Paranoya

Dört bir yanımızı sarıp bu cennet ülkemizi yok etmek, yıkmak, işgal etmek isteyenlerin oyunlarının, provokasyonlarının farkında mısınız? Korkun, çok korkun ve sıra size gelene kadar sesinizi çıkarmayın... Çok büyük tehlike altındasınız. Çocukları saymazsak, etrafınızdaki her 8 kişiden biri şüpheli.

Etrafınızı kuşatan tehlikenin farkında mısınız? Yok, sadece sizin değil, hepimizin… Dört bir yanımızı sarıp bu cennet ülkemizi yok etmek, yıkmak, işgal etmek isteyenlerin oyunlarının, provokasyonlarının farkında mısınız? Kelimenin tam anlamıyla “yedi düvel”in bize düşman olduğunu henüz göremediniz mi? E be güzel kardeşim, açıp gazete de mi okumuyorsunuz? Hadi okumadınız, internet sitelerine, tivitıra, feysbuka filan da mı bakmıyorsunuz? Televizyonda devlet büyüklerimizin konuşmalarını da mı dinlemiyorsunuz? Belki de dişinize yerleştirdikleri bir çiple, telekineziyle ya da geliştirdikleri gizli bir teknolojiyle beyninizi kontrol ediyorlar da ondan göremiyorsunuz ne büyük tehdit altında olduğumuzu. Zamanında koskoca başbakan danışmanı açıklamadı mı “başbakanımızı telekineziyle öldürmek istiyorlar” diye. Ardından anlı şanlı gazetelerimizde sayfa sayfa yazılar, yorumlar, uzman görüşleri yayınlanmadı mı bunun ne denli mümkün olduğu üzerine. Şimdi siz bana da inanmazsınız. İnanmayın. Bu devirde kimseye güvenmemek lazım. Bakın, buraya bırakıyorum bu gazete yazılarından birini.

Şu “yedi düvel” meselesini atlamalayalım yalnız. Önemli. Haçlı seferinde başarılı olamayıp da yüzyıllardır biriktirdikleri kini, nefreti boşaltacak doğru zamanı bekleyenler, nihayet ülkemizin bir dünya lideri olma yolundaki hamleleri karşısında çaresizce harekete geçmek zorunda kaldılar. E ne yapsınlar, onlar da haklılar. Yüzyıllardır medeniyetimizi yıkmaya uğraşıyorlar. Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali. Bakın yine ben demiyorum bunları. Koskoca AKP milletvekili Orhan Deligöz diyor. Mondros’la, Sevr’le yapmayı başaramadıklarını işte şimdi de önce Gezi ile tutturmaya çalıştılar, olmadı; ardından 17-25 Aralık kumpasını çıkardılar, olmadı. FETÖ hep bunların suçu; kuran, yıllarca besleyen, yetiştiren, güçlendiren hep bu “yedi düvel” dış mihraklar; üzerine bir de darbe tezgâhlamaya kalkıştılar, 15 Temmuz’da ajanlarını gönderdiler Büyükada’ya; cık, yine tutmadı. Başaramadıkça hınçları, öfkeleri de artıyor. Ajanlarını yine gönderiyorlar. Hepsi bir oluyor. Ülkemizin aleyhine yürüttükleri komploları ile aralarındaki bütün görüş ayrılıklarını, farklılıkları bir kenara bırakıp bir arada harekete geçmeye karar veren kokteyl terör örgütlerinden canımız yeterince yanmamış gibi, şimdi de kokteyl istihbarat örgütleriyle karşı karşıyayız. CIA mi dersiniz, MI6 mi? BND mi? Amerikalısı, İngilizi, Almanı, hepsi bir araya gelmiş, İstanbul’umuzun o güzelim Büyükada’sını bir istihbarat üssü haline getirmemişler mi? Oteller, villalar hep onların acanlarıyla dolu.

Bir de şu “insan hakları örgütü kisvesi altında hareket edenler” var. Biz hak savunucusuyuz dediklerine bakmayın. Neymiş; hak ihlallerini takip etmek için, mülteciler için, şiddet gören kadınlar, çocuklar için, ayrımcılığa uğrayan azınlıklar için kampanyalar yürütüyor, raporlar hazırlıyor, araştırmalar yapıyorlarmış. Sakın ha inanmayın. Bunlar da hep ajan. Hatta ajan provakatör ve de terörötör. Asıl amaçları biat etmeyen hükümetleri devirmek. Bir de ülkemizi şikâyet etmezler mi dış mihraklara. Öyle işleri güçleri ülkemizi karalayan, yok efendim hak ihlali varmış, yok efendim gazeteciler tutukluymuş, OHAL özgürlükleri kısıtlıyormuş gibi yalan raporlarla ülkemizi gözden düşürme hevesindeler. Ben demiyorum, açın okuyun, koskoca köşe sahibi insan yazmış.

