Dünya edebiyatında yazınsal dehasından en çok söz ettiren
yazarlarından biri olan Franz Kafka’nın yine en çok referans
verilen eserlerinden biri olan Dava romanında, Josef K.,
suçunun ne olduğunu dahi bilmeden, anlam veremediği bir yargı
sürecinin içinde sıkışıp kalır. Bürokrasi çarklarının arasında
ezildikçe ezilir, adalet talebi ise giderek bir hayale dönüşür.
Bugün ise, Avrupa sahnelerinde yeteneklerini sergilemek,
ustalarından eğitim almak, yarışmalarda boy göstermek isteyen Türk
çocukları ve gençleri benzer bir Kafkaesk süreçle karşı karşıya:
Vize başvuruları.
Bir konser salonu, bir sanat galerisi, bir yarışma sahnesi…
Avrupa, genç yetenekleri çağırıyor gibi görünse de gerçekte kapılar
aralık ama içeri girmek neredeyse olanaksız.
Gençler, vizeler yüzünden yıllarını kaybediyor.
Uluslararası yarışmalara katılmaları için her türlü belgeyi
sunsalar da turistik vize başvuruları reddediliyor. Geçtiğimiz
günlerde Fransa'nın Nice şehrinde düzenlenen saygın etkinliklerden
biri olan Flutissimo 2025 Flüt Yarışması’na katılmak isteyen birçok
Türk müzisyen ya vize randevu tarihi bulamadığından ya da vize
başvuruları reddedildiğinden bu yarışmaya katılamadılar. Jürinin
iyi niyeti sayesinde online olarak eserlerini gönderebildiler,
hatta içlerinden bu zorlu sürece rağmen birincilik alanlar oldu. Bu
müzisyen çocukların yaşadığı hayal kırıklığını ve çaresizliği
kalbimin ta orta yerinde hissettim o haberleri okuduğumda…
Türkiye’den Avrupa’ya yarışmalara, festivallere, konserlere,
ustalık sınıfı eğitimlerine gitmek isteyen çocuk ve genç sanatçı
adayları, son dönemde aylarca randevu bekleyip, eksiksiz dosyalarla
başvurduklarında ve ilgili kurumdan davet mektubu getirdiklerinde
dahi “ilave belge gerekiyor” bahanesiyle geri çevriliyorlar; uçak
biletleri ve otel rezervasyonları yanıyor. Dahası yarışmalara
katılamıyorlar; aylarca yaptıkları hazırlık bir hiç uğruna yok
oluyor.
Üstelik bu sürecin genç sanatçılara maliyeti yalnızca zaman
değil; aynı zamanda motivasyon kaybı, hayal kırıklığı ve sistemden
umudu kesme noktasına gelmek.
Başı ve sonu önceden net kurallarla belirlenmiş hukuki
prosedürlerin arasına sıkıştırılan çocuk ve genç sanatçılar, adeta
bu vize başvuru sürecinin kurbanı olmuş; kendilerini savunmak için
söyledikleri ve yaptıkları her şeyin sonuçsuz kalacağını neredeyse
kabullenmişler.
Avrupa’nın konservatuvarlarında ustalık sınıflarına katılmak,
uluslararası yarışmalarda kendilerini kanıtlamak, akranlarının
müzikal düzeyini görüp kendilerine yeni hedefler belirlemek isteyen
çocuklar, Schengen vizesi başvurularında randevu almak için aylarca
bekliyorlar; bazen de katılacakları yarışmalara dair tüm belgeleri
sunmalarına rağmen turistik vize başvuruları keyfi bir şekilde
reddediliyor.
Ya da belge üstüne belge, ispat üstüne ispat vererek, yalnızca
birkaç günlüğüne bile olsa bir Avrupa ülkesine kabul edilmeyi
bekliyorlar.
Erken yaşta umutsuzluğun ve bekleyişin tüm renklerini, tüm
tonlarını görüp yaşayarak…
Ve bu bekleyiş… Zamanlarını, hayallerini ve sisteme olan
inançlarını çürüten, zayıflatan, şevklerini kıran bir bekleyiş…
Genç bir müzisyenin zamanı, nota süreleri gibi hassas bir düzene
sahiptir. Belli bir yaşa kadar gelişimlerini uluslararası sahnede
sınayamayan, farklı ekollerden beslenemeyen yetenekler, ritmini
kaybetmiş bir melodi gibi eksik kalır; yaptığı sanat
evrenselleşemez.
