Paraya endeksli olmayan bir hayrat: Başıbozuk Yayın
Başıbozuk Yayın, geçtiğimiz günlerde yayın hayatına başladı. Yayıneviyle Başıbozuk Yayın'ın ortaya çıkışını ve ücretsiz bir yayın faaliyetini nasıl ayakta tutacaklarını konuştuk.
DUVAR - Başıbozuk Yayın, "'ideal' bir yayıncılık faaliyeti PDF kitap ile parasız kitap yayınlayarak da mümkündür" düşüncesiyle yayın hayatına başladı. Yayınevinin sitesinde yer alan kitaplar okuyucular tarafından PDF olarak bilgisayarlara indirilebilecek ya da sitede (FLİP book) online olarak okunabilecek.
Başıbozuk Yayın ile nasıl yola çıktıklarını, ücretsiz bir yayın faaliyetini nasıl ayakta tutacaklarını ve İnternetin okuma alışkanlıklarına etkisini konuştuk.
Başıbozuk Yayın’dan bahsedebilir misiniz? Fikir ortaya nasıl çıktı, yola nasıl çıktınız?
Alişan: Yıllarını okuma-yazma-çizme-düzeltme işine vermiş bir grup insanın çeşitli vesilelerle bir araya geldiği bir oluşumdur. Kendine her bir araya gelenin yakıştırdığı kolektif, grup vs. gibi bir isim takmaktansa bir şeyler üretip kendimize ve çevremize böyle bir şeyin olabileceğini yeniden anımsatmak, bu gibi örneklerin başka biçimlerde, başka yerlerde de ortaya çıkmasını ummak hepimize sempatik gelen bir düşünce oldu.
Bugün ve geçmiş dönemin şartlarında bir yayınevi kurmak ve sürdürmek her zaman çeşitli fedakârlıkları göz önüne almayı gerektirmiştir. Maddi (sadece parasal olanlardan bahsetmiyorum) ve manevi fedakârlıklar sonuçta nokta kadar dahi bir iz bırakmış olsa da kalıcı olmayı başaramamıştır. Basılı eserler bir süre sonra ikinci el kitapçılarda, daha sonra da son yılların bir trendi olarak Sahaf adı verilen ticarethanelerde yüksek meblağlarda satışa sunulmuşlar ve bulunamaz hale gelmişlerdir.
Kitle iletişim araçları vasıtasıyla oluşturulan, geleceği ve bugünü karamsar bir dünya olarak sunmakta olan bir dünyada yaşıyoruz. Çeşitli şekillerde adlandırdığımız, ne ve nasıl olacağını bilmediğimiz bir devrim fikri hayli uzak durmakta. Çoğumuz diktatörlükler ve totaliter diktatörlükler çağında esasen “demokrasi” ve “insan hakları”, “fikir özgürlüğü” gibi kavramlara ve “single issue” siyasetlerden medet umar hale gelmiş durumdayız. Diğer taraftan kitleler parti politikalarının cenderesinde hayat bulmakta ve manipüle edilmekteler. Çok net bir karamsarlık batağında yol alıyoruz. Bu karamsarlığın haklı nedenlerini konuşmak bir çözüm vermiyor bize.
Dönemimiz modern sonrası bir dönemin bilmem ne adla adlandırılabilecek hangi aşamasında… Teknoloji ve teknik aklın bizi getireceği yer karamsarlıkla damgalanmış durumda. İşte bunun içinde yol alan, belki de onun içinde yoğrulan bizler en azından bugüne ve geleceğe dair küçük de olsa bir gedik açalım dedik. Kendi eserlerimizi, çevirilerimizin yanında referans eserleri de daha uygun bir şekilde okuyucuya ve meraklısına ya da ilgilenebilecek olan insanlara sunma niyetinde olduk. Elbette tarzımız bizim, yani Başıbozuk’un tarzı farklı ve kimi noktalarda aynı fikirlerde olan insanların ortak ruhunun ifadesi olacak.
