Yeniden cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan, tüm devlet olanaklarını ve kamu kaynaklarını kullanarak bir seçim kazandı. Muhalefet açısından son derece adaletsiz bir seçim atmosferi vardı. Kimi seçim sandıklarında muhalefet unsurlarına baskı ve şiddet uygulandı, Erdoğan'a (evet) damgalı seçim pusulaları sandıklara atıldı.
Türkiye’den konut satın alan yabancılar vatandaş yapılarak oy kullanmaları sağlandı. Muhalefet her türlü yalan ve iftiralara, montaj videolara maruz kaldı. Bir devlet kurumu olan TRT başta olmak üzere medyanın yüzde 95’i Erdoğan yönünde propaganda yaptı.
Sonuç itibariyle Tayyip Erdoğan yüzde 52 oy alırken Kemal Kılıçdaroğlu yüzde 48 oyla seçimi kaybetti. Aslında 64 milyon seçmen var. Bunun 27 milyonu Erdoğan lehinde oy kullandı. 25 milyon oy da Kılıçdaroğlu’na çıktı. Geri kalanı seçime gitmedi ve geçersiz oy kullandı.
14 Mayıs’ta yapılan ilk turda seçime katılım oranı yüzde 88 iken ikinci turda bu oran yüzde 85’e düştü. İlk turda iki aday arasında Erdoğan lehine yüzde 4.5’luk bir fark vardı. Üçüncü aday olan Sinan Oğan’ın bir miktar oyu Erdoğan’a giderken Zafer Partisi’nin Kılıçdaroğlu’ndan yana tavır alması sonucu “Kemal Bey’e” de belli oranda milliyetçi oylar gitti.
Kılıçdaroğlu’nun ikinci turda Zafer Partisi’nin desteği ile “milliyetçi” söylemlere ağırlık vermesi Kürt seçmenin sınırlı da olsa sandığa gitmemesine yol açtı, denebilir. Batı bölgelerinde de seçmenin belli bir kesimi sandığa gitmedi.
MİLLET İTTİFAKI’NIN SAĞ PARTİLERİ ETKİSİZ
Özellikle 28 Mayıs’ta yapılan ikinci turda Millet İttifakı’nın içinde yer alan sağ partilerin (İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Parti) Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi için yeterli çabayı sahada pek harcamadığı gözlemlendi.
Nitekim seçim sonrası Kılıçdaroğlu, bundan sonra da mücadelenin süreceği yönünde mesajlar verirken İYİ Parti lideri Meral Akşener ile DEVA lideri Ali Babacan, aynı kararlılıkla bir mücadele sinyali veremediler.
Akşener, “Milli irade başımızın tacıdır” diyerek seçim sonuçlarının meşruluğunu kabul etti ve Erdoğan’ı tebrik ettiğini de ifade etti. Babacan da Erdoğan’ı tebrik ettikten sonra seçimde çok ciddi haksızlıkların yapıldığını kabul etti, iktidarın ülkeyi yönetmekte zorlanacağını söyledi.
KILIÇDAROĞLU SOLA DÖNMELİ
Millet İttifakı’nın bundan sonra nasıl bir politika izleyeceği şu an meçhul gözüküyor. Dağılması ya da en azından daha etkisiz hale gelmesi söz konusu olabilir. İYİ Parti, kendi iç işlerine bakacağını ifade ederken DEVA TBMM’de grup kurma çabası içinde bulunuyor.
CHP, bu seçimlerde 169 milletvekili çıkardı. Ancak bu vekillerin 15’i DEVA’ya, 10’u Gelecek Partisi’ne, yine 10’u Saadet Partisi’ne ve 3’ü de Demokrat Parti’ye gidecek. 1 milletvekili de İYİ Partili olup CHP listelerinden seçime girmişti. Sonuçta, 39 milletvekili ayrıldığında CHP’nin vekil sayısı 130’a düşüyor. Kılıçdaroğlu ve partisi bu ittifaktan ne kadar kazançlı çıktı, tartışılacak bir konu.
Yeşil Sol Parti / HDP, TİP ve diğer sosyalist partilerle Emek ve Özgürlük İttifakı içinde yer alarak yüzde 10.5’luk bir oy potansiyeline sahip bulunuyor. Demokrasi cephesi açısından CHP’nin sağ partilerle değil daha solunda yer alan partilerle yakın bir işbirliğine girmesi, demokrasi ve özgürlük mücadelesinde daha anlamlı gözüküyor.
YÜZDE 52 NASIL OLUŞTU?
Her şeye karşın Erdoğan’ın yüzde 52 oy alması da üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir konu. Yapılan hile ve usulsüzlükleri çıkarsanız bile yine toplumun yarısını kendi etrafında tutması (konsolide etmesi) araştırılmaya değerdir.
21 yıllık yıpranmışlığa, ekonomik krize, yoksulluğa, pandemi ve deprem sürecindeki beceriksizliğine rağmen tüm devlet güçlerini ve olanaklarını kullansa bile böyle bir oyun tutarlı bir analizinin yapılması gerekiyor.
Ülkemizde aktif nüfusun (15-65 yaş aralığında çalışanların) yüzde 72’sinin ücretli olduğu düşünüldüğünde bu kesimin sınıfsal tercihlerinden ziyade kültürel ve kimlik değerlerine daha fazla önem verdiği bir iddia olarak önemini taşıyor. Sadece ekonomik faktörlerin, amiyane tabiriyle “boş tencerenin” bir yere kadar etkili olduğu, üst yapısal değerlerin geleneksel olarak etkisini sürdürdüğü iddia edilebilir.
Kuşkusuz AKP, yoksul kesimi sosyal yardımlar ve diğer sunduğu olanaklarla da etkilemektedir. Asgari ücret yetersiz olsa bile Anadolu ölçeğindeki satın alma gücü, en düşük emekli aylığının 7.500 TL’ye çıkarılması gibi iyileştirmeler, bu kitlelerde de etki yaratıyor.
EMEK EKSENLİ MÜCADELE
Bir dinamik güç olan sosyalist solun bundan sonra somut sorunlar ve talepler üzerinden emek eksenli bir mücadeleyi önüne koyması gerekli gibi gözüküyor. Erdoğan rejimi, önümüzdeki süreçte baskıyı daha da artırıp daha otoriter ve faşist bir sürece doğru evrilebilir.
Keza bu ekonomik koşullar, Erdoğan rejimi için son derece ciddi zorluklar da oluşturuyor. Kısa vadeli dış borcun 196 milyar dolar olduğu, cari açığın da 60 milyar dolara dayandığı ve yine 2023’teki dış açığın 100 milyar doları aşacağı dikkate alındığında 300 milyar doları aşan bir dış finansman ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Erdoğan, bu sorunları aşabilmek için bir yandan dış kredi ararken bir yandan da kemer sıkma politikalarına başvurmak zorunda kalacak. Hayat pahalılığının daha da artacağı, gelir adaletsizliğinin korkunç boyutlara ulaşacağı, dar gelirliler üzerindeki dolaylı vergilerin yükseleceği bir dönem söz konusu olabilecektir.
Tüm bu zorluklara rağmen tarihsel deneyimleri de dikkate alarak mümkün olduğunca örgütlü bir mücadelenin koşullarını dayanışma içinde yaratmaya çalışmak, umudu somut seçenekler ortaya koyarak yükseltebilmek, devrimcilerin asli görevi olarak gözüküyor…