Hürriyet gazetesi yazarı Cengiz Semercioğlu, dün sinema
sektörünün ekonomik yapısının geldiği durumu anlatan önemli bir
habere imza attı. Semercioğlu’nun verdiği bilgilere göre aralarında
BKM (Necati Akpınar ve Yılmaz Erdoğan), Boyut Film (Mahsun
Kırmızıgül), Çamaşırhane Film (Şahan Gökbakar), Fikir Sanat (Cem
Yılmaz), Madd Entertainment (Ay Yapım ve Med Yapım’ın ortak film
şirketi), Mustafa Uslu (Ayla ve Müslüm filmlerinin yapımcısı),
NuLook (Cem Yılmaz filmlerinin yapım ortağı olan Muzaffer
Yıldırım’ın şirketi), TAFF (Timur Savcı ve FONO Film’in sahibi
Cemal Okan’ın yapım şirketi) sinema salonu pazarının yarısından
fazlasını elinde tutan Mars Grup'a karşı savaş açmış.
Gerekçe ise 2016 yılında Güney Koreli CJ CGV şirketine satılan
Mars Grup'un bilet yapımcıların paylarını doğru biçimde vermediği,
promosyonlarla bilet fiyatlarını da yükselttiği. İki grup arasında
bir toplantı gerçekleştirilmiş ama bir sonuç alınamamış. Yapımcılar
da ortak bir karar olmamakla birlikte filmleri vizyondan çekme
eğilimine girmişler. Bu da bir tür meydan okuma anlayacağınız. Yani
“bakalım bizim filmlerimiz olmazsa nasıl para kazanacaksın”
kabilinden. Meseleye bu açıdan bakıldığında yapımcıların haklı
oldukları söylenebilir. Nihayetinde hem salon hem de seyirci
bazında tekel haline gelen Mars Grup, salonlardaki seyirci sayısını
artırmak için çeşitli promosyonlar yapıyor. Örneğin, sinema
biletinin 18 lira olduğu bir salonda, 10 liralık bir ürünü büfeden
satın alan izleyiciye ikinci bileti bedava veriyor. Bu ikinci bilet
sinema salonuna ek bir gelir getirirken, bilet ücretsiz olduğu için
yapımcının cebine para girmiyor. Mars Grup başka promosyonlar da
yapıyor. Dolayısıyla gişede filmin rakamı yüksek görünse de,
yapımcının cebine giren para bu seyircinin karşılığı olmuyor.
Cengiz Semercioğlu’nun isimlerini sıraladığı yapım şirketlerinin
gelinen bu noktadaki sorumluluklarını da hatırlatmak ise bize
düştü. Durumu yakın dönemin gözde cümlelerinden biriyle ifade
edersek: Hepiniz oradaydınız. Türkiye’de dağıtım, yapım ve salon
tekeli meselesi özellikle son beş yıldır ciddi bir tartışma konusu.
Küçük yapımcıların, dağıtımcıların sinema salonu işletmeciliğinin
tekelleşmiş halinden nasıl mustarip olduğu, bu ağın içine
giremeyenlerin filmlerini seyirciyle buluşturmakta yaşadığı
sıkıntılar defalarca yazılıp çizildi. Bütün bu süreçte yukarıda adı
geçen namlı yapımcılar üç maymunu oynadılar. Çünkü sektör büyüyor,
pastadan aldıkları pay da her yıl katlanarak artıyordu. 2010
yılında 41 milyon civarında olan seyirci sayısı, 2017 sona
erdiğinde 70 milyonu aşmıştı. Büyük çoğunluğu yukarıda anılan
şirketlerin yaptığı filmler bu pastanın yarıya yakınını tek başına
alıyordu. O dönem bu tekelleşme eğiliminin sektörde krize neden
olacağını, ciddi bir yapısal sorun yaratacağını dile getiren
bizlere kulaklar tıkandı. Hatta Kaan Müjdeci, Evrim Kaya ve Fırat
Yücel ile birlikte çektiğimiz ve sinema sektöründeki tekelleşmeyi
anlatan “Kapalı Gişe” belgeseli için bu
anlı şanlı yapımcıların kapısını defalarca aşındırmamıza rağmen
olumlu bir dönüş alamamıştık. Çünkü kısa günün kârı olarak kasalar
doluyor, Mars Grup'un salonları bu yapımcılara ağzına kadar
açılıyordu. Öyle ki bazen bir film Türkiye’deki toplam salon
sayısının yarısını tek başına kapatıyor ve diğer filmleri görünmez
hale getiriyordu. Örneğin 2015 Aralık ayının ilk hafta sonunda tüm
Türkiye’deki 2 bin 200 sinema salonunun bin 700 tanesinde
“Düğün Dernek 2” ve “Ali Baba ve Yedi Cüceler” filmleri
gösteriliyordu! Yani alan memnun satan memnundu! Söz konusu haftada
Emin Alper’in “Abluka” filmi 25, Tolga Karaçelik’in “Sarmaşık”
filmi ise sadece 13 salon bulabilmişti.
