‘Penis bu kadar kutsanırken, cinayetlerin olmasına şaşırmıyorum’

Pınar Ege, yıllardır trans cinayetlerinde kadınların ilişki bittikten sonra öldürülmesine ve sünnet törenlerine dikkat çekiyor. Bir erkeğin penisinin derisinin kesilmesinin dünyanın en önemli olayı gibi lanse edilmesinin, 'kutsanmasının' bu cinayetlere neden olabileceğini düşünüyor.

Abone ol

DUVAR - Son dönemde artan trans cinayetlerindeki şiddet dozunu sadece suç olarak nitelemek yeterli olmayabilir. Toplumsal nefretin tezahürü olduğu da anlaşılıyor. “Trans cinayetleri politiktir” deniliyor. Bu cümlenin arkasındaki gerekçeler neler? Bir trans yaşadığı şehirde dilediği gibi hareket edebiliyor mu? Politik bir trans kadın, politik olmayan trans kadınlarda neleri gözlemliyor? Bilinen, sıkça yaşanan bir hikaye var: Seks işçisi bir kadına, ailesi tarafından ölüm fermanı verilmişken, iş ailesine nakdi yardım yapmasına gelince durum değişiyor. Bu nasıl okunabilir? Ve yine ilginçtir, trans kadınların çoğu cinsel ilişki bittikten sonra öldürülüyor. Bu sürecin ahlaki kodlara göre bir karşılığı var mı?

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü'nden 2003'te 'trans kimliğinden dolayı, okulun kılık kıyafet kanununa aykırı bulunduğu için' atılan Pınar Ege şimdilerde bir hak savunucusu. Sorularımızı kendisine yönelttik. Sormakta zorlandığım yerlerde bana yardımcı olduğunu not etmek isterim.

Romantik ama gerçekçi olmayan bir cümle kurmak istemiyorum. Bazı konularda 'empati' kurulamayacağını düşünüyorum. Kürt olmak ama daha ötesi Alevi olmak. Ya da örneğin Alevi olmak ama lezbiyen ya da gay olmak. Ve bu başlıklardan da öte belki de trans kadın olmak. Bu başka bir yaşam deneyim. Trans cinayetlerinde, kadınların kafaları kesilecek, bedenleri yakılacak kadar yaşanan bir şiddet biçimi var… Bu nefretin bir başlangıcı var mı sence?

Bizim hayatımızda hiçbir şey düz değil. Rayında gitmez hiçbir şey. Çok derine inmek istemiyorum. Tabii ki de bunun bir başlangıcı var. Başlangıç noktasına girersem bu sohbet bitmez. Geleceğe bakmak için geçmişe de bakmak gerekiyor. Ben bir hak savunucusuyum. Sürekli olarak geçmişe bakarak geleceğin neye tekabül edeceğini düşünerek geleceği şekillendirmeye çalışıyorum. Bu ülkede İttihat ve Terakki’den itibaren gelmiş bir model var. Türkiye’nin geçmişine baktığınızda ötekilerin, yok sayılanların öldürüldüğünü görürsünüz. Ermeni katliamı, Rum sürgünleri vs… Diğerlerinin katledilmesi, izolasyonu hep vardı.

Şimdi nasıl?

16 Nisan 2017 referandumuna kadar nispeten daha güçlüydük. Türkiye’de Kemalistler, İslamcılar hep vardı. Sosyal demokratlar, duyarlı insanlar da vardı. Biz herhangi bir olayda, buna cinayet de dahil olmak üzere, bir takım hak ihlallerinde kendimizi ortaya koyabildiğimiz alanları bulurduk ya da yaratırdık. 16 Nisan'dan sonra Türkiye yeniden yapılanmaya girdi. Bu süreçte nefes aldığımız, bazen çatıştığımız ama var etmeye çalıştığımız tüm alanlar bir bir elimizden alınmaya başladı. 15 Temmuz’dan sonra ise resmen 'yeni Türkiye' modeline geçildi. Alternatif medyadan bahsetmiyorum ama anaakım medya çok uzun süre sipariş haberler yaptı. Hepsi ahlak normlarının altını çizdi. LGBT-İ etkinliklerinin, yürüyüşlerin yasaklanmasının altında bunlar var. Nefretle insanların kafası dolduruluyor. Bakınız, Alperen Ocakları İstanbul İl Başkanı Kürşat Mican davası. Bakınız, yakılarak öldürülen Hande Kader davası. Eylül Cansın’ın intihara giden süreci…

'PASİF ŞİDDET BAZEN DAHA FAZLA ZARAR VERİYOR'

.

