Partizan sözü epeydir ortadan kayboldu, dolaşımdan çıktı. Oysa kamu kurumları ve görevlileri için partizanlık, neredeyse zorunluluk. Bundan geri duran, görevini yapmamış sayılıyor. Aynı durum “sivil” görünümlü alanlarda; örneğin medya başta olmak üzere her yerde geçerli. Bu gayrı resmi zorunluluk partizanlığı olağanlaştırdığı, doğallaştırdığı için artık durumu tarif eden söze gerek kalmıyor. Google’a girin bakın, eski Yugoslavya’nın –şimdi Sırbistan’ın- ünlü spor kulübünden başka bir şey bulamazsınız “partizan” için.
Oysa her yer partizan kaynıyor. Sadece bugünden üç örneğe bakalım.
Bir yerel televizyon muhabiri, Sayın Togg’a secde ediyor. Şanlıurfa’ya geldiğini duyurduğu otomobili selamlıyor: Hoşgeldin Sayın Togg!.. Varlığıyla şehrini ve doğrudan doğruya kendisini şereflendiren otomobilin önünde eğiliyor muhabir kardeşimiz canlı yayında. Kaputu, diz çöküp tekeri öpüyor.
Adını sanını bilmediğimiz genç muhabir, muhabirlik yapmıyor. Yarım dakikalık yayınıyla, selamlamasıyla, tapınırcasına sunumuyla, “milli gururumuz, reisin ürettiği araba” anonsuyla tam bir partizan performansı sergiliyor.
***
Cübbeli Ahmet Hoca’yı ise bilmeyen yok.
Din adamı, tarikat mensubu, ehli ve lideri olmanın çok ötesinde tam anlamıyla bir kanaat önderi, siyaset uzmanı. Tabii ki aktif siyasetin içinde, gerçek bir partizan. Son tweet’inde uluslararası ilişkiler ve ittifaklardan, içerideki ittifaklarda partilerin konumlarına, siyasetçilerin ve seçmenlerin bugünlerinden ahretteki hallerine dek uzmanlığını istihbaratını, bilgisini konuşturuyor.
Vaazlarını aratmayan uzun tweet’e övünç ve serzeniş taşıyan tek cümlelik paragrafla başlıyor Cübbeli Hoca: Öngörülerimin doğru çıkmasından usandım!
İlgili ve yetkililere, cemaate, izleyicilerine ve tabii hepsinden önce olan bitene teessüf ediyor bu cümleyle. O gereğini yapmış, durumu ifşa etmiş ama kimsenin kılı kıpırdamamış. Meğer Saadet Partisi’nin Kılıçdaroğlu’nu aday yaptırma gayreti İran kaynaklıymış, 37 gün önce söylemiş bunu! İran’la Tel Aviv de perde arkasında birlikteymiş. Türk askerinin Suriye’den çekilmesiyle Siyonistan kurulacakmış. Saadet – Kılıçdaroğlu işbirliği bu planın parçasıymış.
Cübbeli tek cümlede –evet, sadece tek bir cümlede- saptayıp çözümlediği büyük hakikat ve tehlike karşısında endişeyle dua ediyor: Allah şerlerinden muhâfaza eylesin ve bu kafanın seçimi kazanması hâlinde devletimizin ne kadar zarar zevâle uğrayacağını bu milletin anlamasını nasîb eylesin.
Ardından, Amerikan uşağı Marksist – Leninist PKK PYD ile İran Şia’sının örtük işbirliğine de işaret ediyor büyük analistimiz. Bunlar da “Ehli Sünnet olan Müslüman Türk askerini tehdit olarak görüyor.” Sonuç:
"Saadeti ve onun içinde bulunduğu hizibleri desteklemenin dînimiz ve vatanımız için ne büyük tehlikeler arz edeceğini düşünmeden rey verenlerin dünyâda ve âhirette ne büyük hüsrâna düşecekleri îzâha muhtâc değildir. Yüce Rabbimiz bu bâtılları tanıma husûsunda necib milletimize ferâset ihsân eylesin. Âmîn!"
Cübbeli Hoca, kendisine mahsus eşsiz ferasetle büyük resmi gösteriyor. Tüm dünya İsrail’le İran’ın, ABD’yle Marksist Leninistler’in, Sünni “Milli Görüşçü” Saadet Partisi’yle Şii İran rejiminin, İran rejimiyle ABD’nin uzlaşmaz karşıtlar olduğunu sanadursun, hakikatte hepsinin derdi Türkiye’deki iktidar… Cübbeli işte bunun karşısında militanca, partizanca savaşıyor!
SAVULUN KÂFİRLER, AKSAKAL ÖNDER GELİYOR
Bir diğer militan partizanımız Önder Aksakal.