Bunlar neler olabilir? Birincisi, fikirlerin ifade edilmesi ve yaygınlaştırılması için sosyal medya önemli bir ayak. Yirmi-otuz yıl öncesine kadar bir paragraf dahi olsa her gün okuma ve yazma faaliyetinde olan insan sayısı niteliği tartışmalı olsa da sosyal medya vasıtasıyla oldukça yaygınlaşmıştır. Sosyal medyada trol hesapları saymazsak –manipülatif olsa da bu da bir iletişim biçimidir artık– nüfusun büyük çoğunluğu orada iletişim içinde ve oradan etkilenmekte… Bilindik yayınevleri dahi bu alanlarda büyük rakamlara ulaşan satış yapmakta ve o alana yönelmekte…
Bizim farkımız satış yapmamamız. PDF olarak okumaya hazır hale getirdiğimiz eserler Başıbozukyayin.com adresine giren herkes tarafından kolayca indirilecek ya da flipbook formatında siteden doğrudan okunabilecek.
Emrah: Kurucu fikir aslında uzun süredir hepimizin önündeydi: Bilgi, mülkiyetin konusu olamaz. Bu kurucu fikri, kurucu bir suça dönüştüren piyasa yasalarının iptaline dönük sahici somut müdahaleler, “açık-kaynak hareketleri”nin ortaya çıkıp yayılmasıyla bir karşı-kültür yarattı. Bu karşı-kültürün taşıyıcılarından, GNU projesi ile açık-kaynak yazılımlarının kurucuları arasında olan ve copyleft fikrini ortaya atan Richard Stallman’ı; Creative Commons, Reddit ve SecureDrop gibi bilgi paylaşım ağlarının kurucularından Aaron Hillel Swartz’ı da yeri gelmişken anmakta fayda var. Başıbozuk Yayın, açık-kaynak hareketlerinin yayıncılık alanında bir izdüşümü olmak için yola çıktı. Belirttiğimiz gibi fikir uzun süredir biz insanların önündeydi, somutlaştırıp yola düşmek, bu yolda düşenlere el uzatmak ve bu deneyimi paylaşacağımız insanlarla tanışmak gayesiyle bir araya geldik.
Sezgin: Yola çıkarken bizimle yakın ve uzaklardan dayanışanlar da oldu. Başıbozuk artık Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlardan oluşuyor diyebiliriz. Örneğin; Arjantin duvarlarını boyayan “Editorial El Colectivo”dan Natalia Revale desenleriyle, Azize ile Azime heykel ve desen çalışmalarının görüntüleriyle bize destek oldular, olacaklar. Çukurovalı Krif Mustafa'dan, Tayland'ın bir köyünden Bernar'a bir sürü Başıbozuk’uz ve gittikçe daha da çoğalmayı umut ediyoruz.
Yayınevlerinin mevcut işleyişine itirazlarınız var, fakat sektördeki yazar, çizer, çevirmen ve işin mutfağındaki diğer bileşenlerin emeğinin karşılığını alamadığı koşullarda ücretsiz bir yayın faaliyetini nasıl ayakta tutmayı düşünüyorsunuz?
Alişan: “Bunu nasıl finanse ediyorsunuz” sorusuna verecek yanıtımız, bu siteyi bir “hayrat” niyetine kurduğumuz şeklindedir. Bu çabalara katkı sağlamak isteyenler için ise siteye bir Patreon linki koyduk. Biz bu işi gönüllü yapıyoruz. Bu dayanışmaya gönlü olanlar da bize bu minvalde katkı yaparlarsa memnun oluruz.
