Charles Dickens’ın yönettiği All the Year Round dergisinin 1859 Noel Özel sayısında bulunan sekiz öyküden oluşan 'Perili Ev', Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Metnin hikayeleri gibi çevirisi de kolektif bir çabanın ürünü. Metindeki her öykü Çevirmenler Meslek Birliği üyelerinin emeğiyle Türkçeye kazandırıldı.
"Tuhaf ve tekinsizin ortak noktalarından biri, garip olanla meşgul olmaları. Gariple; korkunçla değil. Tuhaf ve tekinsizi çekici kılan, 'bizi korkutan şeylerden hoşlandığımız' fikri değil. Daha ziyade dışarıda olanla, alışılmış algının, bilişin ve deneyimin ötesinde kalan şeylerden büyülenmeyle ilgili. Bu büyülenmenin bir miktar kaygı, hatta belki de dehşet içermesi muhtemeldir; fakat tuhaf ile tekinsizin mutlaka korkutucu olması gerektiğini söylemek yanlış olur…"(1) Mark Fisher’in "tuhaf ve tekinsiz" ile ilgili belirlediği ortaklıkta en dikkat çekici bulduğum yan genellikle korkuyla ilişkilendirilen bu iki kelimenin aslında korkudan çok "büyülenmeyle" ilgili olduğunu vurgulaması ve uyandırdığı duygunun aşina olunmayanla yani gariple ilişkisi… Burada özellikle bilindik olmayandan kaynaklanan "yabancılık" hissinin garipleştirmeyle bağının pek çok farklı anlamı var ki başka türlerden, başka dini ve etnik gruplara kadar bu durumun kültürel politik anlamından da bahsedebiliriz.
Edebiyat metinleri açısından meseleye baktığımızda ise aşina olmamak kadar Fisher’in tespit ettiği "büyülenme" etkisinin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle de tekinsizlik devreye girdiğinde, mesela, korku edebiyatında bu his bazen bir mekanla, bazen bir karakterle bazen de olağanüstü bir varlıkla açığa çıkarılırken türe meraklı okur açısından, okuma deneyimi bir çeşit haz duygusuyla da ilişkilenir. Çünkü gotik ögelerin yoğun olduğu metinlerde tekinsizle kurduğumuz bağ aynı zamanda keyif alınan bir şeye de dönüşür. Bu nedenle Fisher’in de bahsettiği gibi tekinsiz tek başına korkuyla ifade edemeyeceğimiz bir duygu durumu ortaya çıkarır. Bu türden metinlerde "büyülenme" etkisiyle, bilindik olmayanın yani "garip" olanın alanına geçeriz, kurmaca olduğunu bilmemiz bizi bir şekilde aşina olunanın alanında tutmaya çalışsa da bana kalırsa içine düştüğümüz gerçekle-gerçeküstü arası durum, başka duyguları işin içine sokarak tekinsizlik hissini besler.
Tekinsizliğin edebiyatta en çok karşılığını bulduğu yerlerden birinin de "perili ev" hikayeleri olduğu söylenebilir. Bu tarz metinlerde tekinsizlik mekan betimlemeleriyle, farklı metinlerde benzer şekilde karşımıza çıkar. Öncelikle bu mekan uzaktır ki yine Fisher’in tekinsizle ilgili tespitlerinden birinde bahsettiği gibi, "Tekinsizlik hissinin sınırları belli, meskûn ve tanıdık alanlarla özdeşleşmesi pek nadirdir; tekinsizliğe rastlanan yerler hakikatte insandan arınmış bölgelerdir…" "Perili ev"ler bahsettiğimiz gibi, genellikle asıl yaşamın olduğu yere uzak mekânlar olarak karşımıza çıkar, gerçeküstü bir konumda ve "insansız" bölgelerde yer alır. Bu evlere baktığımızda, Woolf’un 'Perili Ev' öyküsünün hemen başında gördüğümüz gibi kendiliğinden kapanan kapılardan söz edebiliriz mesela veya gıcırdayan pencerelerden, hayaletler ve başka varlıkların işe dahil olmasıyla da serüven başlar. Nesnelerin kendiliğinden hareketine dışarıdan dahil olan, gözle görülmediği için tedirgin eden, anlamlandırılamayan bu anlarla yaratılan anlatma şekli, mekanın nesnelerini işe koşarak adeta zihnimizle oyun oynar. Ayrıca, karanlık ve kasvetli mekân atmosferi, dökülen duvarlar, evi saran sarmaşıklar, "perili ev" hikayelerinin tasvirlerinde sıklıkla rastladığımız başka ayrıntılardır.
