Petrol endüstrisinin planları iklim değişikliği sorununu çözemez

Son yıllarda, iklimsel çöküşün en büyük aktörlerinden olan fosil yakıt şirketleri, değişen rüzgârla birlikte 'karbon yönetimi' adını verdikleri bir faaliyette de başrolü almaya çalışıyorlar.

Abone ol

June Sekera&Neva Goodwin

İklim değişikliği ve sebepleri hakkında onlarca yıl boyunca devam eden şüphelerin ardından, fosil yakıt endüstrisi şimdi kendisini çözümün kaynağı olarak göstermek gibi yeni bir stratejiye yöneliyor. Bu yeniden konumlanma çabası, kendisini “karbon yönetimi endüstrisi” olarak yeniden markalaştırmayı içeriyor.

Bu stratejik yön değişimi, Glasgow’da düzenlenen iklim zirvesinde ve Ekim 2021’de en büyük dört petrol şirketinin CEO’larının “düşük karbonlu bir gelecek” hakkında konuştuğu bir ABD Kongresi oturumunda gözler önüne serildi. Onlara kalırsa, devletten yeterli desteği görmeleri halinde, bu gelecek, -tedarikçisi oldukları- gezegeni ısıtan yakıt ve ürünlerin saldığı karbondioksiti ortadan kaldırmak amacıyla kullanabilecekleri teknolojiler aracılığıyla desteklenecekti.

Bekledikleri destek yolda olabilir. ABD Enerji Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde Fosil Enerji ve Karbon Yönetimi Ofisi’nin ismine ‘karbon yönetimini’ ekledi ve karbon yakalama ve depolama için sağlanan finansmanı genişletiyor. Peki, bu çözümler ne oranda etkili ve sonuçları neler olacak?

Ekonomi, ekoloji ve kamu politikası alanındaki geçmiş deneyimlerden yola çıkarak, karbon azaltımına odaklandığımız birkaç yıl geçirdik. ABD hükümetinin doğrudan harcamalar alanındaki yedi milyar ABD dolarını aşan yatırımına ve vergi kredileriyle sağladığı en az bir milyar dolarlık desteğe rağmen, mekanik karbon yakalama yöntemlerinin başarıya ulaşmak için büyük bir çaba sarf ettiğine tanık olduk. Aynı dönemde, pek çok fayda sağlayan kanıtlanmış biyolojik çözümler çok daha az ilgiye mazhar oldu.

CCS’NİN KİRLİ SİCİLİ

‘Karbon yakalama ve depolama’ ya da kısaca CCS (Carbon Capture and Storage), enerji santrallerinden veya endüstriyel kaynaklardan salınan dumanlardan açığa çıkan karbondioksiti yakalamayı hedefler. Şu ana dek, ABD’de bulunan enerji santrallerinde uygulanan CCS başarıya ulaşamadı.

ABD’deki enerji santrallerinde, her biri yüz milyonlarca dolarlık devlet sübvansiyonuyla desteklenen yedi büyük ölçekli CCS projesi denendi; ne var ki bu projeler ya ticari biçimde faaliyete geçmelerinden önce iptal edildi ya da finansal yahut mekanik sorunlar yüzünden faaliyete geçmelerinin ardından durduruldular. Dünya üzerinde, yalnızca Kanada’da bir adet ticari ölçekli CCS enerji santrali işletmesi mevcut ve yakalanan karbondioksit, kuyulardan daha fazla petrol çıkarmak amacıyla kullanılıyor; bu, “gelişmiş petrol geri kazanımı” diye adlandırılan bir süreç.

ABD’de bulunan bir düzine CCS projesinden biri hariç, hepsi, endüstri tesislerinde daha fazla petrol geri kazanımı amacıyla yakalanan karbondioksiti kullanıyor.

Bu pahalı petrol çıkarma tekniği “iklim değişikliğini hafifletme” diye tanımlanıyor; çünkü petrol şirketleri artık karbondioksit kullanıyorlar. Bununla birlikte, kömür yakan enerji santrallerinde yürütülen ve bu sürecin tüm yaşam döngüsünü ortaya koyan bir modelleme çalışması, ortadan kaldırdığından 3.7 ilâ 4.7 kat daha fazla karbondioksiti havaya saldığını açığa çıkardı.