Sitenin yapım aşamasında katılımcıların dışında bazı arkadaşlarımız “en azından bir karşılığı olsun, bir lira, elli kuruş ya da takas” vb. gibi önerilerle gelmişlerdi. İnsanların karşılıksız verilen şeylere şüpheyle yaklaştıkları ve buna kalitesizlik, değersizlik işareti anlamında ilgi göstermeyeceği düşüncesinden kaynaklı bu önerilere de kapımızı kapattık. Karşılıksızlık günlük yaşamın çeşitli alanlarında bu toplumun ve hatta Ortadoğulu –diğerlerini çok bilmediğimden– toplumların yapısında halen varlığını sürdüren bir şey. Biz de fikrin ve bilginin karşılıksız bir şekilde dolaşımda olması gerektiği kanısındayız. Bugün ise satış ve Copyright fikri mevcut sistemin can damarı haline gelmiş durumda ve her şey bir satış fiyatı ile değerlendirilmektedir. Yani demem o ki, geleneksel oluşta bugünün al–ver kültürünün karşısına konacak zaten bir değer var. Ya onu canlandıracağız ya da yeniden yaratacağız. Başıbozuk Yayın bunun küçük bir parçası olursa ne âlâ…
Sezgin: Bir dalgacı atalar sorusu var “Anladık, yel değirmeni ama suyu nereden geliyor?” Çaresiz havaya bakıp ıslık öttüreceğiz.
Kemal: Başıbozuk’u yayıncılığın sektörel bazda bir rakibi ya da alternatifi değil, yıllardır orada oluşmuş marazların belki bir semptomu olarak görmek daha doğru. Biz kendimizi asla bir “sektör bileşeni” olarak görmüyoruz. Bu anlamda ticari bir faaliyet için geçerli olan kıstaslar Başıbozuk’u bağlamıyor.
Verilen her emeği maddi karşılığı ve ekonomik değeri üzerinden değerlendirmek, iliklerimize kadar işlemiş ve artık çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir eğilim. Kabul edelim, kapitalizm bu konuda çok başarılı oldu ve her türlü mübadelenin (fikir alanındakiler de dâhil) özünde ticari bir ilişki olduğu yanılsamasını hepimize çok güzel belletti. Oysa Braudel’in müthiş itirazıydı, “kapitalizm=piyasa değildir”. Bir toplumsal sistem olarak kapitalizmin taş çatlasa 500 yıllık bir geçmişi var, ama gerek pazar-piyasa formunda gerek başka formlarda mübadelenin, karşılıklı alıp vermenin tarihte sayısız –ve kimisi hâlâ direnen– formu olmuş – armağan ekonomisi, karşılıksız yardımlaşma, imece… gibi. Başıbozuk’u bu formlardan biri haline getirmek arzusundayız, adına “hayrat” demişiz, başka bir şey demişiz, çok önemli değil.
İstedik ki yayıncılığın mevcut işleyişinde ortaya konulan eserlerin temelde maddi getirisi ve satışı üzerinden değerlendirildiği, bu koşulları yerine getiremediğindeyse baskısının yapılmadığı, unutulmaya yüz tuttuğu yerde bu eserlere ekonomik temelde olmayan gerçek değerini geri verelim; onları daha iyi bir formatta ulaşılabilir kılalım. Bunun dışında yayıncılık ortamında kendine yer bulamayan yeni eserler için de bir mecra olalım.
Başıbozuk’ta emek veren herkes, çoğumuz gibi geçim derdi içinde farklı işlerle uğraşıyor, ama hayatın onca sıkıntısı içerisinde güzel bir şey yapmak isteyen, bunu maddi karşılık motivasyonuyla yapmak istemeyen insanlarız. Günlük hayatımızda atılan adımı bile ekonomik getirisi üzerinden değerlendiren, her baktığı yeri maddi girdisi-çıktısından bağımsız düşünemeyen bir zihin yapısının dışında alternatiflerin var olabildiğini göstermek için vesile olmak istiyoruz Bu açıdan yayıncılık uğraşı içerisinde dört başı mamur bir oluşumdan ziyade, başka dayanışma ve yardımlaşma biçimlerine de esin verebilecek bir girişim olarak görüyoruz kendimizi.