'PERİLİ EV'
Bunları düşünmeme vesile olan kitap, Charles Dickens’ın yönettiği All the Year Round dergisinin 1859 Noel Özel sayısında bulunan ve buradaki sekiz öyküden derlenen 'Perili Ev' adlı metin. Kitapta, öykülerin her biri metnin ana mekanı olan ve perili olduğu söylenen evin odalarından bir hikayeyle sesleniyor okura. Öykülerin üçünün Dickens tarafından yazıldığı bu kitapta ayrıca, Hesba Stretton, George Augustus Sala, Adelaide Anne Procter, Wilkie Collins ve Elizabeth Gaskell’in öykülerine yer veriliyor.
AÇILIŞ ÖYKÜSÜ, 'EVDEKİ ÖLÜMLÜLER'
Kitabın ilk öyküsü Charles Dickens tarafından yazılan, "Evdeki Ölümlüler". Bu öyküde metnin neredeyse başkarakteri olan evle ilk kez karşılaşıyoruz. Anlatıcının bahsinde başlangıçta bu evi yukarıda bahsettiğimiz tekinsizliğin alanından düşünemiyoruz şöyle tasvir ediliyor, "Evi gündüz gözüyle, üzerine güneş vururken gördüm. Yarattığı etkiyi şiddetlendirecek türden bir rüzgar, yağmur, şimşek, gök gürültüsü, fırtına ya da korkunç ve olağandışı bir durum yoktu." Bir tren yolculuğu sırasında evi görmeye karar veren John için başlangıçta ev böyle görünürken sonrasında yaptığı araştırmalar ve eve dair söylentiler, onu normal bir ev konumundan çıkararak girişte bahsettiğimiz tekinsiz mekanlardan biriyle karşı karşıya olduğumuz hissini besliyor. Bu tarz evlerle ilgili anlatıların zihinde inşasında yaşam alanı olan yerlerden yayılan söylentinin önemini de görüyoruz böylece çünkü herhangi bir şeyin "tuhaflaştırılmasında" söylentinin söylenceye dönüşmesinin işlevsel bir yanı var. Mesela, Dickens’ın öyküsünde John’un ev hakkında konuştuğu hancıyla diyaloguna bu açıdan bakılabilir:
"Hayaletli mi" diye sordum.
Hancı bana bakıp kafasını iki yana salladı ve "Bir şey söyleyemem," diye karşılık verdi.
"Öyleyse hayaletli."
"Yani!" diye haykırdı hancı, çaresizlik izlenimi uyandıran bir açıkgözlülük patlamasıyla. "Ben olsam orada uyumazdım şahsen."
"Neden uyumazdın?"
"Çalacak kimse olmadığı halde çalan tüm o zilleri, çarpacak kimse olmadığı halde çarpan tüm o kapıları, adım atacak tek bir ayak olmadığı halde gezinen tüm ayakların seslerini duymak isteseydim," dedi hancı, "işte o zaman o evde uyurdum."