HAVADAN KARBON YAKALAMA SORUNU

Bir diğer yöntem, karbondioksiti doğrudan havadan toplamak. Occidental Petroleum ve ExxonMobil gibi petrol şirketleri, bunun gibi “doğrudan havadan yakalama” sistemlerini geliştirmek ve yerleştirmek için devlet sübvansiyonları arıyorlar. Bununla birlikte, özellikle de eğer iklim bağlamında önem taşıyan bir ölçekte çalışıyorlarsa, bu sistemlere dair varlığı yaygın biçimde kabul edilen sorunlardan biri, yılda en az 1 gigaton -yani1 milyar ton- karbondioksitin ortadan kaldırılması için gereken muazzam enerji gereksinimi.

Bu, yıllık küresel karbondioksit salımının neredeyse yüzde 3’üne tekabül ediyor. ABD Ulusal Bilimler Akademileri, dekarbonizasyon [karbondan arındırma] mücadelesinin yeterli olmaması halinde, 2050 yılına dek yıllık 10 gigaton ve yüzyılın sonuna dek yıllık 20 gigatonluk arındırma ihtiyacı doğacağını öngörüyor. Şu an için görece büyük ölçekli gelişim bağlamındaki yegâne doğrudan havadan yakalama sistemi türünün, termal süreçte ihtiyaç duyulan aşırı yüksek ısıya ulaşmak için fosil yakıtla beslenmesi gerekiyor.

Ulusal Bilimler Akademileri’nin doğrudan havadan yakalama sürecindeki enerji kullanımına dair araştırması, yılda 1 gigaton karbondioksit yakalamak söz konusu olduğunda, buna benzer bir doğrudan havadan yakalama sisteminin saatte 3,889 terawatta ulaşan enerjiye ihtiyaç duyabileceğini ortaya koyuyor: Bu miktar, neredeyse 2020 yılında ABD’de üretilen elektrik enerjisinin toplamına eşit. Şu anda ABD’de geliştirilmekte olan en büyük doğrudan havadan yakalama tesisi bu sistemi kullanıyor ve yakalanan karbondioksit petrol geri kazanımı alanında kullanılacak.

Katı yapıya sahip bir sorbent [emici/soğurucu madde] kullanan bir diğer doğrudan havadan yakalama sistemi bir miktar daha az enerji kullanıyor olsa da şirketler bunu denemelerdekinden daha büyük bir ölçeğe taşımak için uğraşıyorlar. Daha verimli ve etkili doğrudan havadan yakalama teknolojileri ortaya çıkarmak için sürmekte olan bir takım çabalar mevcut ama kimi bilim insanları bunların taşıdığı potansiyel söz konusu olduğunda şüpheci yaklaşıyorlar. Yapılan bir araştırma, makale yazarlarının “gerçekçi olmadığını” belirttiği doğrudan havadan yakalama işleminin ihtiyaç duyduğu devasa malzeme ve enerji miktarını ortaya koyuyor. Bir diğer araştırma, fosil yakıtların yerini alması için temiz enerjiye aynı miktarda para harcanmasının, karbon salımını, hava kirliliğini ve diğer maliyetleri düşürme noktasında daha etkili olduğunu ortaya koyuyor.

ÖLÇEKLENDİRMENİN MAALİYETİ

2021’de yapılan bir araştırmada, doğrudan havadan yakalama işlemini anlamlı bir seviyeye çıkarmak istiyorsak, yılda 1 trilyon dolar harcanması gerektiği ifade ediliyor. Carbon Engineering adlı bir doğrudan havadan yakalama şirketine destek sağlayan Bill Gates, iklim söz konusu olduğunda, geniş bir ölçekte faaliyet göstermek için her yıl tahminen 5,1 trilyon dolar harcanması gerektiğini söylüyor. Maliyetin büyük kısmı hükümetler tarafından karşılanacak; zira atıkları yeraltına gömmek isteyen bir ‘müşteri’ mevcut değil.