Emrah: Kâr-zarar analizleri, ödenecek faturalar, çalışanların maaşları vs… bir şirketin çözmesi gereken ne kadar hesap-kitap işi varsa öncelikle bu işlerden azade çalışıyoruz. Her birimizin hayatta kalmak için tutunduğu işler-meslekler var, ancak buradaki bir araya geliş, hayatımızı fazlasıyla kuşatmış olan bu tecimselliğin dışında kuruldu. Yayımlanacak, çevrilecek eserlerin üzerine konuşulurken “bu satar mı?” kaygısını iptal ettiğimizde ortaya neler çıkacak sorusunun peşinden gidiyoruz bir bakıma. Net bir cevabımız var mı, kesinlikle yok. Bunu belirleyecek olan bu mecraya nasıl ve ne kadar katkı sunulacağıyla alakalı biraz.
Kitap yazan yazar, yazar adayları ya da çevirmenler size nasıl ulaşıyor?
Alişan: Başıbozuk ismi elbette boş vermişlik ve gelişigüzel iş yapmak anlamına gelmiyor. Tarihte bildiğimiz birçok isim gibi bu isim de egemenlerin ve iktidar sahiplerinin –aynen anarşizm gibi– Osmanlı’da Celalilere, başıbozuk levendlere, haksızlığa isyan edenlere isyan etmekten başka hiçbir seçeneği olmayanlara yakıştırdığı bir isim. Bu ismi hepimiz seviyoruz. Birincisi madunun isyanına gönderme yapması ve ikincisi bu dilin içinde üremiş direnişin adı olması dolayısıyla.
Yazar, çizer ve düşünürlerin ya da herkesin bize ulaşma mecrası elbette sosyal medyadır. Bu yayınevinin bir posta adresi yok fakat e-posta adresi var. Sosyal medyadaki şu hesapları var:
Website: https://basibozukyayin.com/
E-Mail: basibozuklar@basibozukyayin.com
Facebook: https://www.facebook.com/B.Bozuk
Twitter: https://twitter.com/basibozukyayin
Instagram: https://www.instagram.com/basibozukyayin/
Bir diğer alan ise her birimizin kendi sosyal ilişkileridir. Sonuçta küçük bir girişim bu. (Duvar Kitap okuru dostlarımıza da çağrımızdır.) Yaygınlaşırsa ziyadesiyle memnun olacağız. Kim bilir bu şekilde yayın federasyonları da meydana gelir ileride…
Burak: Başıbozulmuş olanlar, Başıbozuk’u görünce başlarının bozulmuş olduğunu bir şekilde anlıyor olmalılar. Tabii bu bozukluk hem bir arayışla hem de başlarımızın omuzlarımızın üstünde olması ile ilgili. Ne kelle koltukta bir halde, ne de başsız ve bozukluksuz bir halde. Gayet insani, başıbozuk olmak. Yalnız burada önemli gördüğüm, bozulan başın omuz üstünde kalması. Bu da başıbozukların birbirlerini görür görmez tanımalarını sağlayan temel bir şey.
Sezgin: Uzakdoğu’dan Başıbozuk’a gelen bir e-maili açtığımızda şunları okuduk; “Az önce Gazete Duvar'da ‘Başıbozuk Yayınevi yayın hayatına başladı’ başlığı ile duyurulan haber kutusuna rast geldiğimde , ‘Ulen yoksa. . .’ iç sesiyle heyecanlanıp işkillendim yayınevi için seçilmiş isim dolayısıyla. Merakla haber kutusuna tıkladım tercih edilmiş yayınevi isminden yola çıkarak yaşadığım o anlık işkillenme halinin bir karşılığı var mı yok mu diye görmek, yayınevi hakkında bir izlenime sahip olmak için. İşkillenmişliğimin hiç de yersiz olmadığını görüp sevindim. Sevincimi dile getirerek sizlere bulaşayım istedim.”
