Paran kadar...

Batı biraz gürültü yapar, yöneticileri bir yandan ciddi eleştirilerde bulunur bir yandan pazarlıkları sürdürür, Türkiye Suudi Arabistan ile yapacağı pazarlıkların sonucu ve Batı’nın tavrına göre hareket eder. Kaşıkçı bir süre sonra adına ödül verilecek gazeteciler listesine eklenir. Dünya dönmeye devam eder.

Musa Özuğurlu yazar@gazeteduvar.com.tr

Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmasının üzerinden neredeyse iki hafta geçti, Batı’dan zevahiri kurtarmak için yapılan açıklamalar dışında elle tutulur bir tepki yok. Suudi Arabistan’a tepki göstermek kolay mı?

Trump’ın açıkça söyledi: 110 milyar dolarlık anlaşmayı riske atıp parayı Ruslara ya da Çinlilere mi kaptırayım?

Gerçi aynı Trump daha sonra Kaşıkçı’nın kaybolmasında Suudi yetkililerin sorumluluğunun ispat edilmesi durumunda “ağır ceza vereceğini de” söyledi ama o da biliyor ki hiçbir zaman “ispatlanamayacak.” Kaşıkçı’nın kaybolmasında Suudi yetkililerin parmağının olup olmadığını ABD’den iyi kim bilebilir? Trump bu sözleri ile içeride yaşadığı Brunson sevincine gölge düşürmek isteyen sesleri kısmayı amaçlıyor o kadar.

Trump’ın şovuna Suudi Arabistan’ın “geleceğin varsa göreceğin de var” yanıtını vermesi zaten aslında bundan sonrası için yeterince fikir veriyor.

Avrupa’nın üçlüsü Almanya, İngiltere ve Fransa için de aynı durum geçerli. Suudi Arabistan’dan açıklama bekliyorlarmış. Suudi Arabistan’ın umurunda mı? Batı Suudi Arabistan’a ders vermek isterse bunun bin türlü yolu var elbette. Ama Kaşıkçı’nın kaybedilmesi gibi olaylar ancak önceden verilen bir karar varsa gerekçe yaratmak için kullanılır. Tıpkı Kaddafi ya da Esad’a karşı yapılan gösterilerin kullanılması gibi. Halihazırdaki konjonktürde Suudi Arabistan’ı cezalandırmak için sebep yok. Zira Batı’nın bu ülke ile ekonomik ilişkileri tıkır tıkır işliyor.

9/11 saldırıları için ABD’de hazırlanan raporda bol bol Suudi Arabistan adı geçti de ne oldu? Trump gitti yüz milyarlık anlaşmaları imzaladı, daha da ötesi Suudi Krallığı'nı daha uzun süre ABD’ye bağlamayı başardı ve ülkesine döndü. Kaşıkçı kimin umurunda?

Zaten Suudi Arabistan’ın bu operasyonu planlarken gelecek tepkileri hesaplamamış olması mantıklı değil. Peki Suudi Arabistan “tepkileriniz aşırı olursa kendimi de yakarım sizi de” derken nasıl oluyor da bu kadar emin konuşabiliyor?

Suudi Arabistan’ın yıllık ihracatı yaklaşık 230 milyar dolar ve bunun yüzde 90’ını petrol ve petrol ürünleri oluşturuyor. En büyük ihracatını Çin (yüzde 13), Japonya (yüzde 11), Hindistan (yüzde 10), ABD (yüzde 10), Güney Kore (yüzde 9) gibi ülkelere yapıyor. Ama asıl önemli olan ithalat. Suudi Arabistan yılda 132 milyar dolarlık ithalat gerçekleştiriyor. Sıralamada Çin (yüzde 16), ABD (yüzde 15), Almanya (yüzde 6), Japonya (yüzde 5) gibi ülkeler önde geliyor.

Suudi Arabistan’ın gücü elbette sadece ihracat – ithalattan gelmiyor. Suudilerin dünyada birçok ülkenin “çenesini kapatmaya yetecek” (yaklaşık 900 milyar dolarlık) yatırımları var.