Görüldüğü gibi yukarıda "perili ev"ler hakkında tespit ettiğimiz tekinsiz mekan ögeleri hancının cümlelerinde açığa çıkıyor metnin sonrasında evle ilgili söylenenler de eve dair bu algıyı güçlendiriyor ancak her şeye rağmen Dickens’ın karakteri evi kiralıyor. Kız kardeşi ve birkaç hizmetçiyle birlikte eve taşınıyor ancak söylentiler, kız kardeşi, sağır hizmetçi ve kendisi dışında kalanları etkisi altına alıyor özellikle geceleri şu cümlelerde söylendiği gibi, "şüphe ve korku salgın bir hastalık gibi" yayılıyor.
Sonuçta, sağır seyis Bottles dışında diğer hizmetçiler gönderiliyor, John ve kız kardeşi evin yönetimini ele geçirmeye karar veriyorlar ve her bir oda için cemiyetlerinden dostlarını davet ediyorlar. Odalarda kimin kalacağını kurayla belirleyerek, On ikinci gece olan Noel’in son gecesine kadar kimsenin odasında yaşadığı deneyimden bahsetmeyeceğine dair anlaşıyorlar. Başka yazarların metne dahil olması da böyle sağlanıyor ve kitabın diğer hikayelerinin yolu açılıyor. Ev, bu metinlerde diğer öyküleri birbirine ekleyen bir halka işlevi görüyor.
ÖYKÜLERDEN KISA KISA
Dickens’ın "Evdeki Ölümlüler" öyküsüyle giriş yaptığımız metinde diğer yazarların da bize "perili ev" temalı hayalet hikayesi anlatacağını beklesek de pek öyle olmadığı söylenebilir. Bir şekilde metinlere dahil edilen bir hayalet olsa da bu hikâyeler yer yer kişiselleşen veya farklı temaların işe koşulduğu anlatılar ortaya çıkarıyor. Hesba Stretton "Saatli Odadaki Hayalet" öyküsünde, bizi annesinin, kendisine göre yaşça büyük nişanlısına aşık olan Stella ile buluşturuyor, burada ölmüş anne bir hayalet temsili olarak düşünülebilir, epey katmanlı bir öykü olan bu metinde Stella’nın hüzünlü denebilecek anlatısıyla karşılaşıyoruz.
Georges Augustus Sala’nın "Çift Odanın Hayaleti" adlı öyküsünde musallat olan, bir humma hayaleti oluyor. Yakalandığı humma nedeniyle kendisini sürekli tuhaflıklar içinde bulan karakterin hikayesi, bana kalırsa yer yer Kafkaesk gülünçlüklerin yer aldığı bir metin hissi uyandırıyor. Bu hikayede ayrıca iç içe geçen rüyalar, karakterin humma hayaleti nedeniyle içine düştüğü zavallı hallerden uyanma anları, metnin düz akışını bozarak, okur için bir soluklanma arası sağlıyor.
Bana kalırsa Adelaide Anne Procter’in, "Resimli Odadaki Hayalet"i metnin sürprizi olarak değerlendirilebilir. Şiir formunda yazılmış bu metin için Adam Burgess Poe’nun "Kuzgun" şiirinin özelliklerini anımsattığını söylüyor ki metnin genel atmosferine, duygusuna bakıldığında bu yoruma katılabiliriz.(2)
Wilkie Collins’in, "Ambardaki Hayalet" öyküsü, kişisel tınının hissedildiği öykülerden ve bu öyküde de yine rüya ve uyanma metni güçlendiren unsurlardan. Dickens’ın metinde yer alan öykülerinden, "Küçükbey B’nin Hayaleti"nde başta bahsettiğimiz John karakteri ile tekrar karşılaşıyoruz. Bu öyküde musallat olan hayalet, onun kendi çocukluğu. Hikayede, bu formdaki metinlerden alışık olduğumuz biçimde hayalet aynada karşımıza çıkıyor. Aynadaki hayalet anlatıcının tıraş olduğu esnada beliriyor ve bazen kendi çocukluğu, bazen babası bazen de dedesine dönüşüyor. Bu belki de bir çeşit babadan oğula geçen bir erkeklik hayaletinin temsilidir kim bilir? Açıkçası bu öykünün farklı okumalara açık olduğunu düşünüyorum.