Yayınevinize başvuruda bulunan bir yazarın metninde ya da daha önceden yayınlanmış bir metni değerlendirirken önceliğiniz ne oluyor? Nasıl bir yayın politikası güdüyorsunuz?
Alişan: Yayın ve yazın “dünyası” adı verilen ve her gün çeşitli insan tarafında tekrarlanan bir dünya olduğunu düşünmüyorum aslında. Tek tek insanlar ve yayıncı firmalardan bahsederseniz buna evet diyebilirim. Çünkü böyle bir dünya olması için grup, taraflar ya da topluluklar arasında da bir çeşit homojen duruş gerekli. Klikler yok mu? Var elbette. Ve bu klikler bir çeşit eş, arkadaş ilişkileriyle burada varlık gösteriyor. Bu elbette gördüğümüz eserlerin hepsi berbat eserler demek değil.
Gene ben, eleştirmenlerin otoritelerine ve estetik kaygılar üstüne söz söyleyebilecek otoritelere inanmıyorum. İçimizdeki arkadaşların da genel duruşunun böyle olduğunu sanıyorum.
Bundan hareketle adını koyabileceğimiz bir yayın politikası yok tabii. Ben bunun bir sezgi ve genel bir estetik duygu olduğunu düşünürüm. Bu aynen “şiir nasıl yazılır?” başlığı ile çıkan kitaplardaki snob tavra benziyor. İnsanın estetik duygularını ve ifade biçimlerini belli sınırlar içerisine hapsetmenin doğru olmadığını düşünürüm.
Elbette bu her yazılan, çizilen ve yapılan materyalin bu estetik duyguya sahip olduğu anlamına gelmiyor. Bu anlamda sorunuzdaki “Nasıl bir yayın politikası güttüğümüz” ve bizlere gönderilen eserleri değerlendirirken önceliğimiz sorusu bizim duruşumuzu ifade edecek cevabı alamaz. Israrlı bir soru karşısındaki cevap ise gelecek eserin estetik duygusudur ki bu da okuyucunun ve yazarın estetik duygusuyla orantılı bir müphemlik taşır. Değerlendirme ise elbette her zaman sübjektiftir. Objektiflik fikri iddiası çok otoriter bir iddiadır ki bizim yani bu “oluşum”un yapısı ile alakalı değildir.
Hâlihazırda edebiyat alanında ifade edebileceğimiz, biri yayınlanacak olan biri yayınlanmış olan iki şiir kitabı ve zannederim üç roman yayınladık. Siteden bakılabilir. Bir öykü ve iki romanın da yayınlanmasına karar vermiş durumdayız. Elbette araştırma kitaplarında dahi bir edebi karakter olabilir. Bu ise başka bir tartışma konusudur.
Kemal: Tartışma demişken, illaki yayın politikamız olacaksa, ben bunun “tartışmaya dayalı” bir şey olmasını dilerim. Bizi bir araya getiren, dünyaya bakışımızda bizi ortaklaştıran adı konulmuş-konulmamış ilkelerimiz var elbette. Ama yayın politikası dediğiniz şey, bana daha somut, daha kurumsal bir şey gibi geliyor, bu açıdan Başıbozuk gibi bir oluşumun ruhuna aykırı. Neyi yayınlayacağımız meselesini kendi aramızda konuşurken şakayla karışık, “bizim başımız bozuk, ne yapacağımız belli olmaz” şeklinde bir ilkeyi de tartışmıştık. Aslında yayın politikası anlamında kurumsallık ticari bir yayınevinin işi. Eserini bize gönderen bir kişinin neden bizi tercih ettiği bizim için daha önemli. Yayınevlerindeki editoryal bir yapının kapalı kapılar ardındaki “ret-kabul” cevabına indirgenen tek yönlü bir ilişkiden ziyade, yaratıcının bizimle daha sahici bir ilişki kurmasını tercih ederiz; eğer eserini reddetmişsek bizimle tartışsın, hatta kavga etsin isteriz. Bizim buradaki sorumluluğumuz yaratıcıyı ciddiye almaktır, verdiği emeğe saygı göstermektir. Bu anlamda sınırları çizilmiş bir “yayın politikamız” yok; burada topu bizimle iletişime geçecek olanlara atıyoruz.
