“Parti dik bir yokuşta, biraz itekleyelim dedik. Kalktık, Ankara’ya kadar geldik. Parti gaza bassın, biz onu düze çıkana kadar itekleriz.”
HDP’nin 4. Olağan Kongresi’ne katılmak için Osmaniye’den kalkıp gelen 60’lı yaşlardaki Mustafa D., 10 Ekim 2015 tarihinde IŞİD’in yaptığı saldırı sonucu 101 barış savunucusunun katledildiği Ankara Garı’nın hemen karşısındaki kongre salonunda, on binlerce kişinin alkış ve sloganları arasında, partisinin arkasındaki duruşunu bu sözlerle özetliyor ve başparmağıyla salonu boydan boya gösterip devam ediyordu: “Bu gördüklerin hep partileri için gelmişler. Devlet, yokuşu ne kadar dik yaparsa, itekleyenlerin sayısı o kadar artıyor. Devlete karşı inat etmiyoruz. Devlete ‘inat etme’ diyoruz. Barış olsun artık, inat etmeyin, yeter da!”
HDP’nin iki yıl önceki 3. Olağan Kongresi de aynı salonda yapılmış, yine ağır baskı, gözaltı ve tutuklamaların hüküm sürdüğü dönemde Türkiye’nin her yanından onbinlerce insan buraya gelmişti. Fakat öncekinin aksine polis, insanların ceplerindeki kaleme, şarj cihazına, rujuna, kulaklığına değil, sadece çakmaklara el koymakla yetindi. Dolayısıyla iki yıl öncekinden farklı olarak kongre salonuna üç ayrı rutin aramadan sonra girmek kolay oldu.
Tabii bu, devletin ipleri gevşettiği anlamına gelmiyordu. Zaten kongreden iki hafta önce başlatılan sayısız polis baskını neticesinde en az 200 HDP’li gözaltına alınmıştı. Gözaltıların son halkası HDP’yle hiçbir ilgisi olmayan, ses organizasyonunu yapan şirketin 11 elemanının, kongre biter bitmez salondan karakola götürülmesiydi. Ses hacmini artırmaktan mı, düşük tutmaktan mı alındılar; bu yazıyı yazdığım sırada henüz netleşmemişti.
Kongre salonu, bir felaket dalgasını daha atlatmış olmanın sevincini yaşayan insanlarla doluydu. Ama bir yandan da herkes şaşkındı. Demek ki, “devlet yokuşu ne kadar dik yaparsa, itekleyenlerin sayısı o kadar artıyor.”
Gerçekten de bu kongre, en azından çözüm sürecinin bitişinden bu yana görülmüş en kalabalık, en coşkulu resmi etkinlik olarak kayda geçse yeridir. Kitlelerin çoğunluğu Kürdistan’dan, önceki gün otobüslere doluşarak, yol boyunca halaylar çekerek, çeşitli polis kontrol noktalarını aşarak gelebilenlerden oluşuyordu. Her grup bir diğerinin varlığından güç aldığı için de kongre salonunda, hakikaten uzun zamandır tanık olmadığımız bir kararlılık, bir özgüven hâkimdi.
İki yıl önceki kongrede gazeteci olduğumuzu öğrenen herkes “ne olacak” diye sorarken, bu sefer sormuyor, anlatıyorlardı. Çoğunluk “kazanacağız” diyordu, “barış olsa, zaten kazanmış sayılırız” diyenler vardı.
HDP’nin kongre vesilesiyle sadece eş genel başkanlardan birini değil, aynı zamanda özgüven de tazelediği söylenebilir. Başta Avrupa ve Ortadoğu olmak üzere çeşitli ülkelerden gelen yüze yakın siyasetçi, parti temsilcileri, parlamenterler sahneye çağrıldığında, Dersim’den gelen yaşlı bir adamla söyleşi yapıyordum. “Bak işte, biz ayakta kaldıkça, enternasyonel dayanışma da artar” diyerek, anlattıklarına parantez açıyordu Dersimli.
İlginç hususlardan biri ise, daha birkaç gün evvel HDP’ye “parti muamelesi” yapma şartı koşan Ahmet Davutoğlu’nun, sağ kolu olan Ayhan Sefer Üstün’ü kongreye göndermiş olmasıydı. Fakat Üstün’ün ismi okunduğunda yapılan alkış refleks miydi, mesaj mıydı, bilemiyorum.
HDP, bu kongreyle eş başkanlarından birini değiştirdi. Sezai Temelli gitti, Mithat Sancar geldi. Fakat öyle görünüyor ki HDP’deki değişim eş başkanla sınırlı kalmayacak. Zira Sancar’ın konuşmasına yansıyana bakılırsa, HDP yeni dönemde önemli bir dil, politika ve strateji değişiklikleri de yapmak istiyor.
Sancar’ın yaptığı konuşma, üzerinde çok iyi çalışılmış, tarihsel, sosyolojik, siyasal bütünlüğü çok iyi kurulmuş, kavramsal çerçevesi incelikle örülmüş bir barış süreci çağrısıydı aslında.
Sancar yaptığı konuşmada Osmaniyeli Mustafa D.’nin tespitini teyit ediyordu aslında: “Salonu görünce aklıma bir şiir geldi. Zora, tehdide rağmen binlerce insan buraya toplandı. Milyonlarcasını yüreği burada. Bu zulmü uygulayanlar da mutlaka şöyle düşünüyorlardır, ‘biz nasıl bitireceğiz bu partiyi’? Cevabı bu şiirde; ‘Cellat uyandı yatağında bir gece/ Tanrım dedi bu ne zor bilmece/Öldükçe çoğalıyor adamlar/ Ben tükenmekteyim öldürdükçe’.” (Sancar’ın konuşmasının tam metni)
“Yeni bir dil kurmalıyız” diye vurgularken Sancar, kendi konuşmasında bu yeni dili örmeye başlamış görünüyordu. Akademisyenken üzerinde çalıştığı çatışma sonrası çözümler, geçmişle hesaplaşma, yüzleşme, barışı kurma deneyimlerini siyasi söyleme ustalıkla yedirmişti.
Peki sadece söylem, sadece “yeni bir dil”, yokuşu çıkmaya yeter mi? HDP sadece tabanının iteklemesiyle yetinip gaza basmaktan imtina ederse, geriye gidişten kurtulur mu?
Kongre salonuna yansıyan hava, tabanının partiyi iteklemeye kararlı olduğu yönündeydi. HDP’nin ise kendisini sınırlayan, frenleyen iç ve dış etkenlerle boğuşmaya devam mı edeceğini, yoksa gaza mı basacağını hep beraber göreceğiz.