Doğru zamanda doğru yerde olamayan, doğru kişilere kendini
tanıtamayan, lisans eğitimi için öncesinde Avrupa’da doğru
öğretmenlerle zamanında çalışamayan bir genç sanatçı için bazı
kapılar sonsuza dek kapanır.
Dünya çapında bilinen piyanistlerin çoğu, 12-18 yaşları arasında
büyük ustalarla çalışmış, uluslararası yarışmalara katılmış, farklı
ülkelerde konserler vermiş durumda. Bir Türk genç müzisyeni ise
konservatuvardan kabul almasına rağmen, vize engeli nedeniyle bir
yıl kaybedip ders kaçırıyorsa, onun sosyal ve kültürel sermayesini
nasıl koruyacağız?
Son yıllarda lisans eğitimi için üniversitelerden kabul almasına
ve burs imkanlarını ayarlamasına rağmen neredeyse bir sene
Türkiye’de bekleyip öğrenci vizesi için randevu tarihi almak için
çırpınan onlarca genç müzisyen tanıdım ve yaşadıkları karşısında
onlar gibi hüzünlenip kaygılandım.
Bu, birçok açıdan da Avrupa ülkeleriyle kültürel diplomasinin
önüne aşılması güç bir bariyer koyuyor.
Derin ve acımasız bir eşitsizlik hali olan “hareket özgürlüğü
kısıtlaması”, giderek Türkiye’deki genç sanatçılar için kültürel
sermayeye ulaşımda en büyük engellerden birine dönüşüyor.
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, üç tür kültürel sermayeden söz
eder: ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye... Bourdieu’ye göre,
sosyal ve kültürel sermaye, “ekonomik sermayenin kılık değiştirmiş
biçimleridir”.
Örneğin, prestijli bir üniversitede okumak sayesinde sanattan
iyi anlar hale gelmek, okulun ücretini ödeyebilmek için gereken
ekonomik sermayeyle doğrudan bağlantılı görünmeyen kültürel
avantajlar sağlar. Yani, sosyal ve kültürel sermaye, ekonomik
sermayenin aslında ne kadar güçlü olduğunu gizler.
Peki ama eğer bir genç müzisyen, kendi ülkesinde oldukça iyi bir
konservatuvar eğitimi almış olmasına rağmen, yalnızca vize engeli
yüzünden uluslararası bir sahneye çıkamıyorsa veya kabul aldığı
Avrupa konservatuvarına en az bir yıl gecikmeli gidip iki dönem
derslerini kaçırıyorsa, belki de burs imkânı da sırf bu yüzden
elinden kaçıp gidiyorsa, o zaman o çocuğun sosyal ve kültürel
sermayesini nasıl koruyacağız?
Yetenekli çocukların ve gençlerin varlıklarının becerileri,
kapasiteleri, tutkuları, çalışkanlıkları ve Avrupa’daki
öğretmenlerinin desteği üzerinden değil de, kimlik belgelerindeki
harfler ve numaralar üzerinden değer görmesi, bu çağın olması
gereken hümanist değerleriyle örtüşmüyor.
Bu noktada aklımıza şu soru geliyor: Bir ülkenin gençlerinin
dünyaya açılmasını zorlaştırmak, onlara bu mücadelelerinde destek
olmamak aslında hepimize neleri kaybettirir?
Çok şeyi…
Bir ülke ve bir toplum, sanatçısına -her ne yaşta olursa olsun-
yeterince değer vermediğinde sosyal ve kültürel sermayesini
kaybeder. (Bir türlü güncellenmeyen ve neredeyse 25 yıldır hiçbir
şekilde işlerlik kazandırılmayan Harika Çocuklar Yasası’nı da bu
çerçeveden okuyabilirsiniz. Klasik müzik dünyasında ailelerinin ve
kendilerinin özverileriyle çocuk yaştan itibaren değer üretmek için
çabalayan yüzlerce çocuk ve genç, yıllardır bu yasanın çıkmasını,
kendilerine gereken değerin verilmesini bekliyor.)
Bir ülke, genç yeteneklerinin yurtdışına gitme hayallerini bir
lüks olarak gördüğünde kaybeder.
