Peaky Blinders: Anti-kahramanlara saygıyla

Peaky Blinders'ta 1920'lerin Birmingham'ında elinden viski ve sigara düşmeyen, şiddetin en katmerlisine imza atan Tommy Shelby'nin maceralarını izlerken endüstri devriminin sancılarına da tanıklık ediyoruz. Bir yandan faşistlerle mücadele edip komünistlerle flört eden, diğer yandan Churcill'in derin devletiyle iş tutan anti-kahramanımız, psikopat çete lideri Tommy'nin kederli bakışları biz fanilerin içini parçalıyor.

Abone ol

Ayşegül Dikenli Williams

1920'ler... Güneşin yüzünü asla göstermediği kasvetli Birmingham şehri. Fabrika dumanları, keskin mazot kokusu, işçiler, çocuklar, yabancılar... Tommy Shelby, siyah atının üzerinde olunabilecek en cool edayla ve Nick Cave’in Red Right Hand tınısı eşliğinde çamurlu sokaklarda turunu atar, pubda viskisini içer, bir sigara daha yakar. Şarkıda da dediği gibi “O bir tanrı, o bir adam, o bir hayalet, o bir guru... “ Birazdan çetesiyle yola çıkıp hiç umursamadığımız karşı çete üyelerini kasketindeki jiletiyle kan revan içinde kör edecektir.

Biz izleyiciler ise koşulsuz ve irrasyonel bir şekilde Tommy’den yanayızdır. O, saçmasapan bir savaşın; Birinci Dünya Savaşı'nın gazisidir. Kederli gözlerini kısarak, hiç durmadan sigara tüttürüp, art arda viskileri yuvarlarken ruhumuz ezilir, ciğerimiz derinden çizilir. Ona sarılmak, tüm şefkatimizle bu lanet olası çirkin dünyadan kurtarmak isteriz.

Anti-kahraman olmak kolay değildir. Kabul gören değerleri küçümseme, acılı bir alaycılık ve acımasız bir gaddarken; aynı zamanda, derinlerde, gözümüze sokmadan, inceden inceye kahraman olmayı gerektirir.

Anti-kahraman ne devletten yanadır ne devlet düşmanı. Sistemle dalga geçer, sisteme inanmaz. Anti-kahraman, Yıldız Savaşları’ndaki Han Solo misali, sözde sadece kendinden yana ve bencil görünmeye çalışırken, aslında hep bir şekilde doğru taraftadır.

Asıl yazmak istediklerim Peaky Blinders’ın Tommy Shelby’sinin her bölümde kaç sigara tüttürdüğü ya da kaç kadeh viski içtiği gibi konular olsa da, bu yazıda dizinin geçtiği Birmingham, endüstri devrimi, sendikalar, komünist parti, faşist yükseliş gibi konulardan da bahsedilecek.

Bu ciddi konulara geçmeden önce oyuncu Cillian Murphy’ın dizi boyunca yaklaşık 3 bin sigarayı gerçekten içtiğini belirtmek isterim. İrlandalı oyuncu Murphy, merak edip yapımcılardan öğrenmiş bu rakamı. Neredeyse elinden hiç bırakmadığı viskisi renklendirilmiş su, kokain sahneleri için ise B vitamini ve kabartma tozu karşımı kullanılıyormuş.

SANCILI GEÇİŞLERİN KENTİ

Bazen içimizdeki anaç ses “İçme o kadar sigara, bari viskiyi azalt. Uyumak için afyon çekme bari” dese de biz onun çektiği acıların yarısını çeksek kim bilir neler yaparız sayın okuyucu. Peki neler çekmişti ve neler çekecekti Tommy Shelby?

Öncelikle 1920’lerde insan olmanın kendisi büyük bir sorundu. Endüstri devrimine geçenin de geçemeyenin de derdi çoktu bu tozlu dumanlı yıllarda. Birmingham işte bu sancılı geçişlerin başkentlerinden biriydi dünyada.

