Sedat Peker son videosunda Suriye’de terör örgütleri listesindeki Nusra Cephesi gibi grupların silahlandırılmasında SADAT’a işaret ederek skandalı devlet dışı bir kurumla sınırlandırıyor. Ucu Saray’a çıkan SADAT’ı hak ettiği şekilde kamyonun altına iterken tehlikeli çarkta ana organizatör MİT’le birlikte Jandarma ve TSK’nin rolünü es geçiyor. Peker gibi suç sicilini devletin hizmetine sunmuş ve kendi varlığını ‘yüce devlet’ kutsiyetiyle anlamlandıran birisi için anlaşılır bir seçicilik.
Kendi yardım konvoyuna eklenen silah yüklü kargonun SADAT eliyle Nusra’ya gittiğini söylüyor. Şii Türkmenleri katledenlere silah yardımını da kendi Türkçü kalıplarına sığdıramayıp bunun mantığını sorguluyor.
Peker’in ifşa ettiği sevkiyatın tarihi Kasım 2015. Bunun öncesinde işleyen çarkın bir 4 yıllık geçmişi var. Peker o tarih diliminde ve sonrasında küçük bir nokta.
2013 ve 2014’te ele geçirilen MİT’e ait TIR’larla ortalığa saçılan bilgiler, meselenin bir FETÖ davasına dönüştürülmesi sayesinde etkisizleştirilmişti.
Hafıza tazelemek ve resmi biraz daha genişten alabilmek için geriye gidelim.
***
Bir soruyla başlayalım: 3-6 Haziran 2011’de sınırda Aşağıpulluyazı’nın 20 km ötesinde Cisr el Şuğur’da 123 Suriyeli güvenlik görevlisini öldüren grupların kullandığı mermilerin Makine Kimya Endüstrisi’ne (MKE) ait olduğu tespit edilmişti. Bu öncü cihatçı gruba mühimmatı kim verdi? Türkiye’yi içine alan ilk günah öyle başladı.
Kanlı sürecin başında Hatay-Reyhanlı’da Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) binası radikal İslamcıların eğitildiği, silahlandırıldığı ve sınıra nakledildiği yerdi. Eğitilenler geceleri otobüslerle Kuşaklı ve Bükülmez geçişinden Suriye’ye sürülüyordu. Kaçakçıların kullandığı yollardan.
***
Sonra Eğit-Donat ile ölçek büyüdü. Programın büyük patronu CIA idi. ABD bu programa 2015’te son verdiğinde eğitilen ve donatılanların sayısı 15 bini bulmuştu. Eğitilenlerin bir kısmı Nusra Cephesi’ne katıldı. Silahların bir kısmı da Nusra’nın envanterine geçmişti. Silahları satarak zengin olanlar da az değildi. ABD’nin fişi çekmesinin gerekçesi de silahların Nusra’nın eline geçmesiydi. Fakat bunun böyle olduğu başından belliydi. El Kaide’nin Deyr el Zor ve Haseke vilayetlerinde emirlik kurabileceği öngörüsü ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı’nın (DIA) 5 Ağustos 2012 tarihli raporuna girmişti. Türkiye de kendi topraklarında CIA’den geri kalacak değildi ya. İşte böyle bir süreçte bir dönem Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a başdanışmanlık yapan Adnan Tanrıverdi’nin SADAT’ı ortaya çıkıverdi.
***
Henüz Türkiye’nin rolünü inkar ettiği evredeyken The Guardian muhabiri, Ocak 2012’de Reyhanlı üzerinden Atme’ye 50 kutu silah ve mühimmatın teslim edilişine şahitlik etmişti. Burada bir parantez açayım. Atme’ye geçişte kullanılan yer gayri resmi kapıydı; yasadışıydı. Dibinde Bükülmez Sınır Karakolu var. Karakolun içinde bir kule. Şahsen çıktım o kuleye. Bütün sınırı dikizleyen hakim bir yer. Kaçak geçişe Türkiye tarafından TIR’lar için asfalt yol yaptılar. Silahlar ve milisler o kapıdan içeriye bırakılıyordu. Askerin gözleri önünde. Yükün bırakıldığı yerin karşısında da El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’nin Suriye temsilcisi Ebu Halid el Suri’nin kurduğu Ahrar el Şam’ın kampı vardı. Cehennem senaryosu böyle işliyordu.
***
Bükülmez, sonraki safhalarda daha büyük skandallarla karşımıza çıkacaktı. 7 Kasım 2013’te Adana’da uyuşturucu taşıdığı ihbarı üzerine durdurulan TIR’da 931 havan-roket kapsülü ve 10 rampa bulunmuştu. Bu silahlar Konya ve Adana’da üretilmişti. Sorgulanan iki kişi bunu devlet adına yaptıklarını, 6 Ekim ve 26 Ekim 2013’te aynı TIR ile Bükülmez’deki sınır karakoluna mühimmat yığdıklarını anlatmıştı. Peker’in ucunu gösterdiği olay ifşaat kadar ilgi çekmedi. O zaman yasadışı silah sevkiyatında kullanılan isim Suriyeli Türkmen Heysem Topalca idi.