O meslekten politikacı, Ecevit partisi olarak bilinen DSP’nin genel başkanı sekiz yıldır. Bu süre boyunca ne partinin, ne de kendisinin herhangi bir varlığı, etkinliği görülmedi. İlgili çevre dışında tanıyan, adını sanını duyan, bilen yoktu. Ta ki düne kadar…
Parti başkanı olarak şimdiye dek hiç göstermediği, şimdiye dek kimsen görmediği, tanık olmadığı performansı, iltica ettiği yeni liderinin, iltihak ettiği yeni müttefiklerinin yanında sergiledi. Kendisine listelerinde yer vererek 1999’dan beri defalarca aday olduğu, neredeyse çeyrek yüzyıldır peşinde koştuğu milletvekilliği fırsatını tanıyanlar dışındaki herkesi küffar ilan etti. Dinsiz, imansız… düşman!
Dün Malatya’dan ses verdi, “Bu seçim geçmiş dönemlerdeki gibi bir sağ-sol seçimi değil, vatan millet seçimidir. İnşallah 14 Mayıs'ta vatanımızı küffara teslim etmeyeceğiz" dedi. Bugün belki de Cübbeli Hoca’nın mesajlarını okumuş olarak Kocaeli’de çıktı kürsüye. O da Cübbeli gibi küffar ordusu bileşenlerini ifşa etti: “Millet İttifakı’nın başında Amerika, arkasında PKK, yanında FETÖ var.”
Hayli yankı bulan dünkü sözlerini yineledi: “Bu seçim vatan millet seçimidir. Ülkemizi bölmeye çalışıyorlar. Bu toprakların üzerine küffarın ayaklarını bastırmayacağız. … Yüzde 99’u Müslüman olan ülkede kafir dışarıda. … Türkiye tek. Burası piyangodan çıkmadı. Biz burayı kimseye veremeyiz.”
ŞEYTANLA AŞIK ATMA CÜRETİ
Aksakal’ın kendisine kucak açanların bile dillendirmediği, siyasal rakipleri “küffar” ilan etme militan partizanlığını dikkat çekici kılan, onun siyasal yolculuğu. Kısa Dalga’da Metin Çetingüleç, Aksakal’ı DSP’nin başına önceki genel başkan Masum Türker’in getirdiğini belirtiyor. Yine Türker’den naklen, Aksakal'ın “Dev-Sol davasından yargılanıp hüküm giydiğini, cezaevinde yattığını ve 1998 yılına kadar siyasi yasaklı” olduğunu kaydediyor.
Dev-Sol, kendisini Marksist – Leninist hareket olarak nitelendirir. Aksakal’ın ilk siyasal düşünce ve ideolojisinden Demokratik Sol’a geçişine ve oradan bugün geldiği yerde kullandığı dinsel söyleme bakılırsa o bir “mühtedi”. Başka bir dindeyken ya da dinsiz – inançsızken İslam’a dönenlere mühtedi deniyor.
Aksakal’ın ihtidası, kendisi ve yeni cemaati dışındakileri küffar ilan etmesi, hidayet halinden çok Max Weber’in işaret ettiği duruma karşılık geliyor. Weber, Ocak 1919’daki Meslek Olarak Siyaset başlıklı konuşmada, “Her kim politikaya karışmak, özellikle de meslek olarak siyasete girmek isterse, … kendini bütün şiddet eylemlerinin ardında yatan şeytani güçlerin ağına atıyor demektir” saptamasını yapar. Çünkü “Siyaset dehası ya da şeytanı, hem sevgi tanrısıyla hem kilisenin temsil ettiği Hıristiyanlık tanrısıyla özde çelişkilidir.”
Bu son cümleyi “Siyasi deha ya da şeytan, İslam’la ve Allah’la uyuşmaz” diye de okuyabiliriz. O halde şeytanla aşık atmaya soyunanların derdi nedir?
PARTİZAN TEORİSİ’NİN KAYNAĞI
Onların yapıp ettiğini bir Nazi artığı Carl Schmitt gösteriyor bize. Schmitt, “siyasal olan”ı “dost – düşman” ayrımı üzerinden tanımlar. Adsız muhabirden Cübbeli’ye, Aksakal ve iltica ettiği takımdan başlayarak, karşılarındakileri “düşman” ilan edenlere bakarsanız, siyasetçilerimizin Schmitt’i hatmettiklerini zannedersiniz!
Schmitt’in ifadesiyle “Düşman sadece, gerçek bir olasılık olarak insanlardan oluşan bir bütün karşısında mücadele eden benzer bir bütündür. İnsanlardan oluşan bir bütünlük, hele ki bir halka dayandırılan bir bütünlük, kendinde kamusal nitelik taşıdığından düşman da sadece kamusal düşmandır.” Kamusalı, “siyasal düşman eşittir milli ve dini düşman” olarak okuyun. Söylenen ve yapılan bu.
Bunca partizanlığı anlamak için de Nazi artığı Schmitt’i okumak şart. Onun kaleme aldığı Partizan Teorisi’ni ayrıca konuşuruz.