İzniniz olursa, geçen hafta başlamış olduğum “Hacı” serisine
bugün de devam edeyim diyorum. Çünkü bugün Freddie Mercury’le
ilişkili bir yazı için sosyal medya sondajı yaparken kulağıma
çalınan “Bizi bağlamaz” lafı yüzünden, “Peki sizi ne bağlar hacı”
biçimindeki bir soru da dilime ve zihnime yapışıp kaldı... Oysa bir
yandan Bohemian Rhapsody filmini düşünüyordum bir yandan
da Müslüm’ü. Alakasız demeyin bence. Az sabredin. Sonra da ecnebi
dünyaların çeşitli mahkemelerinde alınıp bizi hiiiç bağlamayan
bağzı kararlara da bir yol değinir geçeriz. Fazlasını da zaten
benden ummayın. O iş bende değil.
Lafı dolandırmayı şimdilik bırakalım. Bohemian Rhapsody
ile Müslüm’e gelelim. Aslında en alakasız gibi görünen iki
konunun birlikte düşünülebileceği bir düzlem her daim var. Mesela
Müslüm filmiyle Çirkin Kral Efsanesi’ni nasıl
birlikte tartıştıysak, Müslüm ve Bohemian
Rhapsody filmlerini de birlikte değerlendirmemek için hiçbir
neden yok. Müslüm forever bilakis.
Timuçin Esen’den Müslüm yapmak için “burun” nasıl biraz fazla
kaçırılmışsa, Rami Malek’ten Freddie Mercury yapabilmek için de ön
dişler biraz fazla kaçırılmış. O kadar dişe gerek yoktu
bence. Fakat o muazzam bruno de berjırak’ına
rağmen Timuçin Esen nasıl şaane bir Müslüm olmuşsa, Rami Malek
de koca dişleri ve görece minnak ebatlarıylan Freddie’nin görkemine
yaklaşmayı başarmış. Hem de ne... Filmler arasındaki bir benzerlik
de epeyce steril olmalarında. En dağıtmış sahnede bile Müslüm
olsun, şeytan tüylü Freddie olsun, az evvel buharlı ütüden geçmiş
gibi. Aile izleyicisini ürkütmemek için her iki film de
sanatçıların altkültürel yaşantısını epeyce “temize çekmiş.”
Üstelik Müslüm’de sosyo-politik bağlam ne kadar eksikse
Bohemian Rhapsody’de de o kadar eksik. Neyse ki “tek
derdimiz bu olsun” demiştim daha önce. Kendi sosyo-politik
bağlamımızdan ne hayır gördük ki filmlerde arayalım. Şahsen ben
kendi sosyo-politik bağlamımı Roma’yı yakar gibi yakıp kül
edebilmeyi çok isterdim. Her şeyin tadını kaçırmaktan başka bir işe
yaramıyor. Hiçbir şeyin “bizi bağlamadığı,” bağlamsız ve
bağlantısız bir dünya negzel olurdu. Ben zaten Mülkiye’de
talebeyken de en çok, zalım hoca Türkkaya Ataöv’ün anlattığı,
“Bağlantısızlar Hareketi” konusunu sevmiştim.
Bohemian Rhapsody güzel film, doğrudan damarınıza
şırınga ediliyor. Kafa yapıyor. Ben kafa yapan filmlere de ayrı bir
krediden bayılırım zaten. Tabii benimkiylen birlikte gittim bu
filme. Kendisi Queen grubunun tarihiyle, Freddie’nin hayatı ve
müziğiyle ilişkili birçok şeyin eksikliğini veya yanlışlığını saydı
saydı döktü. İstediği kadar döksün. Hiç moralimi bozmadım. O
şeylerin varlığından da haberdar değildim, yokluğundan mı müteessir
olacağım? Olanlar yetmiş de artmış bana, ağlamaktan helak olmuşum
zaten. Neyin eksiğiymiş? Queen’le Müslüm’ün fan topluluklarının
aynı histerik sevgi selinde sürüklendiğini görmek de inanılmazdı
doğrusu. Bohemian Rhapsody’de imax teknolojisiyle adeta
1985’in Live Aid sahnesine ışınlandığımızı da hiç
anlatmayayım. Parantezi kapatalım, meselemize dönelim.