Emrah: Merkezsiz, herhangi bir hiyerarşinin olmadığı, o bakımdan herhangi bir değerlendirme merciinin de olmadığı bir alanda belli bir “yayın politikası” belirlemek gerekli mi gereksiz mi kendi aramızda ara ara gündeme geliyor. Ancak her defasında daha önemli olanın Başıbozuk’a yayınlanması için yazılarını gönderen “yazan”ların, bu yazdıklarını Başıbozuk’ta yayınlanmasını neden tercih ettikleri üzerinden bir tanışmanın daha önemli olduğunda hemfikir oluyoruz. Bu tanışma beraberinde yayınlanacak ya da yayınlanmayacak yaratıların üzerine tartışmaları da muhakkak getiriyor, burada kurulan alanın herhangi bir kitabın basılıp basılmama kararından daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Burak: Kokluyoruz. Her şeyden önce koku vardı, politika ya da yayın politikası denilen şeylerden, medeniyetten bile önce. Onların kesif ve yoğun kokusuna olabildiğince burnumuzu duyarsızlaştırmaya çalışarak. Aldığımız koku ferah gelirse, işte ne âlâ.
Korona virüsü salgınıyla beraber mevcut ekonomik kriz daha da derinleşti. Sizce yayıncılık sektörü bu durumdan nasıl etkilendi?
Alişan: Sorunuzda birkaç problem olduğunu düşünüyorum. Birincisi “yayıncılık sektörü” dediğiniz şey. Kitap okuma oranlarının az olması ve sürekli bir şekilde başka ülkelerdeki okuma oranları ya da basılan kitapların miktarı ile kıyaslamalar yapılması sonucu bilginin paylaşımı konusundan sefalet içinde olduğumuzu her seferinde yüzümüze çarpmakta. Buna etki eden onlarca neden sıralanabilir.
Yayıncı, çevirmen, editör vs. yayın dünyasına baktığımızda sektör olmayı gerektiren ne bir sermaye birikimi ne de profesyonel kesimler oluşmuş durumda. Bu işin başı dil olarak düşünülürse her bir 5-10 yıl diliminde Türkçenin değişik kurallarını değiştirmekte olan kurum olan TDK dahi dili bir standarda oturtamamış durumdayken böyle bir kurumsallaşmaktan bahsetmek pek mümkün görünmemekte. Bunu elbette kurumları ve kurumsallaşma fikrini savunmak anlamında söylemiyorum. Bunun ne denli tehlikeli olduğunu bilmekteyim fakat bunun olabilmesi ise ancak bir sektör oluşması ve o sektörün kurumsallaşması ile ilgilidir. Savun ya da savunma…
Bugüne geldiğimizde geleneksel basın ve yayın yeni döneme ayak uydurmak zorunda kalmakta ve kapılarını sosyal medyaya açmakta ya da oraya taşınmaktalar. Geleneksel yayın dünyası –kitabın yok olacağını düşünmüyorum şahsen– bu sektörleşmenin çok ötesine geçmek durumunda. Artık bir tek kişi dahi bir başına yayınevi işlevi görebilir durumdadır. Bunun araçları bugün var. Üstelik daha hızlı bir iletişim ve bilgi akışı dünyasına doğmaktayız her gün.