Bir trans kadın, örneğin İstanbul’da belirli bölgelerde mi yaşam alanı kurulabiliyor? Yani, şehri dilediğin gibi kullanabiliyor musun?

Duruma göre değişiyor. Ben Dolapdere’de yaşıyorum mesela. Çok rahatım ama Etiler’de aynı rahatlığı yaşayabilir miyim, bilmiyorum. Buna rağmen İstanbul’un birçok yerine gidiyorum. Gazi Mahallesi, Nurtepe, Bebek, Beşiktaş… Bunun için bir bölgede yaşamak gerekmiyor aslında. Örneğin Taksim'deyiz şu an. Burası bir getto. Ben bu gettoda, burada var olmuş bütün kimliklerden kendimi muaf tutarak, sadece trans kadın birey olarak bu kimliğimle bile sorunlar yaşıyorum. Seni Taksim Meydanı'nda beklerken dahi 15 kişinin bakış ile tacizine maruz kaldım. Çok minik bir örnek bu. Şiddetin illaki bedensel eyleme dönüşmesi gerekmiyor. Pasif şiddet bazen bedensel eylemlilikten daha da fazla zarar verebiliyor. O bakışlarda alaycı, nefret eden, size ne olduğu belirsiz bir ucube olduğunuzu hissettiren şeyi görebiliyorsunuz. Trans kadınların çok yoğun hissettiği bir duygu bu.  Fransız Konsolosluğu’ndan, Galata Kulesi’ne doğru yürüdüğün anda sözsel hatta bazen fiziksel şiddet yaşama ihtimaliniz var.

Beni beklerken, “istersen beraber yürürüz” diye mesaj attın.

Belki görmek istersin diye. Kendin bizzat şahit ol diye.

'TRANSLAR TOPLUMA HİÇBİR ŞEKİLDE ALINMAYANLARDIR'

Belki hepimiz biraz 'yalnızız' fakat tüm bu anlattıkların ekstra bir yalnızlık değil mi? Ailenle iletişimin var mı örneğin?

Şöyle… Toplumu bir duvar olarak düşün. Bu duvarda illaki çatlaklar var. Mutlaka olacaktır. Bireyleri de tuğla olarak düşün. Bu çatlaklara bir Aleviyi koy, olur. Bir Rumu, Ermeniyi, Kürdü, Çingeneyi, Siyahı koy. Bu duvar her şekilde olur. Hatta bu duvara bir lezbiyeni, bir gayi koy yine olur. O çatlak kapanır ama sen bu duvara bir transı koyduğunda bu duvar çöker. O tuğla oraya yerleşmez. İşte trans kadınlar her zaman o tuğladır. Aileden, toplumdan gördüğümüz şiddet… Hatta kendi içimizde kendimize yaşattığımız şiddet hallerimiz bile var. Benim avantajım şu: İyi ve eğitimli bir aileden geliyorum. İzmirli asker emeklisi bir baba ve bir şirkette yönetici olan Rum bir anne. Sosyo-politik durumları üst-orta düzeyde olan bir aile ama gene de çok da her şeyi kabul ettikleri, “sen de bizim prensesimizsin” dedikleri bir hal tabii ki de yok. En azından bir nebze olsun şanslıyım. Çok mükemmel olmasa bile  ailemle bir iletişimim var.

Toplumda yer bulamamak nasıl yansıyor sosyal hayata?

Biz trans kadınlar dört ayaklılar gibiyiz.

Hayvanlar gibi! Nasıl? Anlamadım.

Hep onları kendimize eşit görürüz. Bir transın evinde mutlaka kedi ya da köpek olur. O sevgi, ilgi, o tutunamama hali. Çok dengizdir. Böyle anlatabilirim. Hatta rahmetli Esra (Yakın zamanda, İstanbul Beyoğlu'nda öldürülen trans kadın Esra Ateş) öldürülen bir trans arkadaşımızın kedisini sahiplenmişti. Esra da öldürüldü. Kedisi günlerce Esra’nın kapısında bekledi. Sosyal medyadan yaydığımız bir haber sayesinde başka bir trans kadın kediyi sahiplendi. Gerçekten enteresan bir deja vu var ortada. Bitmek bilmeyen kaotik bir zincir.

