Pegasus ama bir kanadı roman
Sesini, sözünü ve yaşam pratiğini, her şeyden önce vicdani (duyunçsal) ölçütlere tabi tutması, şairi yalnızca kendi zamanı içinde değil, tarih karşısında da başka bir boyuta taşır. Nedir o başka boyut?
Kimi şairler sadece şiir yazar. Kimileri, şiirin yanı sıra edebiyatın diğer türlerinde de faaldir. Roman, öykü, deneme, oyun gibi türlerdeki kitapları da geniş okur kitlelerince ilgiyle karşılanır. Bazıları vardır ki şiirle başlamış, ancak zaman içinde ya da kısa sürede edebiyatın bir başka alanında karar kılmış ve oradan devam etmiştir. Bazıları vardır ne yazsalar; roman, öykü hatta deneme, yazdıklarını bir biçimde şiire dönüştürürler. Nihayet şiir olur yazdıkları… Akif Kurtuluş şairdir. “Yalan Şiirler”in (1983), “Tören Provası”nın (1987), “Kırgınlıklar Galası”nın (1997) ve tüm şiirlerini bir araya getirdiği “Herkes Gitmiş”in (2005) şairidir.
O daha ilk şiirinin yayımlandığı andan itibaren şiir okurlarının ilgisini çekmiş bir şairdir. Ancak son dönemde romanlarıyla da gündemdedir. Edebiyat okurlarının karşısına çıktığı “Mihman”dan sonra yayımlanan ikinci romanı “Ukde” (2014) oldu. Yine de onu, yalnızca şiir okurları değil, her kesimden okur şair olarak tanır ve bilir. Bunda şiirde vicdanın sesini duyurmaya yönelik poetik tutumunun etkili olduğu söylenebilir.
Modern Türkçede şiir, şairin sözünün (politikliği kadar çünkü estetik olan da etik olan da aynı zamanda politiktir) vicdani bir tutum içinde olmasını talep edegelmiştir. Akif Kurtuluş, şiire seksenli yıllarda ve sonrasında başlayan kuşaklar içinde çağına ve toplumsal sorunlarına karşı “yalıtık şair” kalmayı kabul etmemiş bir isimdir. Bunun şu nedenle vurgulanması gerektiği kanısındayım: Bilinir ki bazen iyi şair olmak vicdanen de doğru yerde durulduğu, tutum alındığı sonucunu getirmiyor. (Tersi de geçerli; sadece vicdanlı olmak da şair olmaya yeterli değil. Bir paradoks da değil bu.)
Sesini, sözünü ve yaşam pratiğini, her şeyden önce vicdani (duyunçsal) ölçütlere tabi tutması, şairi yalnızca kendi zamanı içinde değil, tarih karşısında da başka bir boyuta taşır. Nedir o başka boyut? Hayatın insani diyebileceğimiz değerler bütünü içerisinde yer alan kazanımlarında vicdanını unutmamış, çağına karşı sorumluluktan kaçınmamış şairlerin payı vardır, demek yetmez büyüklüğünü de vurgulamak gerekir. Denebilir ki şairler bütün zamanlarda, söz konusu insani değerlerin oluşmasında rol oynayan paydaşlardan biri olmuşlardır. O boyut, işte bu durumudur.
Akif Kurtuluş da yazdıklarını dergilerde yayımlamaya başladığı dönemden itibaren şiirin vicdanla, sözün de ahlakla ilişkisini görünür, değerini bilinir seviyede tutacak bir tavır benimsemiştir. Modern Türkçe şiirin tarihsel mirasından özümseyebileceğimiz değerlerle (ya da oluşmuş şiir kanonunu oluşturan değerler bütününden diyelim) Akif Kurtuluş’un şiirinden yapacağımız etik ve estetik çıkarım, o nedenle ortaktır.
