Suriye’de sayısız katliam ve suça imza atan bir örgütün lideri “Masum insanların öldürülmesine karşıyız” sözünü defalarca tekrarlıyor. Buna karşı Martin Smith suç sicilini hatırlatmıyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na yeni seçildiği günlerdi. CNR’de fuar açılışındaydık. Erdoğan bir standın kenarında dönemin İstanbul Ticaret Odası Başkanı Atalay Şahinoğlu ile baş başa konuşuyordu. Yandan kulak misafiriydim. İkitelli Organize Sanayi Bölgesi’nin inşasında tıkanma vardı. Şahinoğlu yakınıyor, Erdoğan da mevcut mevzuatla meseleyi çözemeyeceklerini belirtip hukukun etrafından dolanmaktan bahsediyordu. Kılıf bulmak, kitabına uydurmak! İzledikleri siyasetin alamet-i farikası buydu. Hiç değişmedi. Sadece ölçek büyüdü, yerelden ülkeye yayıldı, nihayetinde mafyalaşarak ülke sınırlarından da taştı. Suç örgütü lideri Sedat Peker’in işlerini toplumsallaştırıp parasını, ilişkilerini ve tehditlerini siyasetin hizmetine sunması da o kallavi kitaba sığıyordu. Ülkeyi kemiren, yutan! Silahlandırıp palazlandırdıkları cihatçıları ve terör örgütlerini ‘ehlileştirme’ ameliyesinin de kitapta yeri vardı.
Peker, SADAT eliyle Nusra Cephesi’ne giden silahlardan bahsetti ya, kitabın ona dair sayfasına bakmak farz oldu. Nusra, ABD tarafından Aralık 2012’de terör örgütleri listesine eklenince Erdoğan “Sırası mı şimdi” kabilinden tepki veriyordu. Bunlarla daha devrim yapılacak, Şam’a gidilecekti. Bunu asla içine sindiremediğini 24 Şubat 2016’da açığa vuruyordu: “El Nusra DAİŞ'e karşı savaşıyor ama ona da kötü diyorlar. Ona neden kötü diyorsunuz?" Fakat BM’nin terör örgütleri listesine de girince Türkiye mecburen kendi listesine Nusra’yı ekledi. Ne var ki bu, ilişkinin seyrini değiştirmedi. 2015’te İdlib’i düşüren Fetih Ordusu’nun motor güçleri Nusra ve Ahrar’uş Şam idi; ana destekçisi de Türkiye. Sonra denklem değişti; 2014’ten itibaren ABD’nin Kürtlere desteği, 2015’te Rusya’nın savaşa dahli, Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi ve Ankara’da Rus büyükelçisinin öldürülmesinin yarattığı zorlayıcı iklim, Erdoğan’ı Astana’da Rus lider Vladimir Putin’e itti. Erdoğan Astana Platformu’ndaki bildiriler ve Soçi-Moskova mutabakatlarıyla terör örgütlerini elimine etme sözü verdi. Verdi de ne oldu? Bugün İdlib’de Nusra’nın devamı Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) koruyucu meleği Türkiye. El Kaide eskilerinin kurduğu Ahrar el Şam ve diğerleri kara listeye hiç girmedi. Batılı müttefikler İslamcı örgütlere bayılıyorlar. Özellikle İngilizler; taa güneşin üzerine batmadığı imparatorluk günlerinden beri... Bu örgütler Kürtlere karşı da özellikle 2012 sonlarından itibaren bugüne kadar kullanıldı. Böylesi yapılarla ortaklıktan kaçınmayıp bunlara ‘ılımlı’ diye makyaj atmak kitaba uydurma alışkanlığının sınırların ötesinde tekrarıydı. 2012’de NTV ve CNN Türk’te bunlara işaret ettiğimizde iktidar zebanileri başımıza itibar suikastçısı kesilmişti.