***
Yayladağı-Güveççi’de kaçakçıların kullandığı yol da silahlar rahat geçsin diye asfaltlanmıştı. Temmuz 2012’den itibaren Türkiye’den sokulan silahlı grupların Bab el Heva (Cilvegözü) ve Bab el Selame (Öncüpınar) sınır kapılarını ele geçirmesinin ardından güzergâh çeşitlendi. Bab el Selame 2014-2016’da IŞİD’in elindeydi. Bab el Heva da birkaç yıldır İdlib’in hakim gücü Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) kontrolünde. HTŞ, Nusra’nın ardılı.
***
Suriye’deki isyanı silahlandırma süreci 2012’nin başından itibaren devletler arası organizasyon olarak şekillendi. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama, muhaliflere yardım izni veren gizli istihbarat belgesini imzaladı. Programın adı ‘Timber Sycamore’ idi. Fikir dönemin CIA Başkanı David Petraeus’tan çıkmıştı. Bu minvalde Adana’da ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın yer aldığı ‘nerve center’ adıyla bir merkez kuruldu. Muhalifleri seçme seanslarının yapıldığı bir diğer merkez Gaziantep’teydi. Güya amaç silah verilecek ılımlıları tespit etmekti. Ama merkezin asıl misyonu Doğu Avrupa ve Libya’dan toplanan silahların Suriye’ye ulaştırılmasıydı. Silah sevkiyatı için İstanbul’da CIA ile MİT ortak operasyon odası da kurmuştu.
Silahları temin eden CIA, ödemeyi yapan Suudi Arabistan ve Katar, sevkiyatı gerçekleştiren Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve Ürdün kargo uçaklarıydı.
***
New York Times 2013’te askeri kargo uçaklarının uçuş bilgileri, muhalif kaynaklar, Türk ve yabancı yetkililere dayanarak bir habere imza attı. CIA’in Hırvatistan’dan Suudi parasıyla topladığı silahlar Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye’ye ait kargo uçaklarıyla Esenboğa ve İstanbul havaalanlarına indiriliyordu. Buradan da TIR’larla sınıra taşınıyordu. Bir Amerikalı yetkili operasyonu ‘Silahlar Şelalesi’ diye anıyordu. Sevkiyat 3 Ocak 2012’de Katar’a ait iki C-130 tipi kargo uçağının İstanbul'a inmesiyle başlamıştı. 26 Nisan ve 4 Mayıs 2012’de yine Katar’a ait uçaklar Esenboğa’ya 6 kez inmişti. Ekim 2012’den itibaren Ürdün de devredeydi. 2012’de Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan uçaklarıyla çoğu Türkiye’ye olmak üzere 160’ın üzerinde uçuş gerçekleştirildi.
26 Nisan-8 Ağustos 2012 arasında Katar C-17 askeri kargo uçağı Ebu Ubeyd Hava Üssü’nden Esenboğa’ya 20 sefer düzenledi. Ürdün Hava Kuvvetleri’ne ait C-130 uçakları Esenboğa’ya ilk seferini kasımda yaptı. Ürdün aralıktan Şubat 2013’e kadar İlyuşin tipi uçaklarla Zagreb-Amman arasında 36 sefer gerçekleştirdi. Ocak 2013’te Ürdün-Türkiye arasında 5 uçuş oldu.
Hırvat gazetesi Jutarnji List’e göre Kasım 2012-Şubat 2013 arasında Zagreb (Pleso) Uluslararası Havaalanı’ndan Suriyeli milislere 75 uçak seferiyle 3 bin ton silah taşındı. Sevkiyatın birkaç seferi Turkish Cargo’nun A310 uçaklarıyla yapıldı.
***
Silah sevkiyatının bir de Libya ayağı vardı. Libyalı gruplara dağıtılan silahlar CIA tarafından toplanıp Türkiye ve Lübnan üzerinden Suriye’ye sokuluyordu. Bu gizli hat 27 Nisan 2012’de Lutfullah-II adlı geminin Trablus limanına giderken Beyrut açıklarında yakalanınca ifşa oldu. Gemi Lübnan’a gelmeden önce İskenderun limanına uğramıştı. Hafif otomatik silahlar, 12.7’lik makineli tüfekler, roket fırlatıcılar, 120 mm’lik havan topları, omuzdan tank ve uçaklara fırlatılan roketler taşıyordu.
Bilinen bir başka sevkiyat; Al Entisar adlı Libya gemisi 6 Eylül 2012’de yükünü İskenderun Limanı’na indirmişti. 400 ton silah taşıyordu.
DIA’nin 5 Ekim 2012 tarihli raporuna bakılırsa Libya’dan transfer ‘Timber Sycamore’ programından önce başlamıştı. Transfer 11 Eylül 2012’de ABD’nin Trablus Büyükelçisi Christopher Stevens’ın Bingazi’de öldürülmesine kadar sürdü. Stevens silahların toplanmasıyla ilgili anlaşmazlık yüzünden öldürülmüştü.