Biz burada paraya endeksli olmayan bir hayrat oluşturduk. Gelen geçen burada yiyip içsin ve kendilerine bir çatı bulsunlar. Karşılıksız… Bizde kendilerine dair bir şey bulurlarsa ne âlâ…
Bu anlamda pandemi döneminde yayın sektörü bizi pek alakadar etmiyor ama farkındayız ki kapanma ile beraber yayıncılar bayram havası yaşıyorlar. Satışlarının yüzde 40 oranında artış gösterdiğini duyuyoruz. Bizim para ile işimiz olmadığından onların paralarına dair de çenemizi yormayalım isterseniz. Parasal anlamda iyi etkilenmişe benziyorlar ama daha ötesinde ne var bilmiyoruz.
Kemal: Tekrarlamak pahasına söylersek, yayıncılık sektörü dediğimiz şey daha genel yayıncılık uğraşının bir altkümesi, ki ikincisi bizi daha çok ilgilendiriyor. Günümüzde yayın faaliyetinin ekseriyetle ticari olmayan yönünün yaygınlaştığı kanısındayım. Duvar gazetesinden duvar yazısına, fanzinden internet bloglarına kadar birçok örneği, neden bu bağlamda yayıncılığın bir parçası saymayalım? Üstelik geleneksel yayın mecralarının önemli bir kısmı da kâr amacı gütmeyecek şekilde işliyor. Bu anlamda internet mevcut yayıncılık modellerinin hepsini bünyesinde toplayabilen muazzam bir kaynak. Ekonomik kriz yayıncılık sektörünü olumlu ya da olumsuz etkilemiştir muhakkak, ama yayıncılık faaliyetini daha geniş manada düşündüğümüzde ekonomik krizden görece bağımsız olduğunu söylemek mümkün. En azından Başıbozuk ve benzeri oluşumlar ticari bir faaliyet yürütmedikleri için ekonomik krizle bir işleri yok. Yani bizim değirmen ekonomiyle dönen bir değirmen değil, yel değirmeni ve bedava.
Emrah: Sorunun muhatapları kendi mecralarında bu soruya cevap verdiler sanırım. Sektör-dışı olduğumuz için, bu soruya ancak “korona Başıbozuk’u nasıl etkiledi?” üzerinden cevap verebiliriz belki. Başıbozuk tam da yasakların başladığı bir dönemde oluştu. Yasakların başlayıp evlere kapandığımız sürenin bir kısmını, Başıbozuk üzerine düşünerek, tartışarak geçirdik. Bu bakımdan bizim için ziyadesiyle verimli bir “kriz”di.
Burak: Ekonomi, ekonomik ilişkilerin mahiyeti dolayısıyla zaten başlı başına bir krizdir. Yaptığımız şey, ekonomi kavramının kendisi ile akran olan mevzubahis krizin etkilerini bertaraf etme gayesini de pekâlâ bünyesinde barındırıyor.
İnternetin okuma alışkanlıkları bağlamında edebiyata etkisi nedir sizce?
Alişan: İnternetin okuma alışkanlığı açısından tüm topluma etkisi olduğunu reddedecek kimse yoktur herhalde. Yirmi yıl önce okuma oranının yüzde 60’larda olduğunu düşünürsek bunu söylemekten imtina etmemek gerekir. Edebiyata etkisine gelince… Bu okuma alışkanlığının edebiyata etkileri elbette olacaktır. Kötü örnekler elbette çıkacaktır. Ama yazmadan da iyi bir şey çıkmaz.
İnternet alanı bir satış alanı olarak da geniş imkânlara sahip… Bunu yayınevleri hayli hayli kullanmaktalar. Çok ucuza kitaplarınızı basan siteler dahi var internette.
Birileri çıkıp çeşitli edebiyatçılardan birer paragraf alıp o anki ya da genel bir düşüncesini edebiyatçının dilinde paylaşıyor ve belki de binlerce insan bundan kendine dair bir şeyler bulup kendi sayfasında paylaşıyor. Bir şekilde o edebiyatçı ile hemhal oluyor. Bir doyum hali bu. Kötü mü bu… İşte bu da çeşitli veçheleri ile tartışılması gereken bir şey.
