Bilindiği üzere sinema salonları yaz sezonunda biraz tenha olur!
Kuşkusuz bazı film şirketleri özellikle çocuk sinemaseverlerin
aileleri ile izleyebileceği yapımları bu dönemde de sunarlar ancak
tabiri caizse yapım şirketlerinin asıl ‘ağır topları’ eylül-ekim
aylarında perde alırlar. Pandemi nedeniyle daha da yavaşlayan
‘gevşek’ bir yaz sezonunda karşımıza gelen ‘Patron Bebek
2’, dört sene önce belli bir ticari başarı getirmiş bir
animasyon filminin (salgın nedeniyle) ‘rafta beklemiş’ bir
devamı…
‘Patron Bebek 2’ (aşırı!) renkli dünyasıyla, hızlı
sayılabilecek temposuyla ve hayalgücünden beslenen sekanslarıyla
çocuk seyircileri tatmin edebilecek bir potansiyele sahip gibi
görünüyordu ama bu ‘devam’ filmi ciddi anlamda ‘yerinde sayıyor’,
daha doğrusu bir ‘devamdan’ ziyade bir ‘tekrar’ hissiyatı
yaratıyor.
Templeton kardeşler Tim ve Ted artık yetişkin bir yaşa gelmiş ve
birbirlerinden ciddi anlamda kopmuşlardır. Tim, kariyerini bir
kenara koymuş bir aile babası olarak kızlarıyla ilgilenmektedir,
Ted ise sağlam bir şekilde kariyerine devam etmektedir. Ama
karanlık emelleri olan yeni bir ‘Patron bebek’ kardeşlerin
birbirine kenetlenmelerini sağlayacaktır.
EVRENSEL MESAJ ÇABASI…
‘Patron Bebek 2’ hem senaryosunun gidişatı hem de mizah
düzeyi açısından, ilk film düzeyinin bir ‘tık’ olsun üstüne
çıkmıyor, çıkamıyor. Adeta bilindik bir şablonu tekrar ediyor:
Kopmuş iki karakter ortak bir düşmana karşı birleşiyorlar, bu
süreçte güven kazanma, kardeşlik desteği, vicdani sorumluk gibi
etaplardan geçiyorlar ve tabii ki sonunda (pozitif anlamda)
‘değişmiş’ bir şekilde düşmanı yenip mutlu sona kavuşuyorlar.
‘Patron…’ ilk ‘falsosunu’ karakterlerinin üstünkörü
çizilmesinden veriyor. Baş kahramanlardan ne Tim ne de kardeşi Ted,
ilk filmde çizdiği portrelerden, yaş farkı dışında hiçbir şekilde
ayrışmıyorlar. Çocuk, hatta bebek yaşta eğlenceli olabilecek bir
mizaç ve karakter farkı filmdeki yetişkin yaşlarda biraz ‘kaba’,
daha doğrusu ‘çiğ’ duruyor. Ne Tim’in sevecen ve şefkatli baba
tavrı ne de kardeşinin daha mesafeli ama uçarı davranışları bu
durumu ‘inceltiyor’! Normalde beş dakikayla yeterli olabilecekken
15-20 dakika süren bu ‘karakter tanıtma’ süreci sadece ailenin
babası Tim’in büyümemiş bir çocuk olduğunu belirtmek ve inanılmaz
bir hayal dünyasına sahip olduğunu göstermek için kullanılmış… Bu
sekanslar eğlenceli bulunabilir ama karaktere yeni bir şey
kattıklarını söylemek zor.
Belki filmde alışılmışın tersine bu sefer ailede anne ve babanın
nerdeyse görev dağılımlarını değiştirmiş olmaları ilginç durabilir.
Dolayısıyla senaryo ucundan kıyısından da olsa günümüzde çocuk
yetiştirme, onlara önemli ahlaki değerleri aktarma ve onları anlama
zorluğu üzerine bir alan açmayı başarıyor.
Ardından Tim’in küçük kızının konuşmaya (!) başlayıp ‘kötü’ bir
okul müdürüne ve onun ‘enstitüsüne’ karşı mücadeleyi başlatmasıyla
asıl macera başlıyor. Bu ‘mücadeleye hazırlık’ süreci, Tim ve
Ted’in çocuk yaşlarına dönmesi, art arda komik durumlara düşmesi,
beklenmedik tehlikeler yaşamasıyla biraz yoran, renkli olmaya
çalışırken bir ‘karışıklık’ duygusu yaratan sahnelerle devam
ediyor. Seyircinin bu ‘yorulması’, nefes alamadan durmadan bir
aksiyon sekansından bir diğerine dalması, istenilenin aksine bir
‘ağırlık’ bir ‘sıkışmışlık’ duygusu yaratıyor.
ŞU CEP TELEFONLARI YOK MU!
Büyümüş olsa da ‘yerinde’ sayan karakterlerinin kısırlığını
çeken, geçirdikleri psikolojik değişimlere şöyle bir göz gezdiren,
komik olaylarının düzeyini asla bir ‘yetişkin mizah’ seviyesine
çekemeyen film belki de en ilginç noktasını artık hepimizin
‘bağımlısı’ olduğu, üstelik çok genç yaşlara da bulaşmış olan cep
telefonunu ve kullanımını hedefine koyarak gösteriyor. Kötü
‘patron’un ebeveynleri ‘hipnotize’ etmek için kullandığı bu
teknolojik aygıt, çok derin bir analize girişmese de senaryoya hoş
bir ‘kıvrım’ katıyor.
Bu tür filmlerin, tabii ki asıl hedef kitlesi olan çocuk
seyirciler için dublajlı bir şekilde sunulmasını hoş görüyoruz
ancak bu filmde, genelde durumun filme verdiği hasar adeta zirve
yapmış durumda… Bu durum, bizi sadece Alec Baldwin, James Marsden
veya Jeff Goldblum gibi rollerini ‘seslendirmekle’ yetinmeyip adeta
‘oynayan’ isimlerden değil aynı zamanda günümüzün en önemli film
müzisyenlerinden Hans Zimmer’ın bestelerinden de mahrum
bırakıyor.
Her şeye rağmen ‘Patron Bebek 2’, yaz sonunda çocuk
seyircileri (ve ailelerini) hoşça vakit geçirmek için sinema
salonlarına çağırabilecek bir eğlencelik… Ancak bizce oldukça vasat
ve biraz tatsız tuzsuz bir eğlencelik….