Dizinin geçtiği yıllarla British Komünist Partisi’nin kuruluşunun aynı dönemlere denk gelmesi tesadüf değil. Anti-kahraman kahramanımız Tommy Shelby, Yıldız Savaşları’ndaki Han Solo misali ‘ticaret yaparım taraf tutmam’ dese de sempatisi de yok değildir komünist harekete.

WINSTON CHURCHILL'İN DERİN DEVLETİ

Ama Tommy hayatın çetin yollarından geçerken bir partinin üyesi olmak gibi biz sıradan ölümlülere has hareketler yapmayacaktır. Bir taraftan şehre yeni atanan takıntılı polis şefinin işini görmesi, diğer yandan o zamanlar sadece bir bakan olan Winston Churchill için bazı ‘derin devlet’ işlerini halletmesi gerekecektir.

Peaky Blinders, herkesin kraliyet İngilizce’siyle konuştuğu cici kostüm dramalarından değil. İngiltere’de on sekiz yıldır yaşasam da dizideki ağır Birhmingham aksanını anlamakta çok zorlandığımı söyleyebilirim. Bu aksan, diziden önce pek tutulmaz hatta popüler kültürde biraz bizim Karadeniz aksanı muamelesi görürdü. Ta ki Tommy Shelby ve çingene çetesi ailesinin diziyle birlikte Birmingham aksanını dünyanın en cool aksanı haline getirene dek. En azından biz sorgusuz sualsiz hayranları için cool olan o aksan diyelim şimdilik.

KADINLARIN GREV ZAFERİ VE FAŞİST PARTİ

Dizide geçen olayların tarihsel gerçeklere birebir uygun olduğu iddiası yok. Örneğin 1931’de gerçekten de on bin kadını greve götüren efsanevi sendika lideri Jessie Eden var. Ama Tommy Shelby ile gerçek hayatta romantizm yaşamadığı kesin. Zaten Tommy Shelby diye birinin olup olmadığı da muğlak.

Romantik yanına fazla ağırlık verilse de sendikacı Jessie Eden ve kadınlar gerçekten de grevden zaferle çıkmışlar ve işçi kadınların çalışma hızını açgözlü bir iştahla artırmaya kalkışan işverenler geri çekilmek zorunda kalmışlardı 1920’lerin Birmingham’ında. Eden’a saygı ve sendika hareketine ince göndermeler yapması ise biz Peaky Blinders hayranlarını mest etmişti. Anti-kahramanımız Tommy her ne kadar psikopat bir çete lideri olsa da, olaylar bir şekilde onun haklı diğerlerinin haksız olduğu hissini vermişti.

Dizide 1930’ların British Faşist Birliği’nin kurucusu, eski İşçi Partili Oswald Mosley’in işlenişini es geçemeyiz. Mosley tartışmasız karizmatik, manipülasyoncu ve usta bir demagogdu. Anti kahraman kahramanımız Tommy Shelby bu faşist hareketin önüne geçmek için Mosley’le yakınlaşıp onu içeriden yıkma yolunu seçecekti. Belki Tommy Shelby gerçekten de kendi ‘ticaretine bakmayı’ istiyordu ama ‘derin devlet’ faşist çıkışı güçlenmeden çökertmek için Tommy Shelby’e bu rolü biçmişti.

Peaky Blinders hayranları heyecanla altıncı sezonun yayınlanmasını bekliyor. Bakalım Faşist Birlik'in liderinin başına neler gelecek? Londra sokaklarındaki anti-faşist hareket başarılı olacak mı? Bunların bir kısmını Wikipedia’dan öğrenebiliriz. Ancak bizim asıl ilgilendiğimiz Çingene prensimiz Tommy Shelby’nin mutluluğu bulup bulamayacağıdır.

Lanet olası anti-kahramanımızın da dediği gibi “Viski öyle bir içecektir ki bize kimin gerçek kimin sahte olduğunu söyleyiverir.”

Viski içmeyenlere güvenilmemesi gerektiğini başka hangi diziden öğrenebilirdik ki ?