Bir ülke, sanatın ve müziğin yumuşak gücünü ve kültürel
diplomasideki yerini görmezden geldiğinde kaybeder.
Bugün belki de bir çocuğun, bir gencin, bir genç müzisyenin vize
başvurusu reddedildiği için hayal kırıklığına uğrayıp enstrümanını
bir köşeye bıraktığı durumlara bile tanıklık ediyoruz.
Bu sorunun bir çözümü var mı? Elbette. Üstelik Avrupa’daki
birçok ülke için bu süreç çok daha kolay hale getirilebilir.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa’daki
büyükelçilikler arasında kültürel vize süreçlerini kolaylaştırmak
için müzakereler yapılmalı. Almanya, Fransa, İtalya gibi sanat
alanında öne çıkan ülkelerle çocuk ve genç müzisyenler için özel
vize kolaylaştırıcılığı anlaşmaları sağlanmalı. Tıpkı Sporcu
Vizesi’nde olduğu gibi konservatuvarda okuyan çocuk ve genç
müzisyenler için bir başvuru kategorisi oluşturulmalı.
Kültür Bakanlığı ve STK’lar, işbirliği halinde, “genç sanatçı
destek programları” başlatmalı; uluslararası yarışmalara ve ustalık
sınıflarına katılacak çocuklar ve gençler için burs ve finansal
destek mekanizmaları oluşturmalı; vize başvuru süreçlerinde
bürokratik engellerin aşılması için Bakanlık tarafından özel bir
başvuru hattı kurulmalı. Sanatçı adayı bir çocuk, aylardır
çalıştığı ve kabul aldığı bir yarışmaya sırf Schengen vize başvuru
tarihi alamadığı için katılamayacağından endişelendiğinde, derhal
bu hattaki yetkiliyle görüşüp sürecin kolaylaştırılmasında
desteğini isteyebilmeli.
Ayrıca bu yarışmalara, festivallere veya ustalık sınıflarına
katılacak olan çocukların bir kısmı 18 yaşından küçük olduğu için
birçok durumda yanlarında refakat etmesi için bir ebeveyninin de
gelmesi ve bu vize süreçlerinde o kişinin kendisi için de uğraşması
gerektiğinden bu vize kolaylaştırıcı hat, birçok durumda bir aile
ferdinin de vize alımında destek olmalı.
Türkiye’deki çocuk ve genç sanatçıların uluslararası
görünürlüğünü artırmak için kamu-özel sektör ve sivil toplum
işbirliğinde dijital platformlar ve özel tanıtım programları
oluşturulmalı. Türkiye’deki yetenekler, yalnızca fiziksel olarak
değil, dijital projelerle de Avrupa sahnesine taşınmalı.
Eğer bir sistem, yetenekli gençleri desteklemeyi seçerse, işte o
zaman bu topraklardan Avrupa ile yeni bir kültürel diplomasi imkânı
fışkırır. Türkiye’de klasik müziğin gücünü sadece birkaç tanınmış
isim üzerinden değil, tanınmayı ve kabul görmeyi bekleyen yüz
binlerce genç müzisyen aracılığıyla uluslararası sahnelerde
göstermek, sonuçta hepimizin elini güçlendirir.
Çünkü sanat, yalnızca bireysel bir başarı meselesi değil, aynı
zamanda bir ülkenin dünya sahnesindeki yumuşak gücü ve kültürel
sermayesi… Ve bugün, genç sanatçıların hareket serbestisinin
yeteneklerinden değil, vize süreçlerinden dolayı engellenmesi,
hepimiz için büyük bir kayıp.
Kafka’nın Dava romanında, kapının ardında bekleyen
adam, en sonunda kapının yalnızca onun için yapıldığını
öğrenir. Oysa, kişi, bilinmeyenden, öngörülemeyenden dolayı sürekli
korku içindedir. Bunu aşmanın yolunun da olanaksız olduğunu bilir.
Ama kapıya dair bu gerçeği fark ettiğinde artık iş işten
geçmiştir.
Türkiye’deki çocuk ve genç sanatçılar için de kapılar birer
birer kapanmadan, onların pasaportlarından değil, yeteneklerinden
dolayı var olduklarını hatırlamak ve hatırlatmak zorundayız. Bunu
da ancak gençleri önemseyen ve sanatın gücünün farkına varan bir
iradeyle yapabiliriz.