Örneğin ABD’nin en büyük petrol rafinerisinin sahibi Suudi şirketi ARAMCO. ARAMCO birçok eyalette petrol dağıtımı da yapıyor.

Şimdi burada başka bir kaleme bakalım: Suudi Arabistan son beş yılda silah alımlarını yüzde 225 arttırmış. Krallık son birkaç yılda 78 savaş uçağı, 72 saldırı helikopteri, 328 tank, 4 bin askeri araç satın almış.

Washington merkezli Arap Körfez Ülkeleri Enstitüsü’nün Karen Young imzalı bir çalışmasında yer alan bilgilere göre ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin silah endüstrisi tarafı iki ülkeyi sıkı sıkıya bağlıyor. Zira silah endüstrisi ABD’nin en önemli gelir alanlarından biri, sadece devlet gelirleri açısından değil. Duruma göre sayılarda değişiklik olsa da bu sektörün en büyük 20 firmasında yaklaşık 650 bin kişi çalışıyor ve sektörün ABD ekonomisine ödediği vergi 50 milyar doların üstünde. Sektör, alt yükleniciler de hesaba katıldığında, çalışanlara 115 milyar dolar ödeme yapıyor. Bu rakamların ABD ekonomisi için önemi ortada. (1)

Dünya silah ticaretini elinde tutan şirketler içinde ABD’li olanların sayısı ise 38. İngiltere ve Fransa’nın da Suudi Arabistan’a silah satışında ABD ile rekabet halinde olduğu göz önüne alınırsa Batı’nın Kaşıkçı gibi skandallar patlak verdiğinde üç maymunu oynamasının nedeni ortaya çıkıyor.

Suudi Arabistan sadece bugün değil gelecek için de Batı’nın iştahını kabartmaya devam ediyor. Yüz milyarlarca dolarlık yatırım vaadi ile “Vizyon 2030” projesi mesela. Kaşıkçı olayı sonrası bazı yatırımcıların / sponsorların bu projeden çekilme kararının hiçbir etkisi yok. Şimdilik planlandığı şekilde yürümeyen proje yine de protestocu firmaların yerinin hemen doldurabileceği bir cazibeye sahip.

Suudi Arabistan ekonomik ilişkilerinin yanı sıra Körfez ülkeleri üstündeki etkisiyle de gücünü pekiştiriyor. BAE, Bahreyn, Kuveyt gibi ülkelerle yürütülen “entegre” siyaset Suudi Arabistan’a gösterilecek tepkiyi de haliyle “ölçülü” kılıyor.

Türkiye’ye gelince: Türkiye sorunlar yaşasa da Suudi Arabistan’ın gücünü gözardı edemiyor.

Erdoğan’ın tepkisizliği manidar. Üstüne bir de Kral arayıp “iyi ilişkiler vs” konuşulunca Kaşıkçı da iki kelimeye sığdırılmıştır. Şimdi merak konusu olan Suudi Kralı’nın “ekonomik yardım” vaadinde bulunup bulunmadığı. Tam da ekonomik krizle boğuşurken Kaşıkçı olayı Erdoğan’a en azından nefes aldıracak bir fırsat sunmuş olabilir.

Kaşıkçı için üzüntü de bir yere kadar değil mi ama? Rahip Brunson’ı memleketin ali menfaatleri için verdikten sonra Kaşıkçı için tepki de Turan Kışlakçı düzeyinde tutulur. Daha önce Mavi Marmaracılara yönelik “giderken bana mı sordunuz?” örneğini unutmamak lazım.

Diğer Arap ülkeleri için Kaşıkçı çerez bir konu. Bu ülkelerdeki yönetsel anlayış Suudi Arabistan’dakinden çok da farklı değil çünkü.

Batı biraz gürültü yapar, yöneticileri bir yandan ciddi eleştirilerde bulunur bir yandan pazarlıkları sürdürür, Türkiye Suudi Arabistan ile yapacağı pazarlıkların sonucu ve Batı’nın tavrına göre hareket eder. Kaşıkçı bir süre sonra adına ödül verilecek gazeteciler listesine eklenir. Dünya dönmeye devam eder.

Tüm yazılarını göster