Pentagram: Heavy Metal'in dünü bugünü yarını
Pentagram 30 yıllık müzik serüvenini Akustik albümüyle kutluyor. Kuşkusuz Pentagram bu coğrafyanın kaderini de, kederini de hissediyor. Bu nedenle umudu kaybetmeme arzusuna sıkı sıkıya sarılmayı salık veriyor.
Deniz Durukan
Türkiye’de Heavy Metal denilince akla gelen ilk isim Pentagram. Bunun haklı gerekçeleri var. Bu coğrafyada, bu tavırdaki müziği hem geniş kitlelere ulaştırmaları hem de otuz yıldır müzikteki varlıklarını sürdürmeleri kendilerine özgü bir söylem yaratmalarında yatıyor. Üstelik 90’ların sonunda satanizm mevzuları yüzünden bu tarzdaki müziklerin neredeyse lanetlenme aşamasına geldiğini düşünürsek Pentagram’ın nasıl bir yükle bugünlere ulaştığını da anlarız. Kuşkusuz bu yük sadece onların kişisel yolculuklarının ağırlığıyla orantılı değil, tüm coğrafyanın yükünü sırtlanarak çıkıyorlar karşımıza. Mesela son çıkardıkları Akustik adlı albümde; otuz yıllık birikimlerinden süzülen Sonsuz şarkısında dile getirdikleri “yarın” endişesi gibi. Bu duygu, hepimizin endişesine tekabül ediyor. Ve huzur bulma arzusu yarın kaygısının temelini oluşturuyor.
Kuşkusuz Pentagram bu coğrafyanın kaderini de, kederini de hissediyor. Bu nedenle umudu kaybetmeme arzusuna sıkı sıkıya sarılmayı salık veriyor. “Bir gün mutlaka” şiarıyla hareket ediyor etmesine ama insan evladının sebep olduğu kötülükleri de unutmuyor. Temel meselelerinden biri bu Pentagram’ın. İnsanın hem kendine hem de dünyaya olan ihaneti. En başa giderek anlatıyor hikâyeyi, ilk insana kadar iniyor Pentagram Geçmişin Yükü adlı şarkısında. Bu ihanet, insanın yazgısı da oluyor bir anlamda ya da gölgesi; hep peşi sıra onu takip eden! Grubun şarkıda “Bizler Tanrı’nın kırık hayalleri”yiz demesi de bundan. Belki de her anlamda en başa dönüp kendimize, yaptıklarımıza bakmanın farklı bir göndermesi diye de yorumlayabiliriz bu şarkıyı, hatta tüm albümü.
Bir anlamda Pentagram da bu çalışmayla müzikteki yolculuğuna bakıyor. Akustik adlı albüm, işte bu serüvenin aktarılmasındaki tadımlık bir çalışma. Farklı dönemlerde yaptıkları şarkılarını ilk kez akustik formda düzenleyip yayınlayan grup bizi de dünden bugüne getiriyor.
SÖYLENMEYEN NE VARSA
Burada bir es verelim o zaman. Pentagram’ın müzikal serüvenine iki döneme ayırarak bakmak gerek. İlk dönem çalışmaları; kendi adlarını taşıyan ilk albüm Pentagram (1990), speed/ thrash metal çizgisinde ilerlerken bir sonraki çalışmaları Trail Blazer’da (1992) aynı çizginin üzerine progressive tarzın da eklendiğini görürüz. Ama daha şaşırtıcı, ezberi bozan bir tavırla da karşılaşırız bu albümde. Albümün kapanış şarkısı olan ve savaş karşıtı sözleri barındıran No One Wins The Fight şarkısının sonlarında, sert gitar ritimleriyle mehter marşının yorumlanmasına şahit oluruz. Bu hiç de alışık olmadığımız sıradışı tavır, onların ikinci dönemi diye nitelendirdiğimiz Anatolia ile başlayan farklı bir arayışın sinyalini verir.
Yine de bu topraklara dair izleği müziklerine tam olarak yansıtmadıkları zamanlardı bu. Etkilendikleri müzikal birikimi dışarı salma, o müziğin karakterini katışıksız gösterme edimiyle beraber farklı bir yol arayışı da ikinci albümle kendini hissettirecektir.
Elbette içerde, daha derinde olan mevzular vardır. Kimlik gibi. Ya da buraya dair olana daha fazla sahip çıkmak denebilir buna. Yerelleşme arayışı asıl kendini 2000’lerde gösterse de doksanların ikinci yarısında (bir kısım) rock müzik ve türevlerinde başlayan buraya dair olanı müziklerine katma çabası, genç kuşağın kendini oluşturmada ve anlamada yüzünü müzik yoluyla kendine çevirme ihtiyacından kaynaklanmıştı. Bu tavırda, elbette 80 darbesinden çıkmış ve ilk gençlik yıllarını bu dönemde yaşamış bir kuşağın kendini oluşturma süreci de hakimdi. Ya da var olma çabası diyelim. Pentagram’ın Anatolia (1997) albümü bir yanıyla da bu çabanın tezahürüdür.