'KENDİMLE DALGA GEÇEREK RAHATLIYORUM'

İletişim kurarken çok dikkat ettiğin, tedirginlik duyduğun oluyor mu?

Yok. Sıfır. Çok uzun süredir sivil toplum kuruluşlarında çalışıyorum. İster istemez birçok insanla el ele, göz göze, sesle iletişim halindeyim. Bir şekilde iletişimin tüm hallerini, yollarını görüyorum. Daha çok sosyal medyada senin dediğin şeye dönüşüyorum. Paranoya derecesinde korunaklı davranıyorum. İlk Instagram hesabımı, tehditler yüzünden kapattım. Orada sadece trans aktivizmi yapmıyordum. Kadın özgürleşmesi, engelliler, Kürt hareketi…

Negatif dönüşleri başlarda takmıyorsun, “aman” deyip geçiyorsun ama bir zaman sonra o kadar  ızdırap haline dönüşüyor ki… O yüzden şimdi daha dikkatli kullanıyorum.

En son başıma gelen bir şeyi anlatayım. Facebook'ta ilgi alanlarımın olduğu bir sürü grupta varım. Yine bu gruplardan birindeki insanlara, bende fazla olan ya da kullanmadığım eşyaları çöpe atmaktansa değerlendirilsin diye veriyorum. Ama hiç kendim vermemiştim. Yanımda arkadaşlarım oluyordu, onlara rica ediyordum. Bir gün saç düzleştirici ihtiyacımı yazdım. Alacak durumum yoktu. Bir kadın, “bende var” dedi. Bu arada bölgeyi de sınırladım. Taksim ve Şişli en fazla. Saç düzleştirici için Tuzla’ya gidecek halim yok. Kadın “Kurtuluş’ta oturuyorum, ben verebilirim sana” dedi. “Hayhay, Osmanbey metrosunda buluşalım” dedim. Gittiğimde kadın buluşacağımız mekandaydı. Merhaba, dedim. Böyle bir durdu. Buyurun, dedi. "Ben Pınar" deyince  baştan aşağı süzdü beni. Oturdum ama hiç konuşmuyor. Nasılsınız, dedim. Hiçbir şey söylemedi, aldı çantasını çekti gitti. Saç düzleştiriciyi de geçtim. O kadar garipti ki…Kahraman Pınar, duvarların arkasında olduğu sürece gerçek bir kahraman. O kadar güldüm ki. Artık kendi kendimle dalga geçiyorum. Buradan rahatlatıyorum kendimi.

'TRANS KADINLAR MAKBUL VE MAKUL KADIN OLMAYA ÇALIŞIYOR'

.

Politik bir kadınsın. Bundan dolayı, bedenle ilişkini daha sağlam temellendirdiğin fark ediliyor. Politik olmayan trans kadınlara baktığında, diyalog kurduğunda ne görüyorsun?

Teşekkür ederim. İyi bir soru. Makul ve makbul olma hali var. Bir trans kadın toplumsal değerlerde ne kadar kadına benzerse toplum içinde o kadar kabul görür. Neoliberalizm gibi… Neoliberalizm sürekli sana bir şey vaat eder. Sürekli güzellikleri sunar. Makul ve makbul trans kadın olmak için neye ihtiyaç var? Kapitale. Daha çok paraya. Saçın, burnun, göğsün, oran buran… Hepsi toplum gözünde daha kadın olabilmeni sağlayan şeyler. Yani bedenlemek üzerine. Politik olmayan trans kadınların yaşamlarındaki tek emelleri, toplum içindeki makul kadına benzemek. Sadece bunun üzerinden bir varoluş ve yaşayış tarzı var.