Küresel güç olmamızı çekemeyenlerin işleri tabii bunlar. Merkel’i olur, Trump’ı olur, yeri gelir Putin’i olur diyeceğim ama şu sıralar onunla aramız fena değil, ne bileyim, siz aklınıza gelen potansiyel liderlerin hepsini koyun listeye, İsrail’i de unutmayın; yedi düvel diyoruz sonuçta, üç değil, beş değil. Teker teker saymak zor oluyor. Dış politika sonuçta bu, kiminle aramızın ne zaman iyi ne zaman kötü olacağı belli olmaz, diyorsanız o zaman şöyle genelinden bir “emperyalist güçler” kategorisi verelim size. Boş torba gibi, içine canınızın çektiğini, o sıralar üzerinize gelen her kimse onu koyabilirsiniz.

Şimdi daha da kötüsünü söyleyeceğim; her ne kadar kamu hizmeti vermekten yasaklanmış olsam da bu da benden bir tür kamu hizmeti olsun size. Aman ha dikkat edin. Tamam, bebeğinize, çocuğunuza üzerinde “hero” yazan tişörtleri giydirmiyorsunuz; bunun ne menem bir suç olduğunu herkes biliyor artık, ama sonra “gözümden kaçmıştı, okumamıştım, ben bilmiyordum, duymamıştım” demeyin: Bakın, birkaç yıldır moda olan şu yırtıklı kotlar var ya… Aman ha! Hoşunuza gidip de aldıysanız ya da evdeki dizleri eprimiş kotunuzu jiletleyip zaten modaymış, biraz da böyle giyeyim dediyseniz, demeyin. Atın o kotları. Hatta atmayın, dış mihrakların eline filan geçmesin, imha edin. O kotlar var ya, işte onlar da hep ajanların işi. Tam ifadesiyle, yabancı istihbarat birimleri ve içimizdeki işbirlikçileri tarafından bir gizlenme ve haberleşme aracı olarak kullanılıyor. Neyse ki Türk istihbarat birimlerimiz daha en başından beri bu gibi numaraların farkındalar da, akılları sıra takip yapan ajanlar kendilerinin takip yediğini fark edemiyorlar.

Görüyor musunuz başımızdaki belayı? Saymakla bitmez. Bir değil, iki değil. Cumhurbaşkanımız daha 7 Haziran seçimlerinden önce söylemişti. 30 Mayıs’ta İstanbul’un Fethi kutlamaları sırasındaki konuşmasında karşı karşıya olduğumuz tehlikenin ne denli büyük olduğunu daha o zamandan görmüş, buna izin vermeyeceklerine söz vermişti: “Ezanlarımıza söz söyleyen dillere geçit vermeyeceğiz, Fatih’in ve sancağımızın yere düşmesine asla müsaade etmeyeceğiz. … İstanbul’u ulu mabetlerde, kutsal emanetler başında kesintisiz Kur’an okunan bir şehir olmaktan çıkarmaya çalışanlara imkân tanımayacağız. İstanbul’un yüreğinde 562 yıldır yanan fetih ışığını söndürmek isteyenlere asla meydanı bırakmayacağız. Bu ülkeyi bölmek, bu milleti parçalamak için her yola başvuranlara yol vermeyeceğiz.”