***
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) şemsiyesiyle terör estirenlerin büyük bölümü birkaç yıldır Suriye Milli Ordusu olarak Türkiye’nin güdümünde. Daha özerk pozisyonda kalan HTŞ ise sahanın en güçlü örgütü haline geldi. Türkiye ile ilişkileri karşılıklı çıkarlar temelinde sürüyor. Cilvegözü’nün karşısındaki Bab el Heva kapısında HTŞ’nin sivil ayağı Kurtuluş Hükümeti ‘vergi’ kesiyor. HTŞ, WATAD petrol şirketiyle piyasayı kontrol ederken Peker’in işaret ettiği Saray bağlantılı kişilerle de Türkiye üzerinden petrol ticareti yapıyor. Türkiye, İdlib’in çeperlerinde askerî gözlem noktaları kurmak için harekete geçtiğinde HTŞ ile müzakereler yürüttü. HTŞ’nin Türk askerine izin vermesi cihatçı alemde çok tartışıldı; Colani’ye “küfür devleti” ve “tağuti rejim” dedikleri Türkiye ile işbirliğinden dolayı suçlamalar yöneltildi. Fetva savaşı kızıştı. Nihayetinde Türk askeri HTŞ’nin eskortluğunda İdlib’e girdi. Erdoğan, Soçi ve Moskova mutabakatlarıyla HTŞ dahil tüm terör örgütlerini yok etme sözü verdiği halde fiiliyat tersiydi. Geçen yıl M-5 güzergâhındaki tüm askerî noktaları boşaltmak zorunda kalan Türk ordusu İdlib’e öyle bir yığınak yaptı ki, Suriye ordusuna karşı oluşturduğu kalkan pozisyonuyla en fazla HTŞ’yi memnun etti. Bu sayede HTŞ, İdlib emirliğinde hüküm sürüyor.
***
Tabii bu işbirliğini meşrulaştırmak ve normalleştirebilmek için HTŞ’nin imajını değiştirmesi gerekiyor. Nihai hedef HTŞ’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması. Yine 'kitaba uydurma' meselesi. Bir süredir AKP ile bağlantılı kuruluş ya da kişiler HTŞ’nin farklılaştığına dair ‘gözlemler’ paylaşıyor. Amerikan ve İngiliz kanadında da buna hararetle çanak tutanlar var. Bu minvalde HTŞ lideri ilk kez bir Amerikalı gazeteciye röportaj verdi. Takım elbiseli Colani yeni imajıyla hayli dikkat çekti. Röportajı yapan Martin Smith, yayımlayan PBS’in Frontline programı. Başlığı da “The Jihadist.” Vakti zamanında Usame bin Ladin’in fotoğrafını çarşaf gibi gerip ona “savaşçı” diye taltif ettikleri gibi.
Colani röportajda “Suriye devriminin gerçek imajını dünyaya doğru bir şekilde iletme misyonu” ile ilk kez Amerikan medyasına konuştuğunu söylüyor. Dünyanın bilmesini istediği gerçek olarak Suriye’de 1 milyonun üzerinde insanın öldürüldüğü, İdlib’in 5 milyon insana sığınak olduğu, Suriye’de 400-500 bin insanın hapiste tutulduğu, Esad rejiminin 100’ün üzerinde kimyasal saldırı düzenlediği yalanını sunuyor. Rakamlarla oynamak siyasal İslamcısından selefi cihatçısına hepsinin “Savaş hiledir” parolasıyla meşru gördüğü bir şey! Colani’nin bütün derdi Amerikan siyasetinin rejimi devirme hedefine geri dönmesi ve HTŞ’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması. Terör örgütleri listesine alınmasını “Haksız bir sınıflandırma. Bu, hiçbir gerçek veya güvenilirliği olmayan siyasî bir etiket. Çünkü 10 yıllık devrim yolculuğumuz boyunca Batı veya Avrupa toplumu için herhangi bir tehdit oluşturmadık; güvenlik tehdidi yok, ekonomik tehdit yok, hiçbiri. Bu yüzden bu tanımlama politiktir. Bu önlemleri alan ülkeleri bu devrime yönelik politikalarını gözden geçirmeye çağırıyoruz” diyor.
Colani kendi farklılığını ortaya koymak için öteden beri sivillerin öldürülmesine karşı çıktığını öne sürüp 2013 sonrası IŞİD’le savaşını hatırlatıyor. 2013’te IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi ile yaşadığı anlaşmazlığı da maniple ederek aktarıyor. Colani hakkında şimdiye kadar yazılanlardan farklı bir şekilde ‘İnsancıl bir Kaideci’ portresi çiziyor. Verdiği bilgilere göre Colani, 2003’te ABD’nin Irak işgalinden 2-3 hafta önce Bağdat’a, oradan Ramadi’ye gitmiş. Bir ara Suriye’ye dönüp tekrar Musul’a geçmiş. Musul’da Amerikalıların eline düşmüş. Sırasıyla Ebu Gureyb, Bucca ve Cropper kamplarında hapsedilmiş. Sonunda Iraklıların denetimindeki Taci hapishanesine nakledilmiş. Cihatçı kuluçkası olarak bilinen bu yerlerde toplam 5 yıl kalmış. Amerikalılardan kötü muamele görmemiş. Irak’taki görevi için “Sıradan bir askerdim” diyor ve o dönemki liderleri Ebu Musab el Zerkavi ile hiç karşılaşmadığını söylüyor. Hapishanede Saddam döneminin polisi olup El Kaide’ye katılmış emirlerin örgüt üyelerini farklı bir ideolojiye çektiğini, baskı kurduklarını, hatta insanları öldürdüklerini, kendisinin ise eğitim çalışmalarına odaklandığını, cihadı Suriye’ye taşımanın yolunu analiz eden 50 sayfalık bir belge hazırladığını, bu sayede örgüt içinde daha fazla fark edildiğini anlatıyor. Hapisten çıkınca Suriye’de cihadı organize etmek için Irak İslam Devleti’nin üst düzey bir yetkilisi aracığıyla liderleri Ebu Bekir el Bağdadi’ye mektup yazıp izin istediğini söylüyor. Bağdadi ile tanışmaya gittiğinde, karşısında Irak’taki durumdan kopmuş, gelişmeleri analiz edecek yetenekte olmayan zayıf bir kişilikle karşılaştığını ve şaşırdığını söylüyor. Bağdadi’den Suriye’ye gitmesine onay çıktığını, 7 ay boyunca ayda 50-60 bin dolar para tahsis edildiğini, istediği 100 adam yerine sadece 6 kişinin yanına verildiğini belirtiyor. Neden bu yapıdan rahatsız olduğu halde Bağdadi adına Suriye’ye gittiği sorusu üzerine para, asker ve silah ihtiyacının yanı sıra örgüt üyeliğine dair kurallar yüzünden bu yolu seçtiğini savunuyor. Bir yıl içinde 6 kişilik kadroyla 5 bin savaşçıya ulaştığını aktarıyor.
