Sorumluluklara hiç gecikmeyen, erkenden büyüyen, şımarmayı bilmeyen Füruzan’ın çocukları bugün ekonomik, sosyal ve kültürel olarak tamamen dışlandılar. Eğitimle de yoksulluk döngüsünü kıramıyorlar.
Yağmur altındaki okul bahçesi çocuklarla dolu. Bir anne-kız geç kaldıkları endişesiyle kalabalığın kıyısında tedirgin. Anne, onlara yaklaşan hademeye sorar. “Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.” Hademe ilgisiz yanıtlar: “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.”
Füruzan’ın eşsiz öyküsü ‘Parasız Yatılı’nın içe işleyen unutulmaz sahnesi... Okur, tek bir şansın oluşunu ve o şansı kaçırma ihtimalinin olmayışını “Hiç gecikmezler” cümlesinin keskinliğiyle acı bir şekilde tecrübe ediyor. Füruzan’ın 1970 yılında yazdığı, edebiyatımızda bambaşka bir yeri olan bu öykü bir anne-kızın hayat mücadelesini anlatırken bugün artık değişen buz gibi bir gerçeği de içinde barındırıyor. Okuyarak geleceği umutlu kılmak.
Hayatta yapayalnız kalmış anne-kızın etrafı yoksulluk ve eşitsizlikle çepeçevre sarılmıştır. Hafta sonları eve izinli çıkabilen hastabakıcı anne ilkokula giden kızını yaşadıkları tek göz odada bir başına bırakmak zorundadır. Sabahları kalkıp “ağarık bir kara”ya dönmüş okul önlüğünü giyip annesizliğe ve okuldaki tüm eşitsizliğe göğüs geren, çocukluğun bittiği, sorumluluğun başladığı bir yaşamın başrolünde bu kız çocuğu vardır. Tüm zorluklara rağmen ilkokulu başarıyla bitiren kız, annesinin geleceği için de tek çıkış yoludur. Öykünün yazıldığı yılı ve dönemi düşününce eğitimde eşitsizliğin o dönemde de ne kadar keskin olduğunu şu cümle yalın bir şekilde anlatıyor: “İlkokulu yoksul bir çocuğun pekiyiyle bitirmesi kolay iş değil.”
Şort, lastik pabuç ve soket beyaz çorap alamadığı için beden eğitimi dersine katılamayan ‘Parasız Yatılı’nın başkarakteri, eğitimde fırsat eşitsizliğinin sembolü gibi adeta. Füruzan’ın bu eşitsizliği anlatım biçimi ‘Parasız Yatılı’yı doruğa çıkaran sebeplerden yalnızca biri: “(...)Oysa beden eğitimi dersine o katılmazdı. Onun gibi katılmayanlarla, koridorlarda, hep açık kalmış alt kat musluklarının sesini dinleyerek, gölgeli ışıksız camlardan kışı, kentin yapılarını seyrederlerdi.”
Eğitimde çiçek gibi tertemiz Türk çocuğu olmanın bir sınıf meselesi olduğunu en iyi anlatan öykülerden biri ‘Parasız Yatılı’.
Füruzan’ın başkarakteri ilkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı imtihanlarına girecek, annesinin ikisi adına gelecek hayallerini yüksek sesle anlatmasına vesile olacak. Kız öğretmen olacak, dağın eteklerinde bir yere tayinleri çıkacak (öyküde hayallerin ‘biz’ olarak kurulması etkiyi gitgide artırır). İşte o zaman anne-kızın yakacak kömürleri, oturacak koltukları hatta belki bir küçük halıları bile olacak...
Peki ya şimdi? Füruzan’ın bu öyküyü yazışının üzerinden elli iki yıl geçti. Eğitimdeki eşitsizlik farklı farklı yüzlere bürünüp katlanarak devam ediyor.
Sorumluluklara hiç gecikmeyen, erkenden büyüyen, şımarmayı bilmeyen Füruzan’ın çocukları bugün ekonomik, sosyal ve kültürel olarak tamamen dışlandılar. Eğitimle de yoksulluk döngüsünü kıramıyorlar. Bir başka deyişle anneler, çocuklarının okuyup meslek sahibi olunca onları kurtarmasını bekleyemiyorlar. Bugünün çocukları kendini kurtarabilsin yeter. İyi ama nasıl? Artık kıyısından bile bir sosyal devlet yok. İki Türkiye var: Açlıktan ölen Türkiye ve tıka basa yemekten ölen Türkiye. Okuyup eli meslek tutunca kendini ve yakınlarını kurtaracak çocukları yetiştirecek bir eğitim sistemi ise yok. Eşitsiz bir noktadan adeta yok oluşa hizmet eden bir sisteme döndü eğitim.
Türkiye, çocukluğunu yaşayamayan, erkenden büyümek zorunda kalan nesiller yetiştirmenin ötesine geçti. Çocukluğu dışlanmışlığa dönmüş nesiller yetişiyor artık.
Füruzan’ın ‘Parasız Yatılı’sı şöyle bitiyor: “Çocuk dönemeçte arkasına baktı. Dış kapıda annesi yağmurun altında gülümseyerek duruyordu.”
Bugün çocuk dönemeçte ne önünü ne arkasını görebiliyor.