Şairlerin çoğunlukla gülümseyen fotoğrafları yoktur. Son dönemin modern şiirinde de çok yoğun olmamakla birlikte mizah, ironi ve benzeri unsurlar yer alır oysa. Ancak bu unsurlar güldürmek, gülümsetmek amacından çok, genel olarak konu edilen sorunun gerilimiyle ilişkilidir. Ya gerilimi azaltmak, ya gerilimin oluşturduğu bir gülünçlüğü vurgulamak üzere yer verilir mizahi unsurlara. Ancak Akif Kurtuluş ironiyi şiir dilinin tamamında bir jeste dönüştürür. Belki de o nedenle gülerken fotoğrafı olmayan şair tanımı galiba bir tek Akif Kurtuluş için geçerli değildir… Ama o gülüşe dikkat…
Şiirleri ve romanlarıyla her zaman okurun sevdiği ve gündeminde tuttuğu bir isim olarak şair Akif Kurtuluş’a modern Türkçe şiiri, şiir çevrelerinde gündemde olan tartışmaları, romancılığını, şiirle roman arasındaki ilişkiyi, bundan sonrası için hazırlığını yaptığı, masasının üzerinde yer alan çalışmalarını sorduk…
İlk kitabınız “Yalan Şiirler”in yayımlanışından bugüne geçen süreci değerlendirdiğinizde, Türkçe şiirle ilgili ne görüyor, ne düşünüyorsunuz?
Otuz beş yıllık bir süreçten söz ediyoruz. Türkçe şiirin, yazanları bakımından epey bir kalabalıklaştığını söyleyebilirim. Odakların çoğalmasıyla ilgili bir durum bu. Şiir ortamı hiçbir zaman tek merkezli olmadı, ama “benli çok merkezli” olabileceğini de tahmin edemezdim. Tek başına olumlu veya olumsuz bir süreç değil tabii ki. İyi yanı, şiirle haşır neşir olanların bir şekilde kendini görebilmesi, gösterebilmesi. Bu yanıyla, demokratik bulduğumu de ekleyeyim. İyi bulmadığım yanına gelince... Şiirle haşır neşir olmak demiştim ya! Bir genelleme olacak ve her genelleme gibi kendi içinde bir fazlalık taşıyabilir benim tespitim de. Şiirle yatıp kalkamayan bir kalabalık bu. Haşır neşir olmakta kalmış. Bir şekilde neşrediyor olmak yetiyor.
Arkasında on yıl bile bırakmamış bir şiir/şair, kemale erdiğini düşünüyor. Hiç hırpalamamış kendisini. Böyle bir şiir, okuru nasıl acıtacak?
Gerçi diyeceksiniz ki bu 'ortalama' Türkçe şiirde bir şekilde hep var olmuştur. Doğru. Aradaki fark şu ama: Görünürlüğü gitgide arttı, artıyor hatta.
Şiirin odak olduğu çevrelerde gündemin başında ödüller, antolojiler, yıllıklar ve benzeri konularla ilgili tartışmalar yer alıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu hep mi böyleydi? Bu tür tartışmaların hem güncel hem de tarihsel açıdan bakıldığında şiirle ilişkisi nedir?
Şiirle ilgili tartışmalar değil bunlar. Çok zamanı olanların sosyal etkinlikleri. Şiire bit kadar katkısı yoktur. Benim edebiyat hayatımda merakımı dahi kaşımadı. Hangi antolojide neden yer aldım, öbüründe neden yoğum sorusunu hiç sormadım kendime. Başkasına neden sorayım?
Hep böyle miydi? Evet bu tür tartışmalar hep olmuştur. Beni orada gören olmamıştır.
Şair Akif Kurtuluş romanlarıyla da okunan, bilinen bir isim oldu. Şair ne zaman, nasıl romancı oldu; buna nasıl karar verdi?
