Petrol, geçen ekimde Amerikan rejiminin Başkan Donald Trump’ı
Suriye oyununa sabitlemek için masaya sürdüğü bir karttı. Trump,
Suriye’den askerlerini çekip alanı Türkiye’ye bırakma kararını,
önüne konulan hidrokarbon haritasına baktıktan sonra değiştirip
‘petrole bekçilik’ için bölgede sınırlı güçle kalacaklarını
duyurmuştu.
Ardından Amerikalı şirketlerin Deyr el Zor ve Haseke
petrollerine el atmasını istemişti.
Suriye’nin hidrokarbon zenginliğinin yüzde 90’ını barındıran bu
bölge, Kürtlerin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik
Güçleri’nin (SDG) elinde. Bugün onda birinin dahi çıkarılamadığı
petrol, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’nin
giderlerini karşılıyor.
Nihayetinde geçen hafta ortaya bir petrol anlaşması çıktı. Al
Monitor’den Amberin Zaman anlaşmanın ABD’li şirket Delta Crescent
Energy ile imzalandığını yazdı. Zaman’a göre anlaşma petrolün
pazarlanması, mevcut sahalarının geliştirilmesi ve modernize
edilmesini öngörüyor. Zaman şirketin Suriye’de faaliyet göstermesi
için de Hazine Bakanlığı’na bağlı Dış Varlıklar Kontrol Ofisi’nden
(OFAC) lisans aldığını; ayrıca Amerikan yönetiminin özerk idareye
iki modüler rafineri tedarik etmeyi taahhüt ettiğini kaydetti.
Trump’ın çekilme kararını değiştirmesinde etkili olan
Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham da, 29 Temmuz’da Senato Dış
İlişkiler Komisyonu’nda, DSG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin
kendisine telefonda ABD’li şirketle anlaşmayı imzaladıklarını
söylediğini aktardı. Memnuniyetini “Bu, bölgedeki herkese yardım
etmek için en iyi yol” sözleriyle dile getiren Graham, oturuma
katılan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya, “Bunu destekliyor
musunuz?” diye sordu. Pompeo da, “Anlaşma beklenenden daha fazla
zaman aldı. Uygulama aşamasındayız” yanıtını verdi.
***
Anlaşma, özerk yönetimin, Suriye’nin canına okuyan Ceaser
yaptırımlarından muaf tutulduğunu teyit ediyor.
Şam’ın hırsızlık olarak niteleyip şiddetle kınadığı anlaşma,
Kürtlerle Amerikalılar arasındaki ilişkinin boyutunu
değiştiriyor.
Şam’ın hırsızlık olarak niteleyip şiddetle kınadığı anlaşma,
Kürtlerle Amerikalılar arasındaki ilişkinin boyutunu değiştiriyor.
Anlaşma özerk yönetimin Suriye’nin geleceğine dair tasavvurunu da
etkileyebilir.
Amerikalıların petrol işine girmesi her şeyden önce Suriye
devletini kendi petrolünden hepten mahrum bırakacaktır. Suriye
hükümeti, bölgede kontrolünü yitirdiğinden beri Husam Katırcı gibi
aracılar üzerinden petrolü satın alıyordu. Bu akış kesilecektir.
Birincil amaç bu zaten. İkincisi Fırat’ın doğusundaki proje için
istikrarlı bir finansman temin etmektir.
Kürtler anlaşmayı ‘siyasi tanınma’ olarak okuma eğiliminde.
Askeri ortaklığa rağmen Amerikalılarla ilişkinin zemini hep
kaygandı. Barış Pınarı Harekâtı’na yeşil ışık yakılması ortaklığın
bir gece ansızın “vazgeçilebilir” hale gelebileceğini göstermişti.
Petrolde ortaklık bu zemine sürüklenmeyi önleyecek küçük bir çapa
atıyor. Ancak yine de özerk yönetimin tanınması talebini
karşılamıyor.
ABD’deki seçimlerden sonra Suriye politikasının nasıl
şekilleneceğini kestirmek zor ama şimdilik petrol, Amerikan
askerlerinin kalış süresini uzatan bir etken.