ABD ve diğer ülkelerdeki kanun yapıcıların, karbon yakalamaya milyarlarca dolar daha ayırmayı düşünürken, sonuçları da hesaba katmaları gerekiyor. Havadan yakalanan karbondioksit, kullanmak ya da depolamak için bir yere taşınmalı. 2020 yılında Princeton’da gerçekleştirilen bir araştırma, yılda 1 gigaton karbon taşıma ve gömme hedefine yaklaşabilmek için, 2050 yılına dek yaklaşık 106 bin km uzunluğunda karbondioksit boru hattının inşa edilmesi gerektiğini öngörüyor.

Yüksek basınçlı CO2’nin yeraltına gömülmesine dair sorunlar, nükleer atıkların gömülmesi sürecinde karşılaştığımız sorunlara benziyor; bununla birlikte, miktar [nükleer atıklara kıyasla] çok daha büyük olacak. Karbondioksitin taşınması, yer altına gömülmesi ve depolanması süreçleri, özellikle de tarihsel olarak kirlilikten en fazla mağdur olan dezavantajlı toplulukları tehdit eden boru hatlarının zarar görmesi, yeraltı sularının kirlenmesi ve çevreye çeşitli zehirli maddelerin salınması gibi sağlığı ve çevreyi tehdit eden riskleri de beraberinde getirecek.

Doğrudan havadan yakalama işlemini iklim üzerinde büyük bir etki yaratacak genişlikte bir ölçeğe taşımak, vergi mükelleflerinin finansmanını, özel yatırımı, teknoloji alanında gelişmeleri, bilim insanlarının ilgisini, kamusal desteği ve bir araya getirilmesi zor olan siyasal faaliyetleri karbon harici enerji kaynaklarına geçişle bağlantılı temel çalışmalardan uzaklaştırmak anlamına gelecek.

İSPATLANMIŞ BİR YÖNTEM: AĞAÇLAR, BİTKİLER VE TOPRAK

Sorunlu bir sicile sahip olan ve onlarca yıllık bir gelişime ihtiyaç duyan pahalı mekanik yaklaşımlar gibi risk barındırdığını düşündüğümüz unsurlar üzerine bahse girmek yerine, karbonu yakalamanın hâlihazırda işe yaradığını bildiğimiz bir sisteme dayanan yollar da mevcut: Buna ‘biyolojik ayrıştırma’ deniyor.

ABD’de bulunan ağaçlar zaten her yıl neredeyse bir milyar ton karbondioksiti havadan yakalıyor. Var olan ormanların ve kentsel ağaçlandırmaların fazladan arazi kullanmaksızın daha iyi bir şekilde yönetilmesi, bu miktarı yüzde 70 oranında artırabilir. Nebraska eyaletine eşdeğer bir alana tekabül eden yaklaşık 50 milyon dönümün yeniden ağaçlandırılmasının listeye eklenmesi neticesinde, ABD, yıl bazında yaklaşık 2 milyar ton karbondioksiti daha yalıtabilir. Bu oran, ülkenin yıllık karbon salımının yaklaşık yüzde 40’ına eşittir. Sulak alanların ve çayırların bakımdan geçirilmesi ve hayata geçirilecek daha doğru tarım uygulamaları, daha da fazla karbonu tutabilir.

Biyolojik yalıtım yöntemi, yalıtılan her bir ton karbondioksit başına, kullanımda olan mekanik yöntemlerin onda biri kadar bir maliyet içerir. Toprak erozyonunu, hava kirliliğini ve kentsel ısınmayı azaltıp, su güvenliğini, biyoçeşitliliği ve enerji tasarrufunu artırarak, havzaların koruması, insanların beslenmesi ve sağlık alanında iyileştirmeler gibi bir takım değerli yan faydalar da sağlar.

Açık konuşmak gerekirse, ister mekanik ister biyolojik olsun, hiçbir karbon yok etme yaklaşımı fosil yakıtlar acilen terkedilmeden iklim krizini çözemez. Bununla birlikte, ‘karbon yönetimi’ söz konusu olduğunda fosil yakıt endüstrisine bel bağlamanın bu geçiş sürecini daha da geciktireceğini düşünüyoruz.

Yazının orijinali The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)