Paris'in gizli kalmış dünyasına dalış

Genç bir adam ile tanışmasıyla hayatı bambaşka bir hal alan genç bir kadının hikayesini konu edinen Ateşle Oynayanlar, 28 Haziran'da vizyona girdi. Filmde, hikayenin öğelerindeki kusurlar, senaryonun gidişatını tıkamıyor, filmin mantıklı bir yere bağlamasının önünü kesmiyor ve hikaye bir şekilde akıyor...

Abone ol

DUVAR - Yönetmen Marie Monge’un bu ilk uzun metrajlı sinema filmi, birçok ‘ilk film’ tereddütleri yaşayan, konusunun ve oyuncularının tam potansiyelini kullanamayan ancak bütün bunların yanında, bazı zayıflıklarının farkına vararak onları zaman içerisinde kendisi için ufak avantajlara dönüştürebilen bir yapım izlenimi veriyor. Başka bir deyişle filmde söylenmeyenler, tam gösterilmeyenler, atlanan olaylar, hızlı geçilenler gibi noktalar normalde bir film için ciddi eksiklikler olabilecekken, ‘Les Joueurs’ sanki bu olumsuzluklarla oynuyor ve bazılarını zamanla lehine çeviriyor. Filmin, parmak bastığı konuyu gerektirdiği derecede bize hissettirmese de belli bir sinema dili barındırdığı da yadsınamaz bir gerçek.

Ella, Paris’te babasına ait bir restoranda hem garson, hem de yönetici olarak çalışan genç bir kadındır. Bir gün restorana iş için gelen Abel adında genç bir adamla tanışır. Başlarda bu gence mesafeli yaklaşan Ella, Abel’in rahat, özgürlükçü ve başına buyruk tavrından etkilenir. Bir akşam Abel’in restorandan çaldığı paranın peşine takılan Ella, onunla beraber, Paris’in gizli, kumar dünyasıyla tanışır. Ella için bu yeni dünyayı keşfetme aynı zamanda Abel’e karşı duyulan önlenemez bir tutkuya dönüşür.

'BİRAZ KARANLIKTA KALAN KARAKTERLER'

Yönetmen ana karakterlerini tanıtırken temkinli bir yol izliyor. Aslında bizce bu tutum, devam ettikçe açılan, dallanıp budaklanan ve değişen duygularla şekillen bir senaryo için uygun bir yol gibi gözüküyor. Çünkü ana karakterler hakkında bir ön bilgi edinmemiz her ne kadar bir filmin senaryosunda vazgeçilmez bir süreç gibi görünse de, Ella karakterinin içine kapanık bir karakter olması, Abel’in ise biraz esrarengiz, daha doğrusu (başta) tam tanımlanamaz bir kişi olması, bu bilgi eksikliğini rahatsız edici seviyeye çıkarmıyor. Hatta aksine belki hikayeye daha sıkı tutunmamızı sağlıyor.

Ancak tabii ki hikayeye tutunmamız, hikayenin beklentileri layığıyla yerine getireceği anlamına gelmiyor. Abel ne zaman ki bir şekilde Ella’yı peşinden sürüklüyor ve onunla beraber kendisinin aşina, ama onun tamamen yabancısı olduğu bir yerle tanışmasını sağlıyor, tabiri caizse hevesimiz biraz kursağımızda kalıyor. Çünkü bu kumarın döndüğü ortam, ne en pis işlerin döndüğü bir batakhane, ne de her türlü eğlencenin ve gösterişin aktığı, ihtişamlı bir kumarhane… Sadece yasal olmadan çalışan, üyelerini kabul eden, biraz salaş ve orta halli bir kumar salonu izlenimi veren bu yerin Ella’yı etkilemesi pek ikna edici durmuyor. Kuskusuz bu ortamda oynamanın heyecanını ve daha sonra da hevesini körükleyen kişi Abel ama bu süreçte Ella bunu hayatına renk katmak için mi yoksa Abel’e içten içe tutulmaya başladığı için mi yapıyor, tam olarak kestiremiyoruz. Güzel bir şekilde başlayan, dengeli bir mekan oturtan, renkli bir karakter sunan senaryo, bu ilk bölüm sonunda gerekli patlamayı yaratamıyor.