Ama ne çare? Düşman dört bir koldan saldırırken hükümetimiz ne yapsın, medyamız ne yapsın, istihbaratımız ne yapsın? Bakın Reza Zarrab davasına? Darbe girişimiyle başaramadıklarını dolarla, ekonomimiz üzerinde çevirdikleri oyunlarla başarmaya çalışıyorlar. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ daha geçenlerde söyledi. FETÖ ABD yargısının içine de sızdığı için oluyor tabii bunlar. Ne FETÖ’ymüş demeyin. Yıllarca devletimizi ele geçirmediler mi? Geçirdiler. Okullarımızı? Evet. Bankalarımızı? Evet. İhaleler aldılar mı? Aldılar. Kamuda, üniversitelerde örgütlendiler mi? Evet. 2011’deki Anayasa değişikliğinden sonra yargı onların ellerinde miydi? Ellerindeydi. Kimin yüzünden? Hep dış mihrakların. AKP kurucularından ve eski TBMM başkanı, başbakan yardımcısı Bülent Arınç kendisi söyledi, Bir zamanlar 80 milyon içinde 80 kişi hariç herkes Fethullah Gülen’e bir dini lider olarak, eğitim hizmetlerinin güzelliği karşısında sempati beslemiştir, diye. İşte böyle, sinsi sinsi, hiç kimse görmeden, bilmeden, kötü emelleri için herkeslerin sempatisini kazanmış hain bir örgütten söz ediyoruz. O kadar ki, daha seksen kişi hariç seksen milyonla ortaklığı devam ederken, 2013’te Gezi’yi tertipleyen de bu örgüt çıkmasın mı? Açın bakın Sabah Gazetesi özel istihbarat şefinin A Haber’deki programının kaydına. Orada bir bir anlatıyor üzerinde gizlilik kararı bulunan soruşturma dosyasından her nasılsa elde ettiği bulguları. Meğersem bu FETÖ, “kızıl milyoner” olarak bilinen Osman Kavala ile de işbirliğine girmesin mi Gezi’yi tertiplerken? İşte bizim masum çevreci insanlarımız da hep bu FETÖ’nün oyununa gelmişler.

Daha sizlere Melih Gökçek’in deprem teorilerinden ve Türkiye’ye gönderilen İsrail ajanlarının “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi” hastalığını bulaştıran keneleri topraklarımıza nasıl saldığından söz edecektim ki, baktım yerim dar. Ben yine yazımı son bir uyarıyla bitireyim:

Farkında mısınız? Çok büyük tehlike altındasınız. Çocukları saymazsak, etrafınızdaki her 8 kişiden biri şüpheli. Ben demiyorum, bakın Yargıtay Başkanı diyor. Hatta siz de şüpheli olabilirsiniz. Her an yıllar önce yapmış olduğunuz bir sosyal medya paylaşımından, bir arkadaş sohbetinden, çocuğunuzu gönderdiğiniz okuldan, kredi çektiğiniz bankadan dolayı; yazmış olduğunuz bir yazıdan, katıldığınız ya da bazen katılmadığınız bir toplantıdan, vermiş olduğunuz bir dersten, sanal alemde attığınız bir imzadan, sizi arayan bir kişinin telefonunda yüklü olan bir programdan dolayı “şüpheli” pozisyonuna düşebilirsiniz. Toplantı için gittiğiniz adadan, üzerinize giydiğiniz tişörtten, moda diye aldığınız pantolondan dolayı casus, terörist, terör destekçisi, provokatör, darbeci, paralelci ya da hepsi olmakla suçlanabilir, yargılanabilir, hatta daha yargılanmadan birilerinin hedef tahtasına oturtulabilir, hakaretlere, tehditlere uğrayabilir, tutuklanabilir, haksız yere uzun tutukluluklar yaşayabilirsiniz. Kendisinin de akademisyen olduğunu iddia eden bir milletvekili kalkıp meclis kürsüsünden sizin gibilere hapis cezası değil, yaşam hakkı bile verilmemesi gerektiğini ilan edebilir; sırf “barış isteyen”, “devletin hak ihlallerine son vermesini talep eden” bir bildiriyi imzaladığınız için. Ya da Alevi olduğunuz için kapınıza kırmızı boyayla çarpılar atılabilir; LGBTİ iseniz örgütünüzün kentteki tüm faaliyetleri yasaklanabilir; üyesi, yöneticisi olduğunuz, yıllar boyu emek verdiğiniz sivil toplum örgütü, dernek, gazete bir geceyarısı KHK’sı ile kapatılabilir; yine aynı KHK ile işinizden edilebilir; işsizliğe, sivil ölüme mahkûm edilebilir; özgürlüğünüzü ve çocuklarınızın geleceğini kurtarmak için açıldığınız denizlerde canınızdan olabilirsiniz.

Korkun. Çok korkun ve sıra size gelene kadar sesinizi çıkarmayın. Çünkü zulüm, bu aklını yitirme haline, bu paranoyaya teslim olmaya hazır milyonlardan besleniyor. Korkun çünkü sıra mutlaka bir gün size de gelecek. Çünkü adaletsizlik, siz bu paranoya denizinde ölü taklidi yapmaya devam ettikçe çoğalıyor.

Ya da korkmayın…

Tüm yazılarını göster