Romancı olmaya karar vermedim. Ben şiirle birlikte hep yazının içinde oldum. İkinci romanım “Ukde”deki meseleyle yıllardır ilgileniyordum zaten. Okuyordum, düşünüyordum ve konuşuyordum. Ama ilk romanım “Mihman” oldu. 2010 yılıydı. Bilgisayarın başına geçip istihbaratçı Mehmet Fuat ile Ordu'da ortaokuldan sınıf arkadaşı Nezir'in, Nezir'in köyündeki kapışmasını yazmaya başladığımda, ne karakterlerin adı ne de roman fikri vardı kafamda. Sonra bir baktım elim durmuyor, zihnimi frenleyemiyorum. Hem niye dursun, neden frenleyeyim ki? Oradan devam ettim. Sonra “Ukde” geldi işte.
Şiirle romanı karşılaştırdığınız oluyor mu? Karşılaştırmanız istense neler söylersiniz?
Doğrusu karşılaştırmadım. Karşılaştırmamı gerektiren bir durum da olmadı.
Son kitabınız bir romandı. Bundan sonraki kitabınız şiir mi, roman mı olacak?
Aslında ikisi de olacak. Üçüncü romana başladım. Çalışıyorum. Bu arada yeni bir şiir kitabım da sanırım 2017 baharında hazır olur. Şiir kitabım... Evet evet, yeni şiir kitabı daha önce gelir.
Sorularımıza verdiği yanıtlar için Akif Kurtuluş’a teşekkür ediyor ve Edebiyat Dostları dergisinde yayımlandığından itibaren ilgiyle karşılanmış “Devlet Kaç Tazı Tut” başlıklı şiirini paylaşıyoruz:
halkın imlası taşarsa coğrafyadan
geçer onlar iki yağmur damlasının arasından
göstererek devlete bütün zerafetini
belki de onlarbindir
bir çarşıda kendini kaybetmek gibi bir şey olur bu
kefyede buluşanların safrana karışması gibi
gövdeye bulaşan bir bedesten gibi.
orda yeşil, kandan alırken rengini
tarihin biçimine bürünür güneş
kim güvenir peki tarihe
iki kaşın arası varsa
yolunu bulmak için
ateşi savunmak yetiyorsa
avuçta gül ezip göğe fırlatmak neye yarar
tenimizi yeniden tanımlamaktan başka
hayatın diyorduk, geçen gün laf arasında
hiçbir erdemi kalmadı gözümüzden kaçıracak
tattık hepsini, imzalar attık, gazetelere ilanlar verdik
saftirik demişti muhaliflerimiz son genel kurulda bize
halbuki komedyen taklidi yapıyorduk
bozuk terazi kullandık
melankoliyle coşku arasındaki dengeyi bozmamak için
bizden artan nevroz onlara da yaradı
düzmüş oldular sonunda bütün eksiklerini
o gün birisi ateşkes demişti;
bu kadar kısa sürmese
belki de iyi bir çizgi film yapardık kardugh'lardan
araya reklam girince
ölülerimizi toplar, kaşla göz arasında gömerdik
lan yavşak!
derdik film başlayınca kaldığı yerden
değil mi ki bizi her kavşakta polisle korkuttular
oğlumuzun kirvesi de emniyet amiri olsun
insan olan sırf bu inada bağışlardı
en iyi yardımcı oyuncu ödülünü
kimse ben oynarken elime konuşmasın
biz tarihe tanıklık etmek için ifade vermeye geldik
baş başaltı müselles, kapış serbest'te sıramızı savdık
ruhumuz her ne kadar esas duruştaysa da
vicdanımız rahat
bütün geçiş noktalarında şövalye muamelesi gördük
halbuki kavalyeyiz: çünkü hiçbir yere "damsız girilmez"
hayatın bizden sakınacağı bir anlam da kalmadı nasılsa
öğrendi çocuklar kirpinin sırrını
bütün savunması üstüne işeyinceye kadarmış
demek bu kadar saldırgan olmamız boşuna değil
hem artık herkesin bir evtimsahı var
gözyaşımızla sindirim sistemimiz arasındaki
o tuhaf macerayı izlemek kolay oluyor
ne sürüngenlere hakaret ediyoruz
ne de erkekliğimize dokunuyor sulugözlerimiz
savcılar saygın bulmasa da gayretimiz var en azından
kavakların hangi yolla çiftleştiğini anlamaya
hayber kalesi içinde kaçak yapılaşmaya yok mu bir dur diyecek
var!
