yeni ilişkiler
tanımladık. “Uzaktan” sözü hayatımıza girdi. Uzakta, evde, tek
başına, topluluk haricinde… Biz böyleyiz artık. Yüzlerce yıldır
kurduğumuz toplum yaşamı ve işbölümünde bambaşka bir viraj aldık.
Bir gazeteci olarak kendi tanıklığımı anlatayım: Pandemi öncesi ve
sonrasında birçok medya kurumu “mekân olarak” aynı kalmadı. Ama bu
durum, sadece güncel haberciliği değil, mesleğin kendisini de
dönüştürüyor. Daha da fazla dönüştürecek. İnsan ilişkilerini de
etkileyecek. Hakikat bildiğimiz ne varsa her şeye derinden bir
müdahale bu.
Dördüncüsü, eğitimin
önemsizleşmesi. Uzun vadede en korkunç mesele bence bu. Eğitim,
Türkiye’de artık daha önce açtığı kapıları açamaz hale geldi.
Birçok insan yükselmek için, ayakta kalmak için artık ona ihtiyaç
duymuyor. İyi eğitim görmüş birçokları çaresiz. Mülakat
usulsüzlüklerinin bunca ayyuka çıkmasının zararı tahmin edilenden
çok daha büyük. Bu gibi zorluklar, orta sınıflar açısından eğitimin
hakikatini bitirdi.
Bir yandan eğitim sefilleşti…
Kötü yurtlar, kötü kampüsler… İktidarın berbat ekonomi yönetimi
yüzünden, bir öğrenci olarak yaşamak pahalı hale geldi. Öğrencilik
imkânsızlaştı. Zaten “mesleksiz toplum” olmanın sıkıntılarını çeken
bir ülkeyken, mesleksiz de bir şeylerin başarılabileceğine hatta
zengin olunabileceğine dair ilüzyon, eğitime dair umutları iyice
aşağı çekti. Şunu da unutmamalı: Üniversitede hatta lisede eğitim
almak sadece bir meslek öğrenmek demek değildir; bu sayede dünyayla
daha farklı, daha görgülü, daha rafine bir ilişki kurarsınız; sizin
gibi insanlar tanırsınız. Bu insanlarla beraber ve onlara göre
yaşarsınız. Bu güzel bağ Türkiye’de koptu.
Hakikatin tümden yitiminin
beşinci nedeni cezasızlık… Buna sadece suç işleyenlerin adil bir
şekilde yargılanmaması gibi bakmayın; tümden bir geri bildirim
yokluğu olarak değerlendirin. Başarısız bir bakanın, bir bürokratın
yaptıklarından ve yapmadıklarından dolayı yerini kaybetmemesi de
var bunun içinde; 21 senedir iktidar olan partinin ve liderlerinin
başarısızlıklarının seçmen nezdinde cezalandırılmaması da var.
Memlekette başarısızlığa ilişkin bir yaptırım yok.
Geribildirimsizlik yüzünden, başarısızlıklar da rahatça
tekrarlanıyor. Kimsenin cezalandırılmadığı, belli sözler
kullananların toplum nezdinde yine de itibar gördüğü bir sistem bu.
Sistemin kodlarını doğru okuyanlar yola her durumda devam ediyor;
okuyamayanlar hesaptan düşülüyor. Bayrak inmez, ezan susmaz demek
bazen her şeye yetiyor. Elbette bunun seküler cenahta da
karşılıkları var. Zaten karşılığı olmasa, sistem tek ayak üzerinde
bu kadar uzun süre gidemezdi.
Altıncı neden, bağlam kaybı ve
zaman kayması... Çok şey yaşanıyor, her an yaşanıyor, hayat sadece
bugünden ibaretmiş ve her şey bugünle ilgiliymiş gibi yaşanıyor.
İnsanlar yıllar önceki dosyaları kıyasıya tartışırken dünkü gündemi
atlayabiliyor. Neden-sonuç ilişkisinin çok dışında, kaotik bir ruh
hali bu. Kendini hep haklı gören, öfkeli ve hep kırılgan bir ruh
hali. Yani sürdürülemez bir ruh hali. Hakikatten uzak bir ruh
hali…
Yedinci neden, öfkenin kanalize
edileceği araçların yokluğu… Kısacası şu: Orta sınıfın önemli bir
bölümü, Türkiye’de haksızlıklara karşı sokağa çıkmak istemedi.
İsyan yerine fırsat aradı. Zaten isyanını mümkün kılacak
mekanizmalar da bulamadı. Başta sendikaların içinin boşalmasıyla
örgütsüz kaldı ve siyasi partiler tarafından da temsil edilmedi.
Gezi’deki kıvılcımın devamı gelmedi. Orta sınıflar, iktidarın sert
müdahalesi karşısında da sindi. Sokak yok, sendika yok, siyaset
yok. Ne var ki? Maalesef artık orta sınıfın kendisi de
yok.
Sekizinci neden, olağanüstü
miktarda kara paranın Türkiye’de dolaşması… Bunu sadece
uluslararası mafya hesaplaşmalarının Türkiye’de yaşanmasından dahi
anlarsınız. Bu konularla uğraşan gazetecilere her gün iş çıkıyor.
Sisteme girmek isteyen kara para dokunduğu yeri yozlaştırıyor. Bazı
iktisatçılar iki binli yılların başında uluslararası piyasalardaki
para bolluğunun AKP’nin işine yaradığını ve bizim ekonomiyi bir
süre işler kıldığını söyler. Kara para bolluğu da birçokları için
benzer bir etki yapıyor ve bir ilüzyon yaratıyor. Yakalanana kadar…
Ya yakalanmayanlar? Bu da ayrı bir soru.
3.
Böyle böyle hakikatin de
hakikatsiz ortamda ilk yıkılacak kesim olan orta sınıfın da sonuna
geldik. Bu ortamda zenginler kayığını her türlü yüzdürüyor, hatta
daha güzel yüzdürüyor. Yoksulların zaten kayığı yok, umudu da
yok.
Sisteme dair umudu besleyenler
hep orta sınıflardır. Orta sınıfın fiilleri hep gelecek kipinde
çekilir. Şimdi kip değişti. Şimdi ivme değişti. Şimdi sadece
eskiyle bugünü kıyaslayan bir sınıf var.
Şimdi bu sınıf aşağıya düşüyor
ve düşerken sadece tek bir mevzudan bahsediyor: Paradan…