Çok enteresan bir şey anlatayım sana. Yıllar önce Lambdaistanbul’u (LGBTT-İ Dayanışma Derneği) kurduk. Resmi olarak ilk ofisi açtık, Terkos çıkmazında. Tek trans kadın benim ve trans kadınları örgütlemek istiyoruz. O zamanlar daha çok trans kadınların olduğu bir yer vardı. Oraya gittim. Özellikle seks işçiliği yapan kadınlarla konuştum, arkadaş oldum. Onları bir pazar toplantıya davet ettim. Ne kadar beyaz, ne kadar üstten baktığımı ben o gün toplantıda anladım. Kızları, pazar günü öğlen 13.00’de o toplantıya davet etmiştim. Bu, terbiyesizlikti. Çünkü seks işçisi trans kadınların en yoğun çalıştıkları gün cuma ve cumartesidir, muhtemelen sabah 6’da ya da 7’de yatmış olurlar. Terkos çıkmazında kızlar Pınar biz geldik diye beni aradılar. Utanıyorlar girmeye. Niye utanıyorsunuz, dedim. Bol bol eşofman giymişler, üzerlerinde tişörtler, kafalarında şapkalar. Hiç makyaj yok. İki göz iki çeşme ağladım. Tamamen o alana uyum sağlayabilmek adına, hiçbir abartı olmadan oradaydılar. Konuştuk, anlattık. İçlerinden biri toplantı sonrası yanıma geldi. “Pınar, lütfen bizi bir daha çağırma” dedi. Niye, dedim. “Mesela biz polis şiddeti gördüğümüzde ne yapabileceğimizi artık biliyoruz ama bilmesek daha iyi. Bunun hakkımız olduğunu bile bile yapamamak çok daha büyük acı verecek” dedi. Politik olmamak bazen dünyanın en akıllı ve en doğru şeyi!

'ÖLDÜ, BİTTİ GİTTİ, NE KALDI BİZE?'

Ailesine ev alan ya da maddi yardım yapan ve ondan sonra ailesi tarafından kabul edilmiş LGBT-İ’lerin hikayelerini duyuyoruz ya da seks işçisi bir kadının ailesi tarafından ölüm fermanı verilmişken iş aileye maddi yardıma gelince durum değişiyor. Bu nasıl bir şey?

Eceliyle ölen trans kadın arkadaşımız çok az. Katledilmiş ya da eceliyle ölen trans arkadaşlarımızın üç aşağı beş yukarı cenazelerinde oradaydım. Tüm o süreçlere şahit oldum. Hande’de de, Eylül’de de ya da intihar eden diğer arkadaşlarımızın cenazelerinde de hep aynı tabloyu yaşadık. İsim vermek istemiyorum. Öldürülen trans bir arkadaşımızın abisi geldi. “Öldü, bitti gitti, tamam. Ne kaldı bize?” dedi. Direkt böyle söyledi.

Öncesinde görüşüyorlar mıydı?

Yok, hayır tabii ki. Hatta aile katline ferman vermişti. Ölüm haberi bir şekilde aileye ulaştırılıyor ve abisi koştura koştura İstanbul’a geliyor. Ondan neyin kaldığını sordu. Bu sayede cenazeyi kabul etti. Biliyorsun, cenazeyi sadece ailelere teslim ediyorlar. Aile almıyorsa kimsesizler mezarlığına gömülüyor. Eğer arkasında ailesini refaha kavuşturacak mal mülk kaldıysa sahipleniyorlar. Diğer örnekler de var tabi. Ailesiyle diyalog halinde olan, kardeşini okutan, abisine bakan ama o kadar az ki.

'BİRÇOK TRANS KADIN SEKS İŞÇİLİĞİNE ZORUNLU'

Trans kadınların yaşamlarını idame ettirebilmesi için tek seçenek seks işçiliği mi peki?

Evet. Zorunlu hatta.

Niye zorunlu?