peki kan kalesi mukimlerine tapu dağıtmak için
törene ne gerek var
yavrucuğum, bizim üç oda bir salon evimiz
davetsiz misafirlere monitörden kim o demeye mecalimiz var
medeni cesaretimiz var: onlar burdan taşınalı çok oldu
tıkırtıya duyarlı bant kaydımız var bizim yerimize zıvanadan çıkan
hanım çabuk silahımı getir! ince, koskoca hırsızlar nasıl tırsıyor
terminalden havaya fırlatılan en büyük asker için
yeri geldiğinde bükerek sustuğumuz
vücut isterse davula gön yaptığımız bir kalbimiz:
bundan bir bumerang öyküsü çıkaracak
iyi edebiyatçılarımız var
orda şimdi
şırnak: kırbaç: şırraak !
hoh hoh hosaybin
iki üç daha fazla katliam
var
bir kulp var ayrılığa takacak
haydi şimdi hep bir ağızdan:
devlet kaç tazı tut!
Yeni çıkanlar...
YAHYA KEMAL KİMDİR, BİLİR MİSİNİZ?
Başlıktaki sorunun nedeni, şairliğinin yanı sıra gazeteciliğiyle de bilinen Refik Durbaş’ın, Doğan Kitap etiketiyle çıkan kitabı. Durbaş’ın kitabı adeta bir araştırmacı gazetecilik örneği. Şair Refik Durbaş, doksan yıllık şiirin tarihinden ilginç anlara, olaylara, anılara yer veriyor kitabında… Ancak kitap bir yönüyle belki hatırat gibi ama daha çok bir tarih çalışması niteliğinde. Bunu zaten kitabın “Şiirin Gizli Tarihi” adı da vurguluyor. Kitapta geçmişin uzak kıyılarında kalmış birçok yaşam sahnesi bulunuyor; ilginç anılara, bilgilere, değinilere yer veriliyor. Yahya Kemal’le ilgili olanı da bunlardan biri…
Bir komployla hapsedilmiş ve yıllardır tutsak olan Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım, bir imza kampanyası başlatmış ve Galata Köprüsü üzerinde oğlunun serbest bırakılması için imza toplamaktadır. Yahya Kemal’se, bir zamanlar sevip evlenmeye karar verdiği ve artık gözleri görmeyen Celile Hanım’ın önünden geçecek ve Nâzım Hikmet’in affı için imza vermeyecektir. Oysa Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için onun imzasının sembolik değeri önemlidir. Bilindiği kadarıyla o dönemde siyasi iktidar çevrelerindeki etkisi büyüktür. “Son Osmanlı şairi” olarak bilinen Yahya Kemal, Nâzım Hikmet’in serbest bırakılması için imza vermeyen şair olarak da geçmiştir kayıtlara… kendi kuşağından Yusuf ziya ortaç belki de bunun için Yahya Kemal öldüğünde “Büyük bir şair ama küçük bir insan öldü” demiştir.
Refik Durbaş’ın kitabında daha birçok olay, anı var anlatılan. Cemal Süreya Darphane Müdürü olduğu dönemde yaşanmış olay da bunlardan biri. Çalıştığı kuruma teftişe gelen zamanın Maliye Bakanı’nı Cemal Süreya nasıl karşılamış, bir sorusuna hangi yanıtı vermiştir? Merak etmeye de, yanıtını öğrenmeye de değer bir soru değil mi bu?