Bizim açımızdan bu edebiyat ya da diğer çalışmalara dair bir girişim olarak düşünülebilir ama o kadar. Gördüğümüz bunun sadece bir paragraf okuyup düğmeye iki defa tıklamaktan daha ileri gitmediğidir. Bilgi, bugün internet vasıtasıyla daha yakınımızda durmakta iken ona ulaşma isteği daha da azalmış gibi duruyor. Bir satır ve bir paragraflık edebiyat dünyası ya da bilgi her şeyin sathi kalmasına ve derinlikten uzak bir kuşağın ortaya çıkmasına vesile oluyor. Ama buna dair kesin yargılarda bulunmak için halen erken olduğunu düşünüyorum.
Burak: Okumanın bir alışkanlık olabileceğine inanmıyorum. Mesela ben, uzun zamandır kitap okumadım. Çünkü kültür endüstrisinin dayattığı kültürlü olmak, okuma alışkanlığı gibi kavramların şahsımda bir etkisi olmaması benim için önemli bir meseledir. Alışkanlık olarak tanımlanabilen şeyler tüketimi ve tüketilebilirliği de getirir zira. Ki oradan da başıbozukluğumuzla ilgili bir şeye geliyoruz, şayet herhangi bir şey –başıbozukların kalkıştığı işler özelinde kitaplar– şayet sayısallaştırılabilen bir değere indirgenebiliyorsa, tüketilebilir de.
Önümüzdeki günlerde Başıbozuk Yayın’da hangi kitaplar yayınlanacak?
Alişan: Ahmet Ateş’in 'Türkmen Anarşizmi' ve diğer kitapları; Stirner çevirmeni olan ve Max Stirner’in eserleri üzerine daha derinlikli ve özgül çalışmalar yapan H. İbrahim Türkdoğan’ın kitapları hâlihazırda sitemizde mevcut. Benim daha önce yayınlanmış olan içinde uzun bir makalemin olduğu 'Anarşizm ve Din' adlı derlemem de dâhil, sitemizde şu an on sekiz adet kitap doğrudan okunabilir ya da PDF dosyası şeklinde indirilebilir olarak duruyor. Bu kitaplar arasında ilk defa yayınlanan benim Fütüvvet, Ahilik ve erken dönemden on dokuzuncu yüzyıla Osmanlı’da oluşan özgürlükçü oluşumlar üzerine araştırma ve yorumlarımın olduğu ve Kropotkin’e gönderme yapan ismi ile 'Karşılıklı Yardımlaşma’dan Karşılıksız Dayanışma’ya' adlı araştırma ve inceleme kitabım da var. En son eklediğimiz kitap Anarşist düşünür Peter Lamborn Wilson’un –başka kitaplarını Hakim Bey mahlası ile yazmıştır– 'Nietzscheci Darbe' adlı denemesinin kitap haline getirdiğimiz çevirisidir.
Hâlihazırda yayınlanmayı bekleyen on altı tane kitap var. Bunun üstüne Yugoslav sinemasını ve tarihini bizzat özneleri ile ele alan, anti-film, Kara Dalga vb. gibi isimlerle adlandırılan ve Tito Yugoslavya’sından oluşan sinema kulüplerinden sonrasına gelişim kaydeden Yugoslav sinemasını anlatan bir çeviri bitmek üzere. Diğer taraftan 'Yıkım Sanatı' adlı (The Art of Destruction) anti-sanat pratiklerini anlatan kitabın çevirisi de aynı şekilde bitmek üzere.
Hâlihazırda yayıma hazır ve yayımlanmayı bekleyen yirmiye yakın kitap var. Bu kitapları peyderpey sitemizde ve değişik mecralarda okuyuculara duyuracağız.
Sitemizde kitap eleştirileri, sinema ve çeşitli konularda makalelerin olduğu bölümler de mevcut. Umarım entelektüel hayatımızda bir işlev görecek seviyede oluruz.