Trump’ın gel-gitlerine rağmen Kongre’de önemli isimlerden destek
gören, Pentagon, Dışişleri ve CIA’in tercihlerini yansıtan bir
çerçeve var; Kürtler de bu çerçevenin sabitlenebildiği en önemli
dayanak. Kürtler, Amerikalıların Afganistan, Irak ve Suriye’ye
uzanan bütün müdahale süreçlerinde bulabildiği en organize ve
disiplinli güç. Tek sorun PKK ilintisi. Kürtlerle ortaklık ABD’ye
Suriye’de ayağına yer açma imkânı sundu. Şimdi Fırat’ın doğusunda
elde ettiği kozla Suriye ve müttefiklerine kendi koşullarını
dayatıyor.
***
İlişkiye petrol faslının eklenmesi Şam’a karşı kozun gücünü
artırırken Kürtleri de kendi özgün alanından çekip ucu açık
Amerikan planlarına zorlayacaktır. Bu ilişkinin boyutlanması
Kürtlerin yerelde kurduğu ortaklıkları, Şam’la diyalog şansını ve
geleceğe dair genel yol haritasını etkileyecektir. Amerikan varlığı
Şam açısından çok temel bir tehdit. Bu yüzden ABD ile ilişkinin
kesilmesi müzakerelerin ön koşuluna dönüşüyor. Kuşkusuz Şam ve
müttefikleri, petrol anlaşmasını, Fırat’ın doğusunu koparma
komplosunda yeni bir aşama olarak görecektir. Kürtlerin elini
güçlendiren bir şey müzakereleri peşinen çökerten bir etkene de
dönüşebilir.
Petrol meselesi sadece Suriye’nin geri kalanının Kürtlere
bakışını biçimlendirmiyor aynı zamanda Kürtlerin yereldeki
ortaklıklarını da teste sokuyor. IŞİD’e karşı Amerikan ortaklığı
Kürtlerin Arap bölgelerine inmelerini sağladı. Fakat bir tarafta
IŞİD tehdidi diğer tarafta Amerikan yardımı ile temin edilmiş bir
Arap rızası yol ayrımına geliyor. Ve petrol Kürtlere karşı farklı
düzeylerde bir bilenmeyi besliyor.
Anlaşmanın tetikleyici etkisi Şam ve Moskova'da da görülecektir.
Rusya'nın Kürtlerle Şam arasında çakılı kalan müzakereleri daha
ciddiye alması, Şam’a baskıyı artırması, Türkiye’nin uyarılarını da
biraz görmezden gelmesi muhtemeldir.
Bunun normalde tetikleyeceği bir diğer cephe Türkiye.
Türk-Amerikan pazarlığının neyi içerdiğini bilmiyoruz ama
Ankara’nın Kobani’den başlamak üzere Kürt karşıtı koridoru
Fırat’tan Dicle’ye kadar uzatmak istediği aşikâr. Bununla birlikte
son zamanlarda başka bir pazarlığın döndüğünü de duyuyoruz.
Ankara'nın anlaşmayla ilgili önceden bilgilendirildiği ve sessiz
kaldığı aktarılıyor!
***
Amerikalılar ise Fırat’ın doğusundaki durumu hem Ankara hem Şam
hem de yereldeki bozucu dinamiklere karşı sürdürebilir kılmak için
farklı şeyler deniyor.
Özerk yönetime bütçe oluşturmak ve Şam’ı petrolden mahrum
bırakmak bunun bir boyutu. Diğer boyutunda Kürtlerin Kürtlerle
barışı yer alıyor. Kürdistan’ın diğer yakasından KDP lideri Mesut
Barzani’nin himaye ettiği Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni (ENKS)
özerk yönetime ortak etme yönündeki girişim sürüyor. Haziranda
Duhok Anlaşması temelinde sağlanan ön mutabakattan sonra ikinci
aşamaya geçildi.
Amerikalıların Kürtler arası barışa yüklediği anlam basitçe
Kürtlerin birliğinden ibaret değil. İlk bakışta ENKS’nin dahliyle
özerk yapının ‘Apocu’ karakterini seyreltme amacından söz
edilebilir. Türkiye’nin itirazlarını aşağı çekmek için
Amerikalıların aklına gelen ilk şey buydu. Ankara’nın kategorik
tepkisi, “Her kim PYD-YPG ile ortak olursa terörist muamelesi
görür” yönünde. Yine de bunun bir pazarlık konusu olma ihtimali
dışlanamaz. KDP çizgisi ile PKK çizgisinin yakınlaşması aynı
zamanda Güney Kürdistan ile Rojava’yı ortak bir geleceğe hazırlama
perspektifi içeriyor. ABD, Fırat’ın doğusuyla istediğini elde
edemez ve Suriye içinde çözüm imkânsız hale gelirse uzun vadeye
yayılmış bir kopuşa pencere açan bir senaryo. Ancak koşullar bu tür
bir kurgunun çok uzağında.
