Pawel Adamowicz'in ardından
Pawel Adamowicz suikastı sonrası Polonya’nın düşüneceği çok şey var elbet, nefret söylemiyle savaş bunlardan başlıcası. Adamowicz nefret söylemine karşı mücadele eden önemli bir simge idi. Sadece Polonya’da değil tüm Avrupa’da saygı gören bir liderdi. Bu hafta Newsweek’in Polonya baskısında köşe yazarı Renata Grochal onun için “Smierrc wojownika” (Bir savaşçının ölümü) başlığını uygun bulmuş.
Harun Güney Akgül*
Aslında 12-13 Ocak'ı içerisine alan hafta sonu Polonya’da gayet güzel başlamıştı. Soğuk havaya aldırmayan Polonyalılar, hasta çocuklara yardım amacıyla ülke genelindeki şehirlerde aynı anda düzenlenen etkinlere katılmak için aileleri ile birlikte kendilerini sokağa atmışlardı. Neredeyse herkesin üzerinde kırmızı kalp şeklinde yardım kampanyasını temsil eden çıkartmalar vardı. Dışarıya kurulan sahnede çocuklar performanslarını sergilerken kapalı alana kurulan sahnede çeşitli dallardan sanatçılar konserler ile kampanyayı yeterince renklendiriyorlardı. Ben ise yardım kampanyası organizasyonun kusursuz düzenini, insanların gülümseyerek yardım kampanyasına destek oluşlarını kendi ülkem ile kıyaslıyor ve haliyle hayıflanıyordum. Çünkü böylesine geniş bir yardım organizasyonu düzenlemek ülkemde görmüş olduğum bir durum değil. Gdansk Belediye Başkanı Pawel Adamowicz’in 13 Ocak akşamı bu yardım organizasyonu için yaptığı konuşma sırasında bıçaklı saldırı sonucu öldürülmesine kadar düşüncelerim böyleydi. Ama sonrasında yaşananlar ve ortaya çıkan gerçekler Polonyalılar nezdinde Avrupalıların da bizim ile aynı sorunu yaşadıklarını acı bir kayıp ile birlikte gözler önüne serdi.
Adamowicz Gdansk şehrinde 20 yıldan fazla bir süredir belediye başkanlığı yapmaktaydı. Popülist sağcı iktidar partisi Hukuk ve Adalet Partisi'nin karşısındaki liberal oluşumun önemli liderlerinden birisiydi. Polonya’nın Macaristan ve Çek Cumhuriyeti ile birlikte izledikleri mülteci karşıtı politikanın karşısında yer alan Adamowicz ve diğer mülteci karşıtı olmayan politikacılar hakkında iktidar yanlıları tarafından sahte cenaze ilanlarının oluşturulması bu kesime karşı iktidar ve onun destekçisi sağ kesim basının sistematik nefret politikasının bir parçası olarak ortaya çıkmıştır. Bugün 27 yaşındaki katilin eski bir sabıkalı oluşu ve ruhsal problemlerinin olmasının yanı sıra cinayeti kişisel intikam duygusuyla işlediğini açıklaması; buna sebep olarak da hapishaneye girmesinde liberal partinin etken olduğunu iddia etmesi inandırıcı bulunmazken yürütülen bir nefret politikasının sonucu olarak bu suikastın işlendiği toplumun genelinde kabul görmüştür. Cenaze töreninde yapılan konuşmalarda ve çeşitli bölgelerde yapılan anma etkinliklerinde “Stop Nieawiso” (nefreti durdurun) sloganın yaygın olarak kullanılması da bu tepkinin göstergesidir.