Biraz kendi hikayemden bahsedeyim sana. 3,5 yaşımda annem ve babam ayrıldı. Yedi yaşına kadar anneannemin ve dedemin yanında büyüdüm. Anaokulda girdiğim kolejden lisede mezun oldum. Üniversiteden atıldıktan sonra şöyle dedim kendi kendime. Pınar, sen yırttın. Bitiremesem bile bir eğitimin var. Sen hiçbir şekilde zorluk yaşamazsın falan… CV dolduruyorum, şirketlere atıyorum. Görüşmeye gidiyorum. Henüz kimliğim mavi, param yok, operasyon geçirememişim. Söylüyorum bunları. Bütün iş görüşmelerim bir süre “yaaa” ve “ama”larla sürdü. Evsiz kalmaya kadar giden uzun bir süreçti bu. Bursum devam ediyordu, okuldan atılmış olmama rağmen. Bana burs veren aile, özel bir aileydi. Sağolsunlar kesmediler bursumu. Onların sayesinde bir süre daha ayakta kalabildim. Sonra “Pınar, biz başka bir öğrenciye burs vermek zorundayız” dediler; "Elbette" dedim. Önümde iki seçenek var. Ya ailemin yanına döneceğim ya da kendimi öldüreceğim. Ailemin yanına dönersem, ailemin çizdiği kırmızı çizgiler içinde yaşayacağım ve mutsuz olacağım. Ben intiharı tercih ettim. Fare zehiri aldım. Kadıköy’de kendimi öldürmeye gidiyorum. Samimi söylüyorum. Rıhtımda pavyon, bar, birahane gibi yerler var. O birahanelerin birinin camında “tuvaletçi aranıyor” yazısını gördüm. Ya, Pınar bir de burayı dene dedim. İçeri girdim. Adama durumumu anlattım. "Gel, başla" dedi. Bana kalacak yer verdi. Orada yatıp, kalkıyorum. Adamlar geliyor, kolonya döküyorum, tuvaletleri temizliyorum. Çok mutluyum. Neyse… Aradan zaman geçti, patron geldi. “Pınar, çabuk hazırlan. Ali Rıza Bey geldi.” Ne hazırlanması, Ali Rıza bey kim? “Kadıköy eşraflarından” dedi patron. “Ona kons yapacaksın!” "Abi bilmiyorum, benim işim o değil" dedim. "Mecbursun, seni istiyor" dedi. Üstümü başımı değiştirdiler. Bambaşka Pınar’a dönüştüm. Takma kirpikler falan. Patronun kolunda gittim. Uzun bir masa. Üzeri dolu. Ali Rıza Bey ayağa kalktı, ceketini ilikledi. "Pınar hanım, hoş geldiniz" dedi. Birkaç saniye düşündüm. Ali Rıza, Kadıköy eşrafından ve birçok iş yeri olan adamlardan biri ve ben büyük olasılıkla onun iş yerlerinden birine iş başvurusu yaptım ve Ali Rıza Bey beni böyle karşılamadı. Ama şimdi ayağa kalktı, ceketini ilikledi. Kuş sütünün eksik olmadığı o masada beni kraliçeler gibi ağırladı. Zorunlu seks işçiliği mesela benim hayatımda böyle başladı. Birçok trans kadının hikayesi de böyle. İnsan doğduğu andan itibaren çok temel olan haklara sahip olmak ister. Yaşama hakkı, barınmak hakkı, eğitim hakkı. Eee, tüm hakların elinden alınmışsa ne yapacaksın? Bir şekilde tutunman ve mücadele etmen gerekir. Bunu da yapmanın tek yolu sensin. Önüne maalesef altın tepside seçenekler sunan, La Dolce Vita (Federico Fellini’nin bir filmi) gibi bir hayat yok.

Şimdi tecrübelerini paylaştığın yerler var mı?

Yaşayan kütüphanelere katılıyorum. Üniversitelerde gönüllü ders veriyorum. Toplumsal cinsiyet üzerine, trans cinayetleri üzerine.

“Yaşayan kütüphaneler” ne demek? Bilmiyorum.

Muhteşem bir sistem. Öğrencilerle ve katılmak isteyen her kimse onunla bir araya geliyorum. Onlara anlatıyorum. Toplumda önyargılara maruz bırakılmış bir takım başlıklar var. Trans kadın, Alevi, feminist, vejetaryen, vegan, ateist, deist, HIV pozitif, seks işçisi, Yahudi… Hatta Müslüman dahi olabilir. O başlıklar aslında birer kitap başlığı ve o kitaplar birer kişi. Mesele ben orada trans kadın kitabının anlatıcısı olarak bulunuyorum. Okuyucu geliyor. Kütüphane sistemi gibi. Katalog var. Katalogdan hangi kitabı okumak istiyorsa onu seçiyor. 20 dakika boyunca karşılıklı oturup sohbet ediyorsun. O sana sorular soruyor.

En çok ne soruluyor?

“Ailenizin tepkisi ne oldu?” ve “İlk ne zaman fark ettin?” En çok, bu iki soru soruluyor.

Hoşmuş. Yaşayan kütüphaneler, hangi üniversitelerde var?

Boğaziçi, Koç, Sabancı, Marmara üniversitelerinde var. Yıldız’da yasaklandı geçen yıl.