Suriye’de cihatçıların sayısı büyüyünce Bağdadi’nin önce adamlarını gönderip savaşın seyrine müdahale ettiğini, ardından Nusra’nın IŞİD’e bağlı olduğunu açıkladığını, bunları kabul etmediği için sorunu El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’ye taşıdığını belirtiyor. Halbuki Colani zaten Bağdadi’ye biatlıydı. Bağdadi, Irak İslam Devleti’nin adını Suriye’yi içine alacak şekilde Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirip Nusra’yı feshetme kararı aldığı için yollar ayrılmıştı. Colani bu kez de El Kaide lideri Zevahiri’ye biat etmişti. Bağdadi ile ayrışma sırasında kendisiyle beraber gelen altı kişiden üçünün IŞİD’e döndüğünü, diğerlerinin Nusra’da kaldığını, savaş sırasında da biri hariç hepsinin öldüğünü belirtiyor.
Suriye sahnesinden önce Irak İslam Devleti’nin şiddeti arşa çıkmışken Colani örgüt içinde kendisiyle birlikte sivillerin öldürülmesine karşı çıkanlar olduğunu öne sürüyor. Suriye’de sayısız katliam ve suça imza atan bir örgütün lideri “Masum insanların öldürülmesine karşıyız” sözünü defalarca tekrarlıyor. Buna karşı Martin Smith suç sicilini hatırlatmıyor. İntihar bombacıları için de “Bazı cephelerde şehitleri kullandık. O bir silah… Uçağımız olsaydı onları kullanırdık… Tek bir sivile zarar vermedik” diyor. Hapishanelerinde kesinlikle işkence olmadığını, kimseyi gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklamadıklarını savunuyor. (BM raporunda HTŞ’nin muhalif eylemci, gazeteci ve medya çalışanlarını tutuklamasına dair 73 vakıa sıralıyor.) Colani sistem olarak şeriat devleti hedeflediklerini de yineliyor.
Yine de Smith kendisinden bir taahhüt almaya çalışıyor: “Eski bir El Kaide lideri olarak ifade ettiğiniz dış cihadı desteklemeyeceğinizi, ABD'ye yönelik herhangi bir saldırıyı desteklemeyeceğinizi şimdi burada çok net bir şekilde söyleyecek misiniz?” Yanıt şöyle: “Yineliyorum; El Kaide ile birlikte olduğumuz dönem geçmiş bir dönemdir, bitmiştir, hatta El Kaide ile birlikteyken dış saldırılara, Suriye’den Avrupalı ve Amerikalılara karşı dış operasyonlara karşıydık.”
HTŞ’nin terör örgütü listesinden çıkarılmasını istiyor ama geçmişindeki El Kaide ve IŞİD sayfalarından dolayı pişman olmadığını, bunların özel koşullarda yapılmış seçimler olduğunu savunuyor. Amerikalılardan Rusya’yı Suriye’den çıkartacak ve rejimin sonun getirecek imkânlara sahip olduğunu ve bunları kullanması gerektiğini söylüyor. Sonuç olarak kendi başına 10 milyon dolar ödül koymuş olan Amerikalılara şu mesajın iletilmesini istiyor: “Burada sizin için herhangi bir tehdit oluşturmuyoruz, bu yüzden insanları terörist olarak sınıflandırmanıza gerek yok.”