Gdansk, bilindiği üzere Lech Walesa liderliğinde gemi işçilerinin Sovyetlere karşı başlattığı grev ve bağımsızlık mücadelesinin sembol şehri. Walesa ve işçi arkadaşlarının yürüttüğü mücadeleyi öğrenci kuruluşları içerisinde mücadelesiyle destek veren Adamowicz’in yeniden bir araya gelmesini kimse böyle hayal etmemiş olsa gerek. Walesa’nın cenaze boyunca döktüğü gözyaşı sadece Adamowicz’in kaybıyla sınırlandırılamaz. Bıraktığı siyasi mirasın ardından bugünkü refah seviyesi ile diğer Avrupa Birliği ülkelerini aratmayan bir ülkenin nefret söylemi ile boğuşuyor olması elbette ki onu derinden üzüyordur. Diğer yandan Adamowicz’in kişiliğinin ve politikalarının demokrasi ve özgürlükler temelli olması Leh toplumunun acısını daha da arttırmaktadır. Kilisenin ve iktidar partisinin tüm baskılarına rağmen LGBT yürüyüşlerinde en önde yürüyen, kadın haklarının savunucu, hükümetin tüm baskılarına karşı mülteci karşıtı bildiriyi imzalamayan, şehirde yaşayan az sayıda Müslüman kesimin dahi haklarını gözeten, kısacası toplumun bütün kesimleri ile diyaloğu olan bir politikacısının sistematik bir nefret söylemine kurban gitmesi durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. 2015 yılında başlayan mülteci krizi ile birlikte hemen her Avrupa ülkesinde baş gösteren bu sistematik nefret söylemi özellikle sağcı popülist partilerin temel politikası haline gelmiş durumda. Yalan haberler ile bezeli yürütülen bu nefret politikasına karşı Avrupa Birliği'nin sorun üzerinde ciddi çalışmaları ve araştırmaları devam etmektedir. Polonya’da iktidarda bulunan Hukuk ve Adalet Partisi'nin, özellikle 2010’daki uçak kazasında Lech Aleksander Kaczyński’nin kaybıyla birlikte çeşitli komplo teorilerinin dillendirilmesi halk nazarında desteğini arttırmıştır. Türkiye’de AKP iktidarının izlediği politikalarının benzerinin Polonya'da bire bir benzerinin izlenmesi tesadüften ziyade sağcı popülist politikaların kronikleşmiş yapısıyla açıklanabilir. Hukukun üstünlüğüne karşı girişilen savaş, antisemitizmi destekleyen açıklamalar, seçmeni kendine yakın tutmak için sürekli ülkesine karşı düşman yaratma çabası, mülteci krizinde ırkçılığı öne çıkaran açıklamalar, ülkenin ana muhalefetini tehdit unsuru olarak göstermek ve bu kesime karşı nefret politikası oluşturmak Türkiye ve Polonya’nın izlediği benzer politikalarının bir solukta sıralanmasıdır. Burada Polonya ve Türkiye arasında mültecilere karşı yaklaşımda temel bir farklılığın olduğunu iddia edenler ortaya çıkabilir. Ancak AKP hükümetinin Suriyeli mülteciler üzerinden bugüne kadar yürüttüğü politikalar göz önüne alınırsa durumun Türkiye’de daha vahim olduğu ortaya çıkacaktır. Diğer yandan AKP hükümetinin nefret politikasını sistematik olarak uygulaması bugün tartışılan yeni bir olgu değil. Geçtiğimiz günlerde on ikinci ölüm yıl dönümünde anılan Hrank Dink bu iktidar döneminde devlet organlarının desteğiyle suikasta uğradı. Türkiye’de azınlıklara ve muhalefete karşı yürütülen nefret politikası sayesinde hükümeti eleştirmek hainlik ve terörist olmakla eşdeğer haline gelmiştir.
Pawel Adamowicz suikastı sonrası Polonya’nın düşüneceği çok şey var elbet, nefret söylemiyle savaş bunlardan başlıcası. Adamowicz nefret söylemine karşı mücadele eden önemli bir simge idi. Sadece Polonya’da değil tüm Avrupa’da saygı gören bir liderdi. Bu hafta Newsweek’in Polonya baskısında köşe yazarı Renata Grochal onun için “Smierrc wojownika” (Bir savaşçının ölümü) başlığını uygun bulmuş. Elbette onun savaşı toplumun bütün kesimlerinin haklarını almasını kapsıyordu. Suikasta uğramadan önceki son sözleri ise bunu ifade ediyordu; “iyiyi paylaşmak için harika bir zaman, siz çok güzelsiniz ve Gdansk dünyanın en güzel şehri” şeklinde olmuştur. Nefret söylemleri sonucunda toplumun uzlaştırıcı barışçıl insanlarının cezalandırılması ve öldürülmesi aslında bir nevi toplumun intiharı anlamına gelmektedir. Bu intihardan kurtulmanın yolu nefreti değil, iyi olan şeyi paylaşmada yatıyor.
*Doktora öğrencisi, Wroclaw Üniversitesi Siyaset Bilimi