Peki, “öküze ne oldu da ortaklık bu hale geldi?” Özetle, piyasa
‘şimdilik’ doyma noktasına ulaştı. Görünen o ki 2018 yılı seyirci
rakamları geçen yılla aynı olacak. 2019 için ise öngörüde bulunmak
zor. Ekonomik krizin etkisini ciddi bir şekilde göstereceği
düşünülürse hem film hem de seyirci sayısının azalması muhtemel.
Film maliyetleri arttı. Üstüne sektöre yeni ve büyük oyuncular
girmeye başladı. Örneğin “Ayla ve “Müslüm” filmleri bir yıl içinde
12 milyon seyirci çekti. Yapımcısı da pazarda büyük bir oyuncu
haline geldi. Ama asıl tehdit düşük maliyetle çekilen ve her
defasında hatırı sayılır seyirci tarafından izlenen YouTube
fenomenlerinin çektiği filmlerin sektöre girişi oldu. Ve öyle
görülüyor ki sayıları giderek artacak. Dolayısıyla pasta aynı
kaldığı halde, rekabet kızışıyor. Film sayısı da durmadan artıyor.
Boxoffice Türkiye sitesinin verilerine göre geçen yıl 151 olan yeni
yerli film sayısı, bugün vizyona girecek filmlerle birlikte 180’e
dayandı. Özetle ‘öküz’ şimdilik gelişebilme sınırlarına dayanmış
görünüyor. Ve herkesi doyurması imkânsız. Üstelik ‘hisse sahipleri’
doğaları gereği doymak bilmez bir iştahla paylarını artırmak
istiyorlar. Çünkü kapitalizmin yâsası karlılığı artıramayanların
yok olup gittiğini söyler bize.
Mars Grup, elindeki tekel gücünü kullanıp pastadan kendi payını
artırmak istiyor doğasına uygun olarak. ‘Büyük’ yapımcılar da
kendileri için aynı şeyi istiyor. Ama karşılarındaki canavarın
kolları öylesine büyük ki, işleri zor. Çünkü yaptıkları filmlerin
büyük bir kısmının yatırımcısı ve neredeyse tamamının dağıtımcısı
da bayrak açtıkları grup. Biz “bu canavar şimdi küçük yapımcıyı
yiyor ama doymayacak ve yakında sizi de yemeye başlayacak”
dediğimizde gişe rakamlarına, banka hesaplarına bakıp görmezden
gelenler, dalgalanmaya başlayan denizde savrulma riski yaşayan
yatlarında şimdilik birbirlerine tutunuyorlar. Ama yatın gereğinden
fazla kalabalık olduğunu fark ettiklerinde herkes birbirini aşağı
atmanın olanaklarını kollayacak. Olmaz mı dersiniz? Yeşilçam lüks
bir tekne değil kocaman bir Titanik’ti, anlı şanlı yapımcılarının
tarihe karışması için buz dağı gerekmiyordu. Kurallı ve uzun ömürlü
bir sektör olmak yerine kısa yoldan, seyirciyi sömürerek zengin
olma heveslerinin açtığı gediklerin doldurduğu sular yetti
batmasına!