Bu arada gerçek adının Ahmed el Şaraa olduğunu teyit ediyor. Ailesiyle ilgili bilgiler de veriyor. Farklı dünya görüşlerine sahip olmalarına rağmen kendisini etkileyen babasından bahsediyor. Ailesi Golan Tepeleri'nden geliyor. İsrail'in 1967'deki işgalinin ardından bölgeden ayrılmışlar. 1946 doğumlu olan babası, Nasırcı ve Arap milliyetçisi çizgisiyle Baas’a karşı çıktığı için 19 yaşında hapse atılmış. Hapisten kaçarak gittiği Ürdün’de de hapsedilmiş. Sonra Irak’a gitmesine izin verilmiş. Suriye’ye döndüğünde yine hapsedilmiş. Çıkınca eğitimimi tamamlamak için tekrar Bağdat’a dönmüş. Suriye’ye döndüğünde üçüncü kez hapsedilmiş. Muhaberatla anlaştıktan sonra bırakılmış, milletvekilliği için yarışmış ve sonra Suudi Arabistan’a giderek, petrol alanında uzmanlaşmış. Colani ise sanıldığı gibi Suriye’de değil 1982’de Riyad’da doğmuş, 1989’dan itibaren Şam’ın Mezze semtinde yaşamış. 18-19 yaşındayken Filistin’deki intifadadan etkilenerek İslamî konulara yönelmiş.
***
Colani’nin portresini detaylandırıp Nusra’nın suçlarını sıralayarak yazıyı daha fazla uzatmak niyetinde değilim. Sadece demek istiyorum ki; çirkin bir ‘cilalama’ operasyonu ile karşı karşıyayız. 2016’da El Kaide ile bağını koparıp adını Şam’ın Fethi Cephesi, bir yıl sonra da Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) olarak değiştirmesi, örgütü Suriye’ye odaklı bir cihat hareketi olarak konuşlandırması selefî cihadî çizgisini terk ettiği anlamına gelmiyor. ABD’nin eğitip donattıkları dahil ÖSO gruplarını İdlib’den süpürmekten de çekinmemiş bir örgüt. Şimdi Türkiye’den gördüğü fiilî garantörlüğün sürmesi için HTŞ’den kopan keskin radikalleri dizginlemeye de çalışıyor. Colani, El Kaide çizgisindeki Hurras’ed Din’e bağlı örgütleri tasfiye etme nedenlerini sıralarken Türk askerlerine yönelik saldırıları da hatırlatıyor.
Bu değişim görüntüsünün göz ardı edildiği söylenemez. Mesela ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, HTŞ’yi “Amerikan stratejisi için bir değer-kazanç” olarak niteliyor. "Onlar, İdlib'deki çeşitli seçenekler arasında en az kötü seçenek ve İdlib, şu anda Ortadoğu'nun en önemli yerlerinden biri" diyor. Rusya, İran ve Suriye ile hesabı olanların HTŞ’yi ‘kıymetli’ bulmaları ortak kitaba uygun. Söz gelimi Rus haber ajansı TASS’ın iddiasına göre İngiliz dış istihbarat servisi MI6 adına diplomat Jonathan Powell, Colani ile Bab el Heva Sınır Kapısı’na yakın bir yerde görüştü. İngiliz Dışişleri konuyla ilgili soruya, “Yorum yapmayacağız” yanıtını vermiş. Jonathan Powell eski Libya Özel Elçisi ve bu işlerle meşgul. Bu teması resmî bir sıfatla kurmuş olmaması fazla bir şeyi değiştirmez. TASS, HTŞ ile temasa geçen başka Batılı istihbarat servisleri olduğunu da öne sürüyor. HTŞ’nin medya sorumlusu Takiyuddin el Ömer ise görüşme haberlerini yalanlıyor. İngilizler Rusya’yı Karadeniz’den Suriye’ye her yerde sıkıştıracak fırsatlar için can atıyor. Colani onlara Sovyetler için Afganistan bataklığını Suriye’de tekrarlama konusunda ilham veriyor. Erdoğan da Joe Biden’le el sıkışabilmek için Rusya’ya karşı köpürtülen dalgalarda sörf yapıyor. Karadeniz’de Ukrayna ve Polonya üzerinden şekillenen ortak cephe görüntüsüne İdlib de eklense kötü mü olur demeleri ezberimizi bozmaz. O vakit HTŞ’nin ‘terör örgütü’ listesinde kalması ufak bir detaya indirgenir. Erdoğan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eş Başkanlığı günlerinden beri müttefiklerinden çok şey öğrendi; fakat sorun şu ki İngilizler ve Amerikalılar şeytanî tezgâhları kendi sınırlarından uzak coğrafyalarda kuruyor, kapının dibinde değil.