“Şiirin Gizli Tarihi”ni oluşturan bölümlerin başlıkları bile aslında kitapta nelerin konu edildiğini sergiliyor: “Bir Zamanlardı Bu Gâmhanede Bir Dem Vardı”, “Ağlamayın, Ölmeyecekler”, “Şiiri Aşka Düşürenler”, “Rakı Şişesi, Balık ve Şair”, “Kelime Şiiri Resmetmeye Borçlu ise…”, “İnsanın Şair Hali”, “Şiirin Gör Dediği”, “Şiirsel Materyalizm” ve “Gündelik Hayatın Aguşunda Şiir”…
NAR'IN BABASI
Kırmızı Kedi yayınlarından ekim ayında çıkmış, ama benim elime henüz geçmiş bir kitaptan söz etmek istiyorum. Kitap şair Haydar Ergülen’in son yapıtı. Yazının başlığına aldığım “Narın babası” ifadesi kitabın ilk sayfasında yer alıyor. Sanırım şairin özgeçmişi olarak bu açıklama sunuluyor okura.
Haydar Ergülen ne yazsa okunan, geniş okur kitlesi olan bir şair. Zaman içerisinde şiirini güçlendirmiş, geliştirmiş, yapıtları kadar şairliğiyle de şiir çevrelerinde saygı, sevgi kazanmış bir isim. Son otuz beş, kırk yılı kapsayan şiir serüveni içinde duruşuyla, oluşuyla, varlığıyla, şairlik mefhumunun içini doldurabilen birkaç isimden biri o. Benim, Haydar Ergülen denilince aklıma ilk önce “Karşılığını Bulamamış Sorular” gelir. Bazı şairlerin doğum yeri ilk kitaplarıdır. (Ama İlhan Berk, Edip Cansever öyle değildir örneğin.) Bazı şairlerinse doğum yerlerinin bazen tek bir şiirleri, dizeleri, hatta imgelerinin olması gibi. En nihayet şairin doğum yeri tabii ki dilidir diye düşünürüm.
Zamanın bize gösterdiği gerçek şu ki; bir dili, kendine ait bir dili olabilen şair, yılların karşısında sürekli yenilenerek sonraki kuşaklar için de okunabilir kalıyor.
Haydar Ergülen deyince yine benim aklıma; aynı kuşaktan olmalarına, aynı dönemde şiire başlamalarına karşın şiirleri genelde birbirine benzemeyen Akif Kurtuluş, Turgay Kantürk ve Orhan Alkaya isimleri gelir… Çünkü bu isimler çok konuşulmuş, hâlâ da konuşulan bir dönemin ve o dönemde sahneye çıkmış şiir kuşağının içinden, etik değerleri ve estetik beğenideki yükseltici etkileriyle zaman bariyerini aşarak günümüze kadar gelebilmişlerdir. Üstelik bunu yalnızca şiire değil, şairliğe de değer katarak başarmışlardır. Ayrıca kendi özgünlüklerini de sergileyerek bir model de oluşturdukları söylenebilir pekâlâ. Seksen kuşağının içinde en çok patırtı gürültü yapanlar, yazdıkları laf salatasından öteye gitmeyenler aslında bu kuşağın en vasat isimleridir. Orda burada ödül aldıklarına, sırtlarının sıvazlanmasına bakmayın.