O yüzden kısa vadede ne var diye bakmak gerekiyor. Amerikalılar
uzun viraja girmeden önce Fırat’ın doğusunu siyaseten uyumlu hale
getirecek başka bir şey yapıyor. Kürtler arası diyalog da bunun bir
ayağı. İkinci ayakta Kürtler ile Arapları aynı amaca koşullandırma
çabası öne çıkıyor.
Kürtler arası diyalog özerk yönetime destek veren Arapları ve
Süryanileri kuşkulandırıyor. Beri taraftan Suriye ve Rusya
yönetimleri de aşiretleri ayartmaya çalışıyor. Bu iki nedenle
Mazlum Abdi, 22 Haziran’da Tabka’daki aşiretlerle, 4 Temmuz’da
Rakka’daki aşiretlerle, 15 Temmuz’da Deyr el Zor’daki aşiretlerle
ve 18 Temmuz’da Bakara aşiretiyle bir araya gelip sorunlarını
dinledi. Arapların kuşkularını gidermeye ve özerk yönetime
bağlılıklarını temin etmeye çalıştı. Amerikan planlamasındaki
üçüncü ayağı başka bir yerde görüyoruz. PYD-ENKS diyaloğunun
ardından muhalif Kürtler, Araplar ve Süryaniler arasında alternatif
bir yapı ortaya çıktı. Acaba ENKS’nin dönüşü son 9 yılda sahayı
tamamen cihatçı unsurlara kaptıran, İstanbul-Doha ve Riyad-Kahire
eksenleri arasında parçalanan ve Cenevre sürecinde ortak hareket
edemeyen muhalif güçleri Fırat’ın doğusunda yeniden toparlamaya
dönük bir planın öncü adımı mı?
Bu soruyu sordurtan şey Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal
Koalisyonu’nda (SMDGUK) yer almış bazı grupların Kamışlı’da
“Özgürlük ve Barış Cephesi” ismiyle ortaya çıkmasıdır. Yeni cephede
ENKS, Suriye’nin Geleceği Hareketi, Demokratik Asuri Örgütü ve
Cizre-Fırat Arap Konseyi yer alıyor. Suriye’nin bütünlüğüne vurgu
yapan bu girişimde öne çıkan isim SMDGUK’un eski başkanı ve
Suudilerin adamı Ahmed el Cerba. Suriye’nin Geleceği Hareketi’nin
de kurucusu olan Cerba birkaç yıldır SDG içindeki ‘Arap lejyonu’
rolünü oynuyor. Yani Türkiye’nin ‘Milli Ordu’ etiketiyle kendi
gündemine koştuğu muhalif güçlerin dışında kalanlar için Kamışlı
yeni bir üslenme alanı olarak öne çıkıyor.
Bunlar Amerikan garantörlüğünde Kürtlerle gündemlerini
ortaklaştırabildikleri ölçüde belki bir karşı ağırlık
oluşturabilirler. Fırat’ın doğusundaki gidişatta Türkiye ile
Libya’da da hesaplaşan Suud-Emirlikler-Mısır ekseninin rolü
önemli.
***
Sadede gelirsek; petrol ayartıcı bir zenginlik. Ama Orta Doğu
için ‘kötü bir talih’ ve ‘farklı bir esaret’ olduğuna dair
anlatının da kaynağı. Petrolden önce Kürtlerin de bir ‘üçüncü yol’
anlatısı vardı. Hangi anlatı galip gelecek? Öngörüleni görmek bazen
bir geceyi bazen 1001 geceyi gerektirir. Ayrıca Amerikalılar
Rojava’nın dışına çıkarak daha geniş bir konseptte hem Kürt hem
Türk tarafıyla görüşmeler yapıyor. Onlar ne anlatıyor? PKK ile yeni
bir barış süreci mi? PKK’ye Rojava’yı bırak baskısı mı? Suriye’de
yeni bir al-ver süreci mi? Yine kritik gelişmelerin
arifesindeyiz.