Yaptıkları müziğe kendi kimliklerini, karakterlerini yansıtmak ve buraya dair melodinin izini sürmek, geleceği de inşa etmektir. Anatolia albümüyle başlayan bu farklı yol, sonraki albümlerin tavrını da belirleyecektir. Üstelik bu albümde ilk kez Türkçe sözlü üç şarkıya yer verildiği gibi, yine ilk kez (mesela 1000 In The Eastland şarkısında) ney de kullanılır. Yaylılar da vardır. Albümde Aşık Veysel’in Gündüz Gece’sinin yorumlanması da bu değişimin en belirgin özelliklerindendir.
Ve farkındadırlar “zor günlerin” daha da katlanarak geleceğinin. Albüme adını veren Anatolia şarkısına bu “zor günlerin” öngörüsü de yansır. Aslına bakarsanız, Pentagram’ın otuz yıllık serüveninde, sadece onların değil, onlarla büyüyerek gelen bir neslin duygusudur bu. Söylenmeyen ne varsa veya anlatılmayan, Pentagram şarkılar aracılığıyla aktarır. Mesela Unspoken (2001) da bu anlamda bir iç döküştür. Yurt dışına yönelik bir çalışma olan Unspoken ve hemen bir yıl sonra çıkan Bir albümleri grubun zirve noktasıdır. Her iki albümün çıkış tarihleri arasında bir yıl olsa da birbirinin devamı niteliğindedir aynı duyguyu taşırlar. Hem beslendikleri müzikal birikimi yansıtan hem de Anadolu’nun mirasını, bilgeliğini içeren çalışmalardır bunlar. Özellikle Bir’de halk müziğinin etkisi ve protest tavır çokça hissedilir. Bunun yanı sıra oldukça sert heavy metal albümüne de imza atarlar.
Unspoken’ daysa Mezopotamya kültürüne dair anlatılar öne çıkar. Kökleri arama da denilebilir buna. Ya da suyun yatağına ulaşma. İşin özü, her iki çalışmada da folklorik özelliklerin yanı sıra progressive rock’ın etkileri görülür. Hem sözel bazda hem müzikal anlamda bu iki albümün çıkış noktası en derine inme, saf olanı bulma denilebilir. Gerçeklik arayışı da vardır bu çabada. 2012 yılında çıkardıkları MMXII albümü ise grubun bilgeliğini, olgunluğunu daha da çoğaltan bir çalışmadır. (Elbette stüdyo albümlerinin dışında; Live At Trail (1991), Popçular Dışarı (1998), 1987 (2008) ve MMXII Live (2014) adlı konser albümleri de grubun külliyatına dahil.)
Gelelim son albüm Akustik’e. Başta demiştik, grubun 30. yıl kutlamasına dair bu Akustik anlatıda; hepimizin bildiği, dinlediği farklı dönem çalışmalarından on bir parçanın akustik versiyonu var. Dinleyici için farklı bir tecrübe bu çalışma. Pentagram için de öyle olmalı. Baştan ele almak her duyguyu, notayı, melodiyi… Daha da sadeleşmek denebilir mi buna?
İşin özü şarkıların akustik versiyonu onların bu çabalarını boşa çıkarmıyor. Mesela Murat İlkan, Ogün Sanlısoy ve Gökalp Ergen’in beraber söyledikleri Sonsuz ve Gece Gündüz şarkılarının hem yorumlanışı hem de düzenlemeleri müthiş. Yine In Esir Like An Eagle, No One Wins The Fight, Fly Frover, Anatolia şarkıları yeni düzenlemeleriyle dikkat çekiyor.
Tekrar ekibi toplamak, dostları bir araya getirmek ve yeniden, hep beraber şarkı söylemek bugünlerde paha biçilmez bir duruş. Pentagram kalabalık bir ekip. İlk albümden bu yana vokalde ve gitarda değişim yaşansa da birbirinden kopmayan, zaman zaman konserlerde, bazı stüdyo çalışmalarında bir araya gelen büyük bir aile onlar. Akustik için de eski yeni kadronun tamamına yakını bir araya gelmiş. Bu kuşkusuz Pentagram dinleyicisi için de heyecan verici. Peki kimler var? Kimler yok ki? (Murat Net yok mesela.) Aslında eski, yeni kadro diye ayırmak pek doğru değil. Pentagram denince hepsi bir; hepsi grubun varlık nedeni.
Cenk Ünnü, Tarkan Gözübüyük, Hakan Utangaç, Metin Türkcan, Gökalp Ergen, Ogün Sanlısoy, Murat İlkan, Demir Demirkan tam kadro hazır. Grubun ilk kadrosundan tanıdığımız Ümit Yılbar da Ogün Sanlısoy’un söylediği Flay Frover şarkısıyla anılıyor. Arkadaşlar iyidir demiştik. Şebnem Ferah mesela Anatolia’yı yorumlamış, iyi ki de söylemiş. Mor Ve Ötesi’nden tanıdığımız Kerem Özyeğen de var; hem gitarda hem de bazı şarkıların geri vokalinde, İskender Paydaş, Cihan Barış, Cengiz Ercümer, Ozan Tügen, Melisa Uzunarslan, Deniz Doğançay da albüme katkı verenlerden.
Öyleyse, biz de bu coşkulu kalabalığın dışında kalmayalım. Hep bir ağızdan söyleyelim şarkılarımızı…