Bugünkü meselemiz Bohemian Rhapsody’le ilişkili AİHM
kararı. Şu kadarını söyleyeyim AİHM kararı bizi bağlamaz. Bizi
hiçbir şey bağlamaz. Kükremiş sel gibiyiz, bendimizi çiğner aşarız.
Hangi çılgın bize zincir vuracakmış şaşarız. Gerçi bizi
bağlamadığını söylediğimiz her şey eni konu bir şeylerimizi de
bağlıyor. Rahip Brunson mesela, doları 5.25 üzerine ve kendinden
evvel halim selim bir biçimde 5.00’lerde ikamet eden Euro’yu da
6.05 üzerine bağladı gitti... Gidiş o gidiş. Gözü kör olmayasıca,
rahip olacak bir de... Arkaaşlar vallahi bugün bu ha(l)tlar fena
karıştı bende. Meselemiz Bohemian Rhapsody olacaktı tabii. Fakat
gündemin yarattığı bu anksiyete ve kimseyi hiçbir şeyin bağlamadığı
bu post-demokratik siyaset toplumu tadımızı kaçırdı ve de
insicamımızı tümden bozdu. Bir filmin kollarına, bir müziğin
ritimlerine insan kendini bırakamıyor. Gerçekten yani, “Is this the
real life?” Bismillah... Oysa ne şarkı ama o, ne bohemyan bir
rapsodi...
İki saat boyunca beni Yeni Türkiye’nin sefil siyasetinden çekip
almış mı bu rapsodi? Almış. Oooh, Galileo, Galileo... Daha ne
olsun. Bohemian Rhapsody insanı uzaya uçuracak yoğunlukta coşku
yayan bir film, eksiğiyle gediğiyle öyle. Fakat filmin beni en çok
etkileyen tarafı Freddie Mercury’nin kendi tutkusuna sarılma
haliydi. Vazgeçmemesiydi. Ailesi, çevresi, etnik kökeni ya da
cinsel yönelimi nedeniyle, yakasına yapışıp kendisini aşağıya
yuvarlamaya çalışan hiç kimse ve hiçbir şey Freddie’yi bir an olsun
yıldırmadı, tereddüde sürüklemedi. Film Queen grubunun ya da
Freddie Mercury’nin sanatının hakkını veriyor mu vermiyor mu
konusunda iddialı laflar edecek değilim tabii. Beni daha çok
Freddie Mercury’nin öyküsünü ve müziğe olan tutkusunu izlemek
cezbetti. Freddie bir rock yıldızı olarak sesinde taşıdığı cevherin
ve bedenindeki coşkunun hakkını her koşulda ve her sahnede
veriyormuş. Öyle görünüyor. Kısacık ömrüne rağmen, dünyanın
nefesinde büyülü sesiyle unutulmaz bir yer edinmiş...
İşte bu film dolayısıyla odaklandığım Freddie Mercury hakkında
biraz daha okuyup araştırayım istemiştim bugün. Fakat araya acayip
acayip laflar girdi. Bir yerden kulağıma, “Bizi bağlamaz”
efelenmesi çalındı. Başka bir yerde bir kapı sertçe çarptı.
Behzat Ç.’ye “Mutsuz kalaydın be hacı demesi kolaydı tabii”
dedim kendi kendime. Şimdi gel de “Bizi bağlamaz” diyene, “Peki
sizi ne bağlar hacı de bakalım” dedim... Diyemedim tabii. Başka bir
şey de yapamadım. Öylece camdan dışarıya, uzaklara bakarak düşündüm
durdum.
Önüne kattığını Edirne’ye kadar sürüklemeye niyetli, fena bir
rüzgar esiyordu...