'ADRENALİN HER ŞEYDEN ÖNCE GELİR!'

Filmin ikinci önemli kilit dönemi, Ella’nın Abel’e aşık olduğu daha doğrusu ona tutulduğu süreçle başlıyor. Kuşkusuz bir filmde önlenemez, iki tarafı da yıpratan bir tutkunun ikna edici ve gerçekçi sunulması hiç kolay bir şey değildir. Burada ise bu durum yine başta, ikna edici duruyor. Belli bir süre sonra, Ella hayatında huzurlu, düzgün bir işi olan bir kişi gibi görünse de aslında onun gündelik hayatının tekdüzeliğinden dolayı biraz mutsuz bir karakter olduğunu anlıyoruz. Belki de sürekli bastırdığı risk, heyecan, adrenalin, değişiklik ve özgürlük arayışının karşılığını Abel karakterinde buluyor. Ne Abel’in sürekli parasız olması, ne de peşinde tefecilerin olması bu çekimi, bu tutkuyu önlemiyor. Tam bu noktada tekrar ‘ilk film’ tereddütü baş gösteriyor. İki ana karakter arasında bir tepki dengesizliği seziliyor. Ella’nın bu tutkuya düşmesi ve onu motive eden şeyler ne kadar anlaşılır duruyorsa, Abel’in bu aşamada çok tutuk ve donuk tepkiler vermesi hatta bazen biraz antipatik davranması o derece anlaşılmaz görünüyor. Böyle dengeler belki tutkulu ilişkileri anlatan filmlerde değişkenlik gösterebilir hatta bunlar bazen hikayeyi güçlendirebilir ama göreceli olarak yeni başlayan bir sevdada bu tutum biraz gerçekçiliği kırıyor.

Bütün bu durumlara rağmen hikaye bir şekilde akıyor. Beklenen ortamların yeterince etkileyici olmaması, karakterlerdeki zaman zaman görülen tepki noksanlığı ve bazı olayların hızlı geçilmesi belki seyir zevkini düşürüyor ama filmden tamamen kopmamıza yol açmıyor. Başka bir deyişle hikayenin öğelerindeki kusurlar, senaryonun gidişatını tıkamıyor, filmin mantıklı bir yere bağlamasının önünü kesmiyor.

TAHAR RAHİM, YERALTI PEYGAMBERİ!

Filmin oyunculuk tarafına bakarsak, bir de tabii Tahar Rahim faktörü göze çarpıyor. Cezayir asıllı Fransız oyuncu, kendisine etkileyici bir portre çizmek için ne kadar az malzeme verilirse verilsin bir kez daha kusursuza yakın bir performans sergiliyor. Bu filmde çizdiği karakterin bir Jacques Audiard (A Prophet/2009) veya Asghar Farhadi (The Past/2013) filmlerinde olduğu kadar yoğun olmasını tabii ki bekleyemeyiz ama filmin boşluklarını kapatan ve senaryoyu sırtlayan bir oyunculuk sergilemek bizce oldukça zor bir iş.

Marie Monge’un ‘Les Joueurs’ filmi türünde çok etkileyici bir örnek olabilecek bir konuya ve oyuncu kadrosuna sahipken, bazı ‘karar verememeler’, ‘kontrolden kaçırmalar’ ve bazı duraksamalardan dolayı sadece izlenebilir bir yapım olmuş gibi duruyor.

Yönetmen: Marie Monge

Oyuncular: Tahar Rahim, Stacy Martin, Karim Leklou, Marie Denarnaud, Bruno Wolkowitch, Jean-Michel Correla, Jonathan Couzinié, Caroline Piette…

Ülke: Fransa