Patates püresi zamanı
‘Mashed Potato Time’ şarkısını açıyorum. Buradaki patates püresi bir dans hareketi. Brown sahnede patatesleri kaynar suya atar ve çıkarıp ezermiş gibi yaparken herkes kendinden geçip ona eşlik eder.
Yeni yılın haftalarında geride bırakmak istediğim çok şey var. Mesela, kaybetme korkusu ve anksiyete… Onları sırtımda bir yük gibi taşımak istemiyorum artık. Haşlanmış patatesleri ezer gibi ezmek, püre haline getirmek istiyorum onları.
Mutfaktayım, gerçekten de patates püresi yapmak için geldim buraya. Tenceredeki patatesler kaynar suda pişerken, en sevdiğim Dee Dee Sharp şarkısını açıyorum hemen. Ritüellerime sıkı sıkıya bağlı olduğumdan, uzun yıllardır ne zaman patates püresi yapmaya koyulsam bu şarkıyı dinliyorum.
Dee Dee Sharp 1962 yılının uçarı ve çılgın günlerinden bu sakin pazar sabahına seslenerek beni dansa davet ediyor. Çağrısına kulak vererek ‘Mashed Potato Time’ şarkısının sesini biraz daha açıyorum ve fokurdayan tencerenin başında beklerken kendi kendime dans etmeye başlıyorum.
Bu şarkının ismi ‘patates püresi zamanı’ anlamına geliyor. Buradaki patates püresi ise aslında bir dans hareketini temsil ediyor. James Brown’ın meşhur ettiği bir dans bu. Brown sahnede patatesleri soyar, kaynar suya atar ve çıkarıp ezermiş gibi yaparken herkes kendinden geçerek ona eşlik edermiş bir zamanlar.
Bu dansın dünya çapında bir çılgınlığa dönüşmesi ise 17 yaşındaki Dee Dee Sharp’ın müthiş şarkısıyla gerçekleşmiş. Özenle yapılmış saçlarında kırmızı bir gül, üzerinde cici kız elbisesi ve yüzünde muzip bir gülümsemeyle, Dee Dee o yılların ilk siyah gençlik idollerinden biriymiş.
Patates püresi dansı ise siyah gençler arasında büyük hit olduktan sonra tüm ülkeyi kasıp kavurmaya başlamış. Bir bakıma, Dee Dee de tıpkı James Brown gibi, tenlerinin rengi ne olursa olsun, gençleri birlikte dans etmeye çağırmış.
Ben bu dansı Youtube’dan öğrendim. Aslında çok kolay: Önce dizlerinizi büküp topuklarınızı dışa doğru çeviriyorsunuz. Sonra topuklarınızı içe doğru kıvırıyor ve bunu defalarca tekrarlıyorsunuz.
Ardından bacaklarınızı sırayla havaya kaldırıp indiriyorsunuz. Son olarak kollarınızı da iki yana açıyor ve kendinizi müziğe kaptırarak aynı hareketleri en baştan yapmaya başlıyorsunuz. Biraz çarliston ve twist gibi… Ve özellikle de fonda Dee Dee çalıyorsa, giderek hızlanmaya başlıyorsunuz.
1962 yılına damgasını vuran bu genç kız kimdi peki? Patatesler pişmeye devam ederken, bunu merak edip de Dee Dee’nin hayatını okumaya koyuluyorum. Dione LaRue adıyla Philadelphia’da doğduğunu, çok küçük yaşta piyano çalmayı öğrendiğini ve kiliselerde şarkı söyleyerek büyüdüğünü öğreniyorum.
Annesi kötü bir kazada yaralanınca, dönemin önemli şarkıcılarının arkasında vokalistlik yapmaya başlamış Dione. Sonrasında bir plak şirketi onu himayesine almış, ismini beğenmeyip Dee Dee olarak değiştirmiş, ardından onu güzellik ve zarafet okuluna göndererek ‘gerçek bir hanımefendi’ haline getirmiş.
Genç yaşta idol olmanın yıpratıcı etkilerini de üzerinde hissetmiş olmalı Dee Dee. Popülerliği giderek azalırken televizyonlarda ve birkaç filmde boy gösterebilmek için çok zorlamış olmalı kendini. Sonrasında daha sofistike albümler de yapmış, ancak bir daha asla ‘Mashed Potato Time’ kadar büyük bir ticari başarı elde eden bir şarkısı olmamış.
Okumayı bırakıp patatesleri tencereden alıyorum. Yılın bu ilk pazar sabahında, kış güneşi mutfak penceresinden içeri dolup da kâsede soğuyan patatesleri aydınlatırken, Dee Dee’nin meşhur şarkısını ilk dinlediğimde onun gerçekten de patates püresi hakkında olduğunu sandığımı hatırlıyorum.
Aynı anda da, hayatım boyunca peşimi bırakmayan kaybetme korkusunu ve anksiyeteyi düşünüyorum. Sevdiklerimi kaybedebileceğimi düşündükçe sırtımı kamburlaştıran, beni haşlanmış patates gibi ezen o kocaman yükü… Ve bütün bu korkuların, bütün bu endişelerin, bana şimdiye dek hiçbir faydası olmadığının farkına varıyorum.
Sevdiklerim için patates püresi yapmak gibi sıradan bir olay, dünyanın en sihirli olayına dönüşüyor bunun üzerine. Sıradan anların kıymetini hep bileceğime dair kendime söz veriyor ve bu anlar için hayata teşekkür ediyorum.
Sonra patatesleri ezmeye başlıyorum. İçimdeki o hiçbir işe yaramayan, kötü duygulardan arınana dek eziyorum onları. Onları ezerken, duygularımı da püre haline getirdiğimi hissediyorum.
Patates pürem hazır olunca, Dee Dee Sharp hakkında biraz daha okuyorum. Onun Yırtık Rahibe’de oynadığını görünce ise çok seviniyorum. O filme bayılıyorum. Whoopi Goldberg’e bayılıyorum. Ve akşam hangi filmi izleyeceğime karar vermiş bir halde mutfağı terk ederken, son bir kez patates püremin tadına bakmayı ihmal etmiyorum.
Sanırım yeni başlangıçları her şeyden çok seviyorum.