Peru’dan Türkiye’ye iktidar ve beden

Fujimori, aslında izole edeceği bedenleri tanımlayarak kendine alan açmış; yerli, solcu ve yoksulları seçmişti. İşte Agamben tarafından Roma Hukuku’ndan alınan “çıplak hayat (homo sacer)” burada devreye girer. Öldürülmesi suç sayılmayan şeklinde açıklanabilecek olan çıplak bedenin mensupları, içleyerek dışlama pratiğiyle hedef alınır, kamplara kapatılabilir, öldürülebilir, kısırlaştırılabilir.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Kürenin yedi gününde bu hafta, ABD ile Türkiye arasında devam eden gerilim iki devletin dışişleri bakanlıklarından yaptığı sert açıklamalarla sürdü. Türkiye’de hukuk ve adaletin iktidar için seferber edilmesi, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluklarına dönük eleştirilerde kendini gösteriyor. Bu eleştirilere, “atara atar gidere gider” düzeyinde yanıtsa alışık olunmadık biçimde Dışişleri Bakanlığı'ndan geliyor. “Türkiye yargısına kimse karışamaz” olarak özetlenebilecek bu karşı tutum, özellikle söz konusu ABD olduğunda “Peki Rahip Brunson?" sorusunu akla getiriyor.

Gündemde yer eden diğer bir önemli gelişme Rusya ile Batı arasında son olarak Aleksey Navalnıy ile belirginleşen gerilim. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un verdiği bir söyleşide “AB ile gerekirse ilişkileri keseriz” açıklaması, Moskova-Brüksel hattında yeni hesaplara ve karmaşaya neden oldu. Rusya Dışişleri'nin Türkiye’den farklı olarak "had bildirmeden ziyade diplomatik teamüllere özen gösteren dili" dikkate aldığında bu politikaların başında olan isimden böyle bir açıklama gelmesi, “Aman Rusya işte”, denemeyecek bir sorgulamaya da neden oldu.

Rusya, AB, Türkiye gündemi içinde dikkat çekmeyen bir diğer gündem başlığı Peru’dan geldi. Peru’da 1990-2000 arasında 300 binden fazla yerli ve yoksul kadın ve 30 binin üzerinden yerli erkeğin kısırlaştırılması, uzun süredir hukuki bir mücadeleye konu olmuştu. Nihayetinde bu mücadele, mahkemenin mağdurlara tazminat verilmesine hükmetmesiyle başka bir aşamaya geçti. Bu hafta iktidarın bedenle ilişkisini Peru örneği üzerinden ele alacağız.

KAYIP ON YILDAN ETNİK TEMİZLİĞE ALBERTO FUJIMORI

Peru, 32 milyon nüfusu ve kişi başına 5 bin 850 dolar geliriyle Latin Amerika’nın orta gelirli ülkelerinden biri. Ancak ülkeye dönük araştırma yapıldığında pek çok Latin Amerika ülkesinde olduğu gibi, isyanın, sosyal adaletsizliğin, asker postallarının eksik olmadığı ortak tarihe yaslandığı görülüyor. Peru, diğer pek çok Latin Amerika ülkesi gibi, “kayıp on yıl” olarak anılan dönemi iliklerinden hissetmiş bir ülke. Askeri darbeler, dış müdahaleler ülkenin zaten zor olan koşullarını içinden çıkılmaz hale getirdi. İşte bu ortamda 1990’da yapılan bir seçimde bir parti adına yarışma gereği bile duymayan Alberto Fujimori, Peru’da iktidar koltuğuna oturdu. Fujimori, iktidara gelmeden önce eleştirdiği ne varsa katmerlendirerek sürdürdü. Dahası tank paletlerini ülkenin sokaklarından, polis ve asker coplarını toplumun sırtından eksik etmedi. İktidarını sağlamlaştırmada engel olarak gördüğü her başlık, her kişi terörle mücadele kapsamında şeytanlaştırıldı. Bununla sınırlı kalmayan Fujimori, autocoup/ autogulpe, seçilmiş bir yönetimin yasaları çiğneyerek kendini olağanüstü yetkilerle donatması, bir nevi diktatörlüğünü ilan etmesine dayanan kavramı da literatüre kazandırdı(!). Aynı dönemde hızla neoliberalizme geçerek devlete ait ne varsa özelleştireceğini ifade etti. Başkanlık kararnameleriyle de bunu yaptı. Fujimori, bir yandan düşman olarak gördüğüne savaş açarken kendine has diktatörlüğünde, diğer yandan yoksullukla savaşta, tüm dünyanın gözü önünde yeni ve köktenci bir çözüm buldu. Yoksulların kısırlaştırılması, zaten yoksul olan yerli halkın bu sürede üremesinin önlenmesi, hatta bilerek öldürülmesi!