Haydar Ergülen’in son kitabını okurken ilk düşüncem şu oldu: Şair bir adım atmış ve ‘Nar’a dönüşmüş. Bir adım daha atmış dağılmış, ama ne güzel dağılmış. Öyle güzel dağılmış ki toplanması hiç zor olmamış. Yalın bir şiir olarak dağıttıklarını, daha da yalınlaşmış bir şiir diliyle toplamış. Dağıla dağıla dönen bir dansçı getirin gözünüzün önüne. Dağılırken bir helezoni oluşturarak döndüğünü düşünün. Bende Ergülen’in son kitabının yarattığı duygusal ve düşünsel karşılık böyle oldu diyebilirim. Kitabın sayfalarında şiirden şiire dizeden dizeye geçerken düşe dönüştüm desem daha doğru olacak belki. Sanırım buraya kadar çoktan anlaşılmıştır. Haydar Ergülen’in “Öyle Küçük Şeyler” adlı son şiir kitabından söz etmeye çalıştığım. Ama başarabildiğimden emin değilim. Nedeni de sanırım Haydar Ergülen’in şiirlerini bilenlerin zaten bildiği ona has o şairlik yordamı. Bu kitapta şairin bir seviye daha arttırdığını belirtelim duygu ve düşünceye dokunuşundaki inceliğini.
Kitabın adının “Öyle Küçük Şeyler” olması, sahiden de kitapta yer alan şiirlerin kısa betiklerden oluştuğunu vurgulamak için olsa gerek. Ya da nedenlerden biri bu. Betiklerin kısa olması, şiirlerin okudukça hem genişlemesi, hem derinleşmesiyle ters orantılı, ama iyi ki de öyle… Şairin betiklerde koyduğu bu ölçü, tam da ustalık işte böyle bir şey dedirtecek nitelikte... Şiirlerde yalınlığın, sadeliğin öyle dikkat çekici bir zarafeti var ki okurken yarattığı etki, nasıl söylemeli, kelimenin gerçek anlamıyla baş döndürücü. Baş dönmesi, içinde bulunulan dünyadan bir süreliğine de olsa uzaklaştırır. Şiir okuru için başını döndürecek şiirlerle buluşmaktan daha etkileyici ne olabilir?.. Benim önerim, şiir okurlarının “Öyle Küçük Şeyler”i okuyup kendi özgül deneyimlerini yaşaması...
Dergiler, fanzinler...
VARLIK DERGİSİ
Aylık olarak yayımlanan ve okurla zamanında buluşan çok az kültür şiir, sanat, edebiyat, dergisi var. Yayımlandığı tarihten başlayarak günümüze kadar gelen her döneminde modern Türkçe şiirin, sayfalarında öncelikli yer bulduğu bir dergi Varlık. Aslında Varlık dergisini kimsenin kimseye anlatmasına gerek yok. Başta şiir olmak üzere edebiyatın, kabul edilsin edilmesin adeta “taş mektebi”dir. Derginin şiire verdiği önemi vurgulamak için şu kadarına değinelim yetecektir: Varlık, kurcusu Yaşar Nabi Nayır başta olmak üzere şairlerce yönetilen bir dergi olmuştur. Bunun dergide şiirin ayrıcalıklı yer tutmasında tabii ki payı vardır. Ancak yine de Varlık gerçek anlamıyla bir edebiyat dergisi olmayı bugüne kadar sürdürmüştür. Bu özelliğinden taviz vermeden ayakta kalmayı da başarmıştır. Dergide şiir ve şiirle ilgili meseleler ayrıcalıklı olarak yer bulurken öykünün, denemenin diğer yazınsal türlerin de ihmal edilmediğini, her zaman yerlerini koruduklarını belirtelim. Varlık dergisi deyince modern Türkçe şiirin belleğini de işaret etmiş oluruz aslında…
Aralık sayısı okurla buluşan Varlık’ta bu ay şiirleriyle şu isimler yer alıyor: Yüksel Pazarkaya, Nihat Özdal, Soner Demirbaş… Dergide ayrıca “Edebiyat Gündemi” sayfalarında, “zamansız ve mekânsız bir gurbetin şairi” olarak nitelenen Gültekin Emre’nin de bir şiirine yer veriliyor.