Yolda gelirken trans evinden, misafirhaneden konuştuk. Yardım almak isteyen nasıl ulaşır? Kimler geliyor misafirhaneye?

Birkaç problem yaşıyoruz. Aracı dernekler var. SPOD (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği) var. Onların referansıyla ulaşabilirler. İhtiyacı olan, kriz anında olan herkesi alıyoruz. LGBT-İ olması bizim için önemli. Zaten sadece buna yönelik bir yer. Kimliklerinden dolayı ağır durumlar yaşayan, evinden kovulan, şiddet gören insanlara açık. Biz sadece barınma olanağı sağlayabiliyoruz. Ne psikolojik destek ne hukuki destek ne de başka bir şey sunamıyoruz. Öyle bir kadromuz yok.

Psikolojik destek veren yerler var mı?

Tabii var. KADAV (Kadınlarla Dayanışma Vakfı), SPOD psikolojik destek veriyorlar.

'İKİ KADIN KAHRAMAN VAR'

.

Senle buluşmaya gelirken Tarlabaşı’nda gördüğüm trans kadın SPOD’u biliyor mu? Ulaşabilir mi SPOD’a ya da başka yardım alabileceği bir kuruma?

Tabii ki de bilmiyor ama şöyle, trans kadınlar Türkiye’deki LGBT-İ derneklerinin varlığını biliyor. İstanbul’da SPOD diye bir derneğin olduğunu biliyor. Ya da bazı kahramanlar var. Seyhan Arman, Çağla Akalın gibi…

Kim bu isimler? Ne yapıyorlar?

Trans kadın olan ve sosyal yaşantıda çok tanınmış kadınlar. O kadınlar üzerinden mesela bize ulaşıyorlar. Seyhan zaten muhteşem bir kadın. Uzun zamandır oyunculuk yapan ve hayatını oyunculuk yaparak kazanan bir kadın. Geçen sene tek kişilik oyunu, Küründen Kabare’de beraber çalışmıştık. Çağla da keza sinema filmlerinde oynuyor. Onlar bilinen rol modeller oldukları için Tarlabaşı’nda otobüs bekleyen trans kadın beni tanımıyor, SPOD’u bilmiyor ama Çağla’yı ya da Seyhan’ı tanıyor. Çağla ve Seyhan üzerinden bize ulaşıyor.

LGBT-İ’ler dışarıdan bakınca sol örgütlerden çok daha iyi örgütleniyorlar gibi gözüküyor. Fakat bilhassa translar. Sebebi ne?

Sana duvarı anlatmıştım ya. Duvara lezbiyeni, gayi yerleştir olur ama trans yerleştirirsen duvar çöker diye. Kastım buydu. Türkiye’de kapalı kimlikleriyle olsa dahi örgütlenme pratiğini LGBT-İ’ler her zaman çok kolay geliştirmişlerdir. Trans kadınlar ise kendi öz örgütlenmelerini, bir arada olma halini geliştirmek zorundalar. Trans kadınların herhangi LGBT-İ’lerle örgütlenmeleri anlattığım sebepten dolayı çok zor. Burada transfeminizm devreye giriyor. Kendi alanlarını açmak zorundalar.

Anlamlı geliyor. Seks yaptıktan sonra kadın öldürülüyor. Orayı nasıl okuyorsun?

İkiyüzlülük. Kısa film Nerdesin Aşkım’ı izledin mi?

'SOSYAL KODLAR, ERİLLİĞİ YÜCELTİYOR'

İzlemedim.

Bence izlemelisin. Seyhan’ın ve birçok trans arkadaşımızın oynadığı gerçekten güzel bir film. Orada bir cinayet sahnesi var. Tam dediğin gibi, ilişkiden sonra kadını öldürüyor. Yani onun altında birçok şey var. Mesela kendi kimliğini bastırma, sosyal kodlardan dolayı pişmanlık… Her zaman söylüyorum. Bu ülkede trans kadınlar eğer iyi çalışırlarsa çok iyi paralar kazanıyorlar. Bir trans kadın çok kısa sürede hayatını iyi hale getirebilir. Bu kadınlarla seks yapan kişiler sonuçta erkekler. Aynı erkekler bu kadınlara iş vermiyorlar. Bu da başka bir ironi ya da çelişki. Bir takım sosyal kodlar var. O sosyal kodlar eril sistemi o kadar yüceltiyor ki… Bakınız sünnet düğünleri. Bir erkeğin penisinin derisinin kesilmesi adeta dünyanın en önemli olayı gibi lanse ediliyor. Bir ülkede penis bu kadar kutsanırken, bu cinayetlerin olması kadar daha doğal bir şey görmüyorum. Çünkü erkekte otomatik olarak şu var: Penis bende, iktidar benim ve ben penisimi istediğim yere çok affedersin sokabilirim. Penisimi kutsayan insanlara da istediğim eziyeti yapabilirim. Anneme, karıma, seks yaptığım her kimse ona…

