Ayakta durabilmek için, bir zamanlar “onurlu çıkışlar”
yaptıkları devletlerle, saraylarla “onuru boşvermiş dostluk” bile
yapıyorlar…
Ama kendi halkının bir kısmına nefret ve düşmanlıktan vaz
geçmiyorlar.
Farklılıklara saygı filan diyerek geldikleri iktidarın son
bölümünü, tüm farklılıklara, bir dizi mağdura, ötekileştirilmişe
saldırarak idrak ediyorlar, idrak yoksunluğuyla. Cumartesi
Anneleri’ne de, “Onur Yürüyüşü”ne de.
“Bu işleri iyi bilen” bir kaçak, isim isim uyuşturucu ve benzeri
kombinasyonları, iktidara uzanan yanlarını iddia iddia sıralıyor ve
bu kokuşmuşluğa, bu kanlı, paslı pisliklere karşı tek adım
atamazken, kapı kapı insan toplamaya devam ediyorlar.
Kendi kurucularını tasfiye etmiş parti, devletten
medyaya, çoğu “devşirme” korucularıyla iktidara yapışmaya
çabalıyor, itibara değil.
AKP’nin yolculuğunun son virajları, çürümenin ve mütemmim cüzü
olan nefret-hiddet seferberliğinin süfli örnekleriyle dolup taşıyor
artık.
Hikmet-hükümet-hükmet derken… “Tahakküm-et” sisteminden enerji
almaya çalışan bir ampul yanıp sönüyor işte!
YA O NEREDE, BU NEREDE?
Masal bu ya, şöyle oluyor mesela:
Cumhurbaşkanı, iktidarın 20’nci yılında Bakanlar Kurulu’na
başkanlık ediyor.
Gözünün önünden yıllar bilfiil, bir fiil, bir fil, bir film gibi
geçiyor.
İlk kabinesini hatırlıyor:
CHP’nin de desteği sayesinde, saçma siyasi yasağı kaldırılmış, ara
seçimde Siirt’ten seçilmiş, emaneti Gül’den alıp başbakan
olmuş.
14 Mart 2003.
Ama Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül nerede?
Suya düştü!
Fakat Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener
nerede?
İnek içti!
Erbakan’a birlikte isyan edip onu 28 Şubat’la
baş başa bırakarak, partiyi ve ilk hükümetleri birlikte kurduğu iki
“arkadaş”ın yerinde yeller esiyor.
Onların yerinde misal Numan Kurtulmuş
oturuyor.
Öyle tuhaf ki, Kurtulmuş’a bakınca, o günlerde
iktidarını “yolsuzluk”la suçlamış birini
görüyor.
Öyle tuhaf ki, Şener’in boş koltuğuna baktığında,
iktidarını “yolsuzlukla” suçlamış birinin
hayaletini görüyor.
Nostalji öyle tuhaf bir şey ki…
Beraber yürüyorsun bu yollarda…
Beraber ıslanıyorsun yağan yağmurda…
Beraber yuvarlanıyorsun karda, çamurda…
Ama partiyi birlikte kurduğun dostlar içinden
silinmiş…
Partine bin laf etmiş Kurtulmuşlar, Soylular içine
sindirilmiş!
Öyle tuhaf bir şey ki nostalji…
Kimi göremesen, “yolsuzluk” görüyorsun…
Kimi görsen, “yolsuzluk” görüyorsun!
Tam “devşirme” kültü ve kültürü.
Yoksul halktan oy isterken zenginlerin aşkına mazhar olma…
Bir lokma bir hırka derken zenginliğe aşık olma…
Bir isyan partisiyken yola çıktığın nicesini çöpe atıp tabandan
değil, tepeden inme, diz çökmüş devşirmelerden yeniçeri ordusu
kurma!
“Mahalleden arkadaşı, belediyeden arkadaşı, çocukluk
arkadaşı ve şoförlerinden başka hiç kimse milletvekili olamayacak
bir gün…
Yasama, Emniyet, yargı, TSK hep özelleşmiş
olacak.
Karunlaştılar, Firavunlaştılar.
Edebinizi takının, inin şu kibir kulelerinden aşağı. Musa
gibi gelip firavunlaştınız. İnin halkın arasına, fakir fukaranın
önünde diz çökün.”
Şimdi bunları söyleyecek ve sonra gidip hitap ettiğin, artık her
kimse, onun önünde diz çökeceksin.
“Türkiye’yi yolsuzluk çukuruna batırdılar. Rantın
babasını getirdi. Paçalarından yolsuzluk akıyor.
AKP mensupları onu, o da kendisini padişah görmek
istiyor.”
Şimdi bunları söyleyecek ve sonra gidip hitap ettiğin “Padişah”
önünde boyanacak, attan düşecek, çukurda oynayacak, paçalar önünde
eğileceksin.
O da kendisine bunları demiş “aynı adam”ı alıp
bağrına basacak.
İLK ERDOĞAN HÜKÜMETİYLE DOĞMUŞTU
Bundan 7 sene önce, partinin tözünün tükenmesine, özünün
erimesine, gözünün seğirmesine, dair yazının sonunda, artık
kimsenin ismini hatırlamadığı Nihat Kazanhan’ı da anmıştım. Yine
onunla bitireyim:
Cumhurbaşkanı, başbakan olarak ilk kabinesini kurduğunda, 14
Mart 2003’tü ya…
Nihat Kazanhan isimli bebek yeni doğmuştu.
Nihat’a “230667283374” numaralı
kimliği verdi Cumhuriyet!
Böyle uzun numaraları var devletin…
Çocukların ömrü ise numaradan kısa kalıyor!
Cumhurbaşkanı’nın başbakan olarak ilk kabinesinde doğmuş
Nihat, Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanı olarak ilk
kabinesine yetişemedi, 12 yaşında, oyun oynarken polis amcadan
mermi yedi!
Nihat’ı o gün o yaşında vuran polis de, bugün Pınar Gültekin’i
boğup varile koyup yakan ve üzerine beton döken gibi “haksız
tahrik” indiriminden yararlanmıştı.
Çünkü hava kurşun gibi ağır…
Kurşun da yiyebilsin diye çocuklar!
Her köşede, Nihatlar’ın, Yasinler’in, Berkinler’in,
Uğurlar’ın upuzun “TC nosu” oldu da, bir yudum “nostaljisi” olamadı
Nazım!
Çürümenin son günlerini biliyoruz, fakat o yıllar da böyle
geçmişti çocukların üzerinden!