FANZİN KARANGU
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Bu da moda bir ifade haline geldi. Haklı olarak da çokbilmiş yazar ukalalığıyla oluşan tarzı çağrıştırıyor. Ama ben yazının başında bu ifadeyi gerçekten de mecburen kullandım, Bunun tek nedeni var: Sözümü sona saklamadan, hemen söyleme arzusu. Daha da açıkçası heyecan. Heyecanım nedeniyle yazının girişinde istemeye istemeye, artık herkesin yüzünü ekşittiğini bildiğim bir ifade kullandım. Umarım bağışlanırım. Diyeceğim şu: Şiir okurları, hatta genel olarak okurlar, fanzin olarak yayımlanan Karangu’yu mutlaka edinsinler; bir yerlerden bulup okusunlar. Çünkü bir fanzini aşan içeriğiyle, ama öte yandan fanzin ruhunun tüm havası, edasıyla hazırlanmış bir yayın Karangu. Özellikle şiir okurlarının kayıtsız kalması, ancak kayıpları olabilir. Editörlüğünü Ramazan Parladar’ın yaptığı Karangu’nun ikinci sayısında şiirlerin yanı sıra önemli bir soruşturma dosyası da yer alıyor. Henüz ilk şiirlerini, ilk ürünlerini yayımlayan gençlerle yapılmış bir görüşme dosyası bu. Şiirde ustaların attığı “zar” mevzusu tersinden konu ediliyor, konuşuluyor, tartışılıyor. Gençlere onlar için “zar atan” ustalar sorulmuş . Bu konuda gençlerin “zar”la ilgili görüşleri gündeme taşınmış… Getirdiği bakış açısıyla bir tür “usta çırak” ilişkisini sorgulayan önemli ve dikkate alınması gereken bir soruşturma… Şiirin bugünkü yönelimini, hatta geleceğini daha somut verilerle konuşabilmek, yorumlayabilmek, anlayabilmek, var olan potansiyeli görmek bakımından dikkate almaya değer.
Kenan Sarıoğlu çevirisiyle Yves Bonnefoy, Hüseyin Peker, Hüseyin Kıran, Özgün Ergen, Cihat Duman, Gökhan Arslan ve Yusuf Turhallı şiirleriyle Karangu’nun ikinci sayısında yer alan isimler.
Ümit Erdem’in hazırladığı “Ters Zar Soruşturması” başlıklı dosyada soruşturmaya ise şu isimler katılmış: Alptuğ Topaktaş, Fatma Nur Türk, Abilmuhsin Özsönmez, Muhammet Özmen, A. Emre Cengiz, Ümit Güçlü,
Murat Çelik, Usame Söylemez, Hasan Bozdaş, Nergihan Yeşilyurt, Gizem Aktan, Denge Esenterk.
Etkinlikler... Söyleşiler...
10 ŞAİR KADIN SAMSUN'DA...
ÇYDD Samsun Şubesi’nin düzenlediği etkinlikte 10 şair kadın şiir okurlarıyla buluşuyor. 10 Aralık Cumartesi Günü saat 13.30’da Gazi Sahnesi’nde düzenlenen etkinliğe, şair kadınlar Aslıhan Tüysüzoğlu, Ayşen Mutlu, Çiğdem Sezer, Dilek Özkan, Emel İrtem, Fatma Aras, Gülsüm Cengiz, Gülce Başer, Nevin Koçoğlu ve Sema Güler katılıyor.
ANKARA EDEBİYAT BULUŞMALARI
Zaytung Zone&Medakitap’ın düzenlediği Ankara Edebiyat Buluşmaları’nın dördüncüsüne şair, yazar Şeref Bilsel’in konuk oluyor. Etkinliğin bu haftaki konu başlığı ise “şiirin gündemi.” Söyleşinin yönlendiricileri ise Serdar Aydın ve Ali Hikmet Eren. Söyleşi 10 Aralık Cumartesi günü (bugün) 14.00–16.00 saatleri arasında yapılacak… Ankara Edebiyat Buluşmaları’nın düzenlendiği Zaytung Zone’un adresi ise şöyle: Konur Sokak No. 8 Kızılay.