Sosyal kodlar dedin. İmtina ederek soruyorum Pınar. İki kadın konuşuyoruz. Sevişmeyi çok kutsadığımdan değil ama dünyanın en güzel şeylerinden biri, iki insanın birbirine dokunması, sevişmesi, orgazmı yaşaması. O esnalarda kötü şeyler hissedildiğini düşünmüyorum ama bittikten sonra ahlaki kodlar devreye giriyor. Sen, sana olan bakışları tariflerken “ucube olduğunuzu hissettiriyor” gibi bir şey dedin. Vahşice öldürerek temizleniyorlar mı?

Öyle zannediyorlar. Esra’nın katilinin ifade tutanağı sosyal medyaya yansıdı. Orayı birlikte okuyalım mı?

Okuyalım.

(Bu esnada, Pınar’ın telefonundan ifadeyi buluyoruz.) Önemli bir yerini okuyacağım sana: “Eskort sitesinden aldım numarasını. Eve gittim, anlamadım. Kadın mı erkek mi diye. Ücreti verdim. İlişki sırasında onun erkek olduğunu anladım. İşimiz bittikten sonra bıçak çekip benden para istedi. Ben de elinden aldım. Bacağına vurdum, iki tane. Aşağı kaçtı. Binanın kapısında boğazını kestim…” İlişki sırasında erkek olduğunu anlıyor ama ona rağmen ilişkiye devam ediyor. Orgazm oluyor. Boşalıyor. Her şey bitiyor ve sonrasında onu öldürüyor. Yıllardır bu böyle. İlişki bittikten sonra öldürülüyor kadınlar. Transları öldüren insanların herhangi bir Ahmet, Mehmet olduğunu düşünmüyorum.

Kim onlar?

Belki bu benim paranoyam. Bu insanların tesadüf olduklarını düşünmüyorum. Kiralık katil olduklarını, birileri tarafından tutulduklarını düşünüyorum. Bir insanı sevmeyebilirsin, ondan hazzetmeyebilirsin ama nefret cinayeti işleyebilecek kadar ileri boyutta olmasını anlayamıyorum. Kendi adıma düşünüyorum. Ben kimseden nefret etmiyorum. Sevmediğim insanlar var elbette ama nefretle birini öldürmek akıl sağlığımı zorlayan bir yerde duruyor.

Yaşantınızın çok kolay olacağı zamanların geleceğini düşünüyor musun?

Hayır. Çok net. Başta söylediğim gibi Türkiye resmen yeniden yapılıyor. Bambaşka bir devlet, ülke haline geliyor. Türk, Müslüman, eril, Sünni, heteroseksüel… Bu kodlara göre inşa edilen bir Türkiye var. Hayır, pek umutlu değilim.

Yine de nereden başlanmalı?

İnatla ve ısrarla söylüyorum. Türkiye özelinde, Anayasa’ya cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi maddeleri eklenmeli. Nefret cinayetlerinin tanımlanması ve nefret suçunun bir yasayla suç olarak kabul edilmesi gerekiyor. Buralardan başlamak gerekiyor. En büyük isteğim bu.

Pınar, “Trans cinayetleri politiktir” diye sağlam bir argüman var. Bu mottonun gerekçesi tüm bu konuştuklarımız mı?

Evet. Bir eril sistem mevcut. Bu eril sistemin birbirini beslediği noktalarda tüm bu yaşadıklarımız ortaya çıkıyor. Tabii bunun temelinde neoliberalizm, kapitalizm var. Türkiye’nin sosyal bir devlet olmayışı, anayasada cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim maddelerinin olmaması vs… Hepsi o cümleye çıkıyor.