Cübbeli Hoca, kendisine mahsus eşsiz ferasetle büyük resmi gösteriyor. Tüm dünya İsrail’le İran’ın, ABD’yle Marksist Leninistler’in, Sünni “Milli Görüşçü” Saadet Partisi’yle Şii İran rejiminin, İran rejimiyle ABD’nin uzlaşmaz karşıtlar olduğunu sanadursun, hakikatte hepsinin derdi Türkiye’deki iktidar… Cübbeli işte bunun karşısında militanca, partizanca savaşıyor!
Partizan sözü epeydir ortadan
kayboldu, dolaşımdan çıktı. Oysa kamu kurumları ve görevlileri için
partizanlık, neredeyse zorunluluk. Bundan geri duran, görevini
yapmamış sayılıyor. Aynı durum “sivil” görünümlü alanlarda; örneğin
medya başta olmak üzere her yerde geçerli. Bu gayrı resmi
zorunluluk partizanlığı olağanlaştırdığı, doğallaştırdığı için
artık durumu tarif eden söze gerek kalmıyor. Google’a girin bakın,
eski Yugoslavya’nın –şimdi Sırbistan’ın- ünlü spor kulübünden başka
bir şey bulamazsınız “partizan” için.
Oysa her yer partizan kaynıyor. Sadece bugünden üç örneğe
bakalım.
Bir yerel televizyon muhabiri, Sayın Togg’a secde
ediyor. Şanlıurfa’ya geldiğini duyurduğu otomobili selamlıyor:
Hoşgeldin Sayın Togg!.. Varlığıyla şehrini ve doğrudan
doğruya kendisini şereflendiren otomobilin önünde eğiliyor muhabir
kardeşimiz canlı yayında. Kaputu, diz çöküp tekeri öpüyor.
Adını sanını bilmediğimiz genç muhabir, muhabirlik yapmıyor.
Yarım dakikalık yayınıyla, selamlamasıyla, tapınırcasına sunumuyla,
“milli gururumuz, reisin ürettiği araba” anonsuyla tam bir
partizan performansı sergiliyor.
***
Cübbeli Ahmet Hoca’yı ise bilmeyen yok.
Din adamı, tarikat mensubu, ehli ve lideri olmanın çok ötesinde
tam anlamıyla bir kanaat önderi, siyaset uzmanı. Tabii ki aktif
siyasetin içinde, gerçek bir partizan. Son tweet’inde uluslararası
ilişkiler ve ittifaklardan, içerideki ittifaklarda partilerin
konumlarına, siyasetçilerin ve seçmenlerin bugünlerinden ahretteki
hallerine dek uzmanlığını istihbaratını, bilgisini
konuşturuyor.
Vaazlarını aratmayan uzun tweet’e övünç ve serzeniş taşıyan tek
cümlelik paragrafla başlıyor Cübbeli Hoca: Öngörülerimin doğru
çıkmasından usandım!
İlgili ve yetkililere, cemaate, izleyicilerine ve tabii
hepsinden önce olan bitene teessüf ediyor bu cümleyle. O gereğini
yapmış, durumu ifşa etmiş ama kimsenin kılı kıpırdamamış. Meğer
Saadet Partisi’nin Kılıçdaroğlu’nu aday yaptırma gayreti İran
kaynaklıymış, 37 gün önce söylemiş bunu! İran’la Tel Aviv de perde
arkasında birlikteymiş. Türk askerinin Suriye’den çekilmesiyle
Siyonistan kurulacakmış. Saadet – Kılıçdaroğlu işbirliği bu planın
parçasıymış.
Cübbeli tek cümlede –evet, sadece tek bir cümlede- saptayıp
çözümlediği büyük hakikat ve tehlike karşısında endişeyle dua
ediyor: Allah şerlerinden muhâfaza eylesin ve bu kafanın seçimi
kazanması hâlinde devletimizin ne kadar zarar zevâle uğrayacağını
bu milletin anlamasını nasîb eylesin.
Ardından, Amerikan uşağı Marksist – Leninist PKK PYD ile İran
Şia’sının örtük işbirliğine de işaret ediyor büyük analistimiz.
Bunlar da “Ehli Sünnet olan Müslüman Türk askerini tehdit olarak
görüyor.” Sonuç:
"Saadeti ve onun içinde bulunduğu hizibleri desteklemenin
dînimiz ve vatanımız için ne büyük tehlikeler arz edeceğini
düşünmeden rey verenlerin dünyâda ve âhirette ne büyük hüsrâna
düşecekleri îzâha muhtâc değildir. Yüce Rabbimiz bu bâtılları
tanıma husûsunda necib milletimize ferâset ihsân eylesin.
Âmîn!"
Cübbeli Hoca, kendisine mahsus eşsiz ferasetle büyük resmi
gösteriyor. Tüm dünya İsrail’le İran’ın, ABD’yle Marksist
Leninistler’in, Sünni “Milli Görüşçü” Saadet Partisi’yle Şii İran
rejiminin, İran rejimiyle ABD’nin uzlaşmaz karşıtlar olduğunu
sanadursun, hakikatte hepsinin derdi Türkiye’deki iktidar… Cübbeli
işte bunun karşısında militanca, partizanca savaşıyor!