***
Ocak 2013’e girerken Suriyeli grupların envanterinde artık şunlar vardı: BMP zırhlı araçları; T-55, T-62 ve T-72 tankları; 122 mm, 130 mm ve 152 mm’lik toplar; 82 mm ve 120 mm’lik havanlar; 12.7 mm ve 14.5 mm’lik makineli tüfekler; ZU-23, radar güdümlü ZSU-23/4 Shilka ve 57 mm’lik uçaksavarlar, MANPADs (SA-7/16/24) karadan havaya omuzdan fırlatmalı roket atarlar, SA-8 Gecko yerden havaya füzeler; Metis-M ATGMs güdümlü roket atarlar, RPG-29 roket atarlar ve 73 mm’lik SPG-9 geri tepmesiz silahlar.
***
Bu silah sevkiyatı 2014’te kendini bir kez daha ele verdi. 1 Ocak 2014’te Hatay’da durdurulan silah yüklü TIR jandarma ve savcının kararlı tutumuna rağmen ‘devlet sırrı’ denilerek arattırılmadı. Devletin yükü devletten kaçırıldı. TIR’ı aramakta ısrar eden Adana Savcısı Özcan Şişman MİT görevlileri tarafından tehdit edildi ve sonra Gaziantep’e tayin edildi.
***
19 Ocak 2014’te Adana’da durdurulan TIR’lar ise Türkiye’nin bataklığa ne kadar girdiğini gözler önüne serdi. Üç TIR’da toplam 6 çelik kasa vardı. Açılan ilk kasada 25-30 adet füze veya roket ile içlerinde mühimmat dolu 10-15 ahşap sandık bulundu. İkincisinde 20-25 adet füze-roketin yanı sıra 20-25 adet sandık içinde havan mermisi ve 5-6 çuval içinde Doçka uçaksavar tespit edildi. Arama video kaydına alındı. Sonra kıyamet koptu. Olay MİT TIR’ları davasına dönüştü ve arama sürecinde rolü olan asker ve savcılar hapse tıkıldı. MİT yasası değiştirilerek bu tür operasyonlar için dokunulmazlık kazandırıldı.
***
Silah akışının kesilmediğini İdlib düşerken gördük. Erdoğan, 2 Mart 2015’te Riyad’da Suudi Kralı Selman’la iki konuda anlaştı: Biri İran’ın etkisini kırmak için Sünni cephe oluşturmak, diğeri Suriye’de rejimin sonunu getirecek şekilde ateşi körüklemek. Kral’ın derdi Yemen’de Husileri dize getirmek, Erdoğan’ın derdi Şam’a gitmekti. Bu çerçevede Nusra Cephesi ve Ahrar el Şam’ın başını çektiği Fetih Ordusu kuruldu ve İdlib 28 Mart 2015’te düşürüldü. Bu hamle için sahaya epey silah sürülmüştü.
***
Sonraki sahnede aracılar ya da paravanların rolü azaldı çünkü artık Türk ordusu Fırat Kalkanı ile 2016’da sahaya intikal etmişti. 5 yıldır yaşa dışı müdahale yasal araçların sırtında gidiyor. Türkiye kendi terör listesinde yer alan HTŞ’ye de kalkan olacak şekilde pozisyon aldı.
***
Açığa çıkan bilgiler gerçeğin hâlâ çok azı. Bunları "Suriye: Yıkıl Git Diren Kal" adlı kitabımda detaylarıyla anlatmıştım. MİT Başkanı Hakan Fidan 2014’te sızan ses kaydında “2 bine yakın TIR malzeme gönderdik” diyordu. Bu itirafın üzerine 7 yıl daha bindi. Yani Peker’in üç beş TIR’ı yekûnun içinde bir damla.
***
Peker’in dikkat çektiği ticarete dair daha önce çok şey yazdık. Her şey Halep’te o vakitler Orta Doğu’nun en modern organize sanayi bölgesi sayılan Şeyh Neccar gibi Suriye ekonomisinin can damarını oluşturan tesislerin yağmalanmasıyla başladı. Makineler ve ürünler Türkiye’ye getirilip satıldı. Ve savaş ekonomisi doğdu. Petrolden madenlere kadar her şeyin kaçırıldığı büyük bir çark. İdlib’deki çark El Kaide çizgisindeki HTŞ’nin tekelinde. Sınır kapısı da onlar için bir darphane.
***
Savaş suçu, insanlığa karşı suç, yağma suçu, teröre destek suçu, etnik ve dinsel soykırım suçuyla uzayıp giden kirli bir süreç bu. Bunun birincil sorumlusu devletin bir numarası ve silsileyle ötekiler. Bütün bunları bir Yüce Divan paklar. Elbette Türkiye ile ortak hareket eden ülkeler ve onların istihbarat servisleri de her şeyi raporlamıştır. Erdoğan’ın şansı, ortaklarının uluslararası alanı domine eden güçler olmasıdır. Peker’in sunduğunun bin katı gizli bilgiye sahipler. Türkiye’nin dostları da hasımları da bu dosyaları yeri geldiğinde taviz koparmak için kullanmaktan kaçınmayacaktır.