Elizabeth Gaskell’in "Orta Odadaki Hayalet" öyküsü metnin en uzun öyküsü. Bu öyküde musallat olan bir hakimin hayaleti ve onun tanıklığı. Metinde, çiftçilik yapan bir ailenin çok güvendikleri oğulları tarafından sürekli hayal kırıklığına uğratılmaları konu ediliyor. Bu metinde başta bahsettiğimiz tekinsizlik unsurlarına çok rastladığımızı söyleyemeyiz fikrimce ki aslında genel olarak kitapta yer alan öykülerde bizi girişte karşılayan Dickens’ın, "Evdeki Ölümlüler" öyküsünün sezdirdiği eve has tekinsiz unsurların açığa çıkarıldığı öykülerle karşılaşmıyoruz. Bu da okur için biraz ters köşe olmak anlamına geliyor en azından benim okumam için bunu söyleyebilirim. Dickens’a ait olan kitabın son öyküsü, "Köşe Odadaki Hayalet"te gerçekliğin alanına geçiliyor, John’un kız kardeşi Petty ve Jack aşk ile birbirlerine musallat oluyorlar ve metin onların, "olabilecek en makul şekilde evlenmeleriyle" sona ererken buradaki hayalet aşka dönüşüyor.
Dickens’ın "Köşe Odadaki Hayalet" öyküsünde şöyle bir cümle geçiyor, "Sözün özü oradaki günlerimizi mutlu mesut geçirdik ve gördüklerimiz kendi muhayyilemizin ve hatıralarımızın hayaletlerinden ibaretti, daha nahoş hiçbir şey musallat olmadı bize." Bu cümleler metinde genel olarak klasik "perili ev" öyküleriyle karşılaşmamamızın sebebini de açık ediyor. İnsanın genellikle geçmiş anıların, kayıpların hayaletleriyle yaşamaya mahkum bir tür olduğu düşünülürse, öykülerin yönünün yazarlarının "nahoş" anımsamalarına kaymasını doğal karşılamak gerekir belki de. Ayrıca, başka varlıklara dair oluşan olumsuz algının, hayal gücümüzü besleyen kültürlenme biçimlerimizle ilişkisini düşünürsek metindeki öykülerin biraz da buna dikkat çektiği söylenebilir çünkü tekinsiz anlatılara dair söylencelerin çoğunun gerçekten de "kendi muhayyilemizle" ilgili olmadığını kim söyleyebilir?
DAYANIŞMA HAYALETİ
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan, 'Perili Ev' adlı bu kitapla ilgili bahsetmemiz gereken bir yan da metnin hikayeleri gibi çevirisinin de kolektif bir çabanın ürünü olması. Metindeki her öykü Çevirmenler Meslek Birliği üyelerinin emeğiyle Türkçeye kazandırıldı. Onları tek tek anmak isterim; "Evdeki Ölümlüler", çeviren, Didar Zeynep Batumlu, “Saatli Odadaki Hayalet”, çevirmen, Bülent O. Doğan, “Çift Odanın Hayaleti”, çevirmen, Roza Hakmen, “Resimli Odadaki Hayalet”, çevirmen, Savaş Kılıç, “Ambardaki Hayalet”, çevirmen, Zarife Biliz, “Küçükbey B’nin Hayaleti”, çevirmen, Elif Ersavcı, “Orta Odadaki Hayalet”, çevirmen, Deniz Keskin, “Köşe Odadaki Hayalet”, çevirmen, Yunus Çetin.
Bu kitabın telif geliri Çevirmenler Meslek Birliği’ne aktarılacak bu nedenle öykülerdeki hayaletler gibi bir dayanışma hayaletinin okura musallat olmasını umabiliriz fikrimce.