SAVULUN KÂFİRLER, AKSAKAL ÖNDER GELİYOR
Bir diğer militan partizanımız Önder Aksakal.
O meslekten politikacı, Ecevit partisi olarak bilinen DSP’nin
genel başkanı sekiz yıldır. Bu süre boyunca ne partinin, ne de
kendisinin herhangi bir varlığı, etkinliği görülmedi. İlgili çevre
dışında tanıyan, adını sanını duyan, bilen yoktu. Ta ki düne
kadar…
Parti başkanı olarak şimdiye dek hiç göstermediği, şimdiye dek
kimsen görmediği, tanık olmadığı performansı, iltica ettiği yeni
liderinin, iltihak ettiği yeni müttefiklerinin yanında sergiledi.
Kendisine listelerinde yer vererek 1999’dan beri defalarca aday
olduğu, neredeyse çeyrek yüzyıldır peşinde koştuğu milletvekilliği
fırsatını tanıyanlar dışındaki herkesi küffar ilan etti.
Dinsiz, imansız… düşman!
Dün Malatya’dan ses verdi, “Bu seçim geçmiş dönemlerdeki
gibi bir sağ-sol seçimi değil, vatan millet seçimidir. İnşallah 14
Mayıs'ta vatanımızı küffara teslim etmeyeceğiz" dedi. Bugün
belki de Cübbeli Hoca’nın mesajlarını okumuş olarak Kocaeli’de
çıktı kürsüye. O da Cübbeli gibi küffar ordusu bileşenlerini ifşa
etti: “Millet İttifakı’nın başında Amerika, arkasında PKK,
yanında FETÖ var.”
Hayli yankı bulan dünkü sözlerini yineledi: “Bu seçim vatan
millet seçimidir. Ülkemizi bölmeye çalışıyorlar. Bu toprakların
üzerine küffarın ayaklarını bastırmayacağız. … Yüzde 99’u Müslüman
olan ülkede kafir dışarıda. … Türkiye tek. Burası piyangodan
çıkmadı. Biz burayı kimseye veremeyiz.”
ŞEYTANLA AŞIK ATMA CÜRETİ
Aksakal’ın kendisine kucak açanların bile dillendirmediği,
siyasal rakipleri “küffar” ilan etme militan partizanlığını dikkat
çekici kılan, onun siyasal yolculuğu. Kısa Dalga’da Metin
Çetingüleç, Aksakal’ı DSP’nin başına önceki genel başkan Masum
Türker’in getirdiğini belirtiyor. Yine Türker’den
naklen, Aksakal'ın “Dev-Sol davasından yargılanıp hüküm giydiğini,
cezaevinde yattığını ve 1998 yılına kadar siyasi yasaklı” olduğunu
kaydediyor.
Dev-Sol, kendisini Marksist – Leninist hareket olarak
nitelendirir. Aksakal’ın ilk siyasal düşünce ve ideolojisinden
Demokratik Sol’a geçişine ve oradan bugün geldiği yerde kullandığı
dinsel söyleme bakılırsa o bir “mühtedi”. Başka bir
dindeyken ya da dinsiz – inançsızken İslam’a dönenlere
mühtedi deniyor.
Aksakal’ın ihtidası, kendisi ve yeni cemaati dışındakileri
küffar ilan etmesi, hidayet halinden çok Max Weber’in işaret ettiği
duruma karşılık geliyor. Weber, Ocak 1919’daki Meslek Olarak
Siyaset başlıklı konuşmada, “Her kim politikaya karışmak,
özellikle de meslek olarak siyasete girmek isterse, … kendini bütün
şiddet eylemlerinin ardında yatan şeytani güçlerin ağına atıyor
demektir” saptamasını yapar. Çünkü “Siyaset dehası ya da şeytanı,
hem sevgi tanrısıyla hem kilisenin temsil ettiği Hıristiyanlık
tanrısıyla özde çelişkilidir.”
Bu son cümleyi “Siyasi deha ya da şeytan, İslam’la ve
Allah’la uyuşmaz” diye de okuyabiliriz. O halde şeytanla aşık
atmaya soyunanların derdi nedir?
PARTİZAN TEORİSİ’NİN KAYNAĞI
Onların yapıp ettiğini bir Nazi artığı Carl Schmitt gösteriyor
bize. Schmitt, “siyasal olan”ı “dost – düşman” ayrımı
üzerinden tanımlar. Adsız muhabirden Cübbeli’ye, Aksakal ve iltica
ettiği takımdan başlayarak, karşılarındakileri “düşman” ilan
edenlere bakarsanız, siyasetçilerimizin Schmitt’i hatmettiklerini
zannedersiniz!
Schmitt’in ifadesiyle “Düşman sadece, gerçek bir olasılık olarak
insanlardan oluşan bir bütün karşısında mücadele eden benzer bir
bütündür. İnsanlardan oluşan bir bütünlük, hele ki bir halka
dayandırılan bir bütünlük, kendinde kamusal nitelik taşıdığından
düşman da sadece kamusal düşmandır.” Kamusalı, “siyasal düşman
eşittir milli ve dini düşman” olarak okuyun. Söylenen ve yapılan
bu.
Bunca partizanlığı anlamak için de Nazi artığı Schmitt’i okumak
şart. Onun kaleme aldığı Partizan Teorisi’ni ayrıca
konuşuruz.