Fujimori’nin yoksul ve yerli bedenleri hedef aldığı politikası iktidar ve beden konusunda önemli. Önce kıyıma/etnik temizliğe bakalım.

YOKSULLUKLA MÜCADELE YÖNTEMİ OLARAK KISIRLAŞTIRMA

Fijimori’nin parlamentoyu ve hukuku askıya alan ve iktidarı kendisinde toplayan yönetimi, karanlık, istihbarat örgütünü ölüm makinesine çevirecek işlere imza attı. İşte bu dönemde yönetim, iktidarın hedefindeki Aydınlık Yol gerillalarını yok etmeye koyuldu. Benzer biçimde bu kıyım üniversite hocalarını ve sol görüşlü öğrencileri hedef aldı. İstenmeyen ikinci grupsa, yoksul mahallelerdeki doğurgan kadınlar ve yerli halktı. Nitekim bu çerçevede zaten çoktan kontrol altına alınmış medya ve propagandayla gıda yardımı alabilmeleri için bazen teşvik bazen tehditle, 300 binden fazla kadın ve 30 bin erkek kısırlaştırıldı. Yaklaşık 10 yıla yayılan Fujimori iktidarından geriye, yoksul ve yerli halkın imhası, ölüm mangaları ve her yerinden rüşvet ve yolsuzluk akan bir ülke kaldı. Fujimori yaptıklarının bedeli olmaktan uzak olsa da yargı karşısına çıkarıldı. Nitekim kısırlaştırılan yerli halkın bir kısmının en azından tazminat kazanmasını sağlayan da bu yargı sürecinin halkaları. Peki Peru’daki bu durum bize, iktidara ve bedene dönük ne söylüyor?

BİYO-İKTİDAR: ÖLÜM VE YAŞAMA KARAR VEREN EGEMEN

Biyo-politika, güncel veya geçmişe dönük çalışmalarda sıklıkla karşılaşılan kavramlardan biri. Yaklaşımın öne çıkan iki düşünürü Michel Foucault ve Giorgio Agamben. Foucault tarafından literatüre kazandırılan biyo-politika, bedenin toplumsal-politik bir meseleye dönüştürülmesinin yanında bedenin kapasitesini artırmanın ya da bedeni bir tür iktidar göstergesine dönüştürmenin aracı. Bu noktada iktidarın kapitalist ihtiyaçlar uyarınca nüfus politikasına yönelmesi, var olan nüfusu üretkenleştirme gayreti durumun açıklayıcı pratikleri. Foucault, tıbbın nesnesi olan bedenlerin topyekûn bir toplumsal bedene dönüştürülme gayretini de bu çerçevede imler. Bu bağlamda dünyanın pek çok ülkesinde kürtajın iktidar eliyle yasaklanması, kadınlara doğum için teşvikler verilmesi durumun örnekleri.

Nüfus ile devletin gücü arasında kurulan ilişki, uygulanacak teşvik ile yasağın konusu ve katmanları konusunda yönlendirici oluyor. Türkiye’de uygulanan kürtaj politikası, neredeyse hiçbir devlet hastanesinde kürtaj olunamaması, bu bağlamda düşünülebilir. Bunun bir de cezalandırıcı bir pratiği var. Bu bağlamsa kendini ayrımcılık, hedef gösterme, tutuklama, yine Foucault tarafından ortaya konan ıslah etme kavramıyla baş gösteren LGBTİ+ bireylere dönük politikalarda görülüyor. Örneğin Rusya’da LGBTİ+ bireylerin toplum içinde el ele tutuşmasının yasaklanması, bu bireylerin yayınlarının durdurulması, hedef gösterilmesi, Türkiye’nin de uzak olmadığı pratikler. Öte yandan Putin, kendisiyle yapılan bir söyleşide şunu söyleyecekti: İnsanların cinsel yönelimi aslında beni pek ilgilendirmiyor, ancak geyler üreyemiyor, Rusya’nın nüfusu azalıyor ve bizim nüfusa ihtiyacımız var. Putin’in kendinden menkul bu açıklaması belli yasağın ardındaki biyo-politikaya dönük izlediği yolu hatırlatıyor. Türkiye’deyse durum son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “LGBT yoktur” açıklaması, Süleyman Soylu’nun “sapkın” tanımlamasıyla daha çok dini referans alan bir şeytanlaştırmaya dayanıyor. Ancak her iki pratik de iktidarın bedene yüklediği anlam ve dönüştürme gayreti konusunda önemli ipuçları sunuyor.

Peru’da görülen örnekteyse aslında biyo-poltikanın başka bir alanına uzanmak gerekiyor, bu örnek için de sözü Foucault’dan alıp Agamben’e vermek gerekiyor. Agamben, biyo-politikaya ölümün yaşama dahil edilmesi gözüyle bakıyor; aslında bu politika bir ölüm aygıtı anlamına geliyor. “Kime karşı?” sorusu sorulduğunda aslında Peru’da gördüğümüzün yanıt olduğunu söyleyebiliriz.

Fujimori, aslında izole edeceği bedenleri tanımlayarak kendine alan açmış; yerli, solcu ve yoksulları seçmişti. İşte Agamben tarafından Roma Hukuku’ndan alınan “çıplak hayat (homo sacer)” burada devreye girer. Öldürülmesi suç sayılmayan şeklinde açıklanabilecek olan çıplak bedenin mensupları, içleyerek dışlama pratiğiyle hedef alınır, kamplara kapatılabilir, öldürülebilir, kısırlaştırılabilir. Nitekim Fujimori de çıplak bedenleri hedef almıştı. Agamben’e göre bunun nedeni, bu eylemle egemenliğin pekiştiğine dönük inanç. Fujimori’nin anayasayı askıya alması, parlamentoyu devre dışı bırakmasıysa aslında biyo-politik düzlemde egemene dair yeni bir durumu gösterir: İstisna hali. Carl Schmitt'ten alınan bu kavramla, egemen hukuku askıya alır ve bir istisna hali yaratır. İşte Peru’da yerli ve yoksullara karşı yapılan kıyımda görülen, Roman kadınlarına yapılan, ABD’de Kızılderili halka uygulanan, en bilindik örnekle Nazilerin toplama kamplarında uyguladıkları politika da bu durumun örnekleri.

Tarihsel pratikleri egemenlik kadar eski olan bu politikanın nerdeyse her coğrafyada örnekleri mevcut. Dikkat çekici olan, daha çok Foucault'nun yöntemlerini kullanan biyo-iktidar mekanizmalarının sanıldığının aksine Agamben’in ölüm makinası dediği biyo-politikaya uzak olmaması. Hatta bazen bu ikisinin iç içe geçmiş örneklerini sunması. İşte bu çerçeve içinde LGBTİ+ bireylerinin iktidarlarca hedef alınması, kürtajın iktidarın bir mevzisine dönüştürülmesi politikalarına bakmak gerekiyor ki, iktidarların istisna haline geçip, topyekun bir mıntıka temizliğine girişmesi önlenebilsin. Dolayısıyla aslında iktidarın hedef aldığı bedenler, yalnızca bir beden olmanın ötesinde bir yerde konumlanıyor.

Notlar

Georgio Agamben, Kutsal İnsan, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013.

Georgio Agamben, İstisna Hali, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2018.

Michel Foucault, Kliniğin Doğuşu, İstanbul, Epos Yayınları, 2016.

Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, İstanbul, Metis Yayınları, 